Ceren Gündoğan
Kayıp Adımlar
“Bütün olmak parça olmaktır; gerçek yolculuk geri dönüştür.”
Ursula K. Le Guin
Moliere ödüllü Fransalı yazar Denise Bonal’in yazdığı Damla Kellecioğlu’nun Fransızcadan çevirisiyle Zeynep Özden’in yönettiği, ALAN Kadıköy’ün ilk yapımı Kayıp Adımlar kalabalık oyuncu kadrosuyla özlediğimiz bir seyri gerçekleştiriyor.
Hayali bir tren garında, kalanlar gidenler, bekleyenler, şöyle bir yolu düşenler, işyeri gar olanlar, herkes burada.
Çok dilli anons, çok dilli yolcular ve birbirine benzemez hikâyeler bu tren garının yaşadığı duygusunu veriyor. Fuayede başlayan oyun görevlilerin yönlendirmesi, seyircinin oyun alanına gelmesiyle devam ediyor. Bir noktadan sonra oyun alanı seyirci koltuklarının sahneye doğru açılmasıyla darlaşıyor. İlk yerleşimde ayakta olan seyirci de oturuyor. Bu sefer seyirciler karşılıklı, aradaki uzun, görece dar alanda oyuncular, bir trenin-vagonun içindeymişçesine seyri izliyoruz.
“Vedaların ve elvedaların, acı dolu öykülerin, kopuş kararlarının, muzaffer kaçışların mekânı. Sıcak gözyaşlarının, birleşen ellerin, acele yeminlerin, son gülüşlerin, asla unutulmayacak sözlerin ve ömürlük öpücüklerin mekânı… İşte karşınızda tren garı.” (oyunun broşüründen)
SEYİRDEN ANILARA
İki çocukluk arkadaşımla ilk gençliğimizde çıktığımız bir tatilde, konu trenle yolculuğun muhteşemliğine geldiğinde arkadaşlarımdan biri bozkırdaki bir tren yolculuğunu anlatmıştı. Bir kompartımanda kocaman bir dolunayın ışıltısında, bozkırın kalbinde akıp gidiyormuş kırmızı şarap eşliğinde. Antalya’nın bir canlıyı sınayan sıcağındansa o anda orada, o kompartımanda olmayı öyle istemiştim ki ertesi gün arkadaşımın anlattığını unutup, “düşünsenize şimdi bir trendeyiz, ay ışığında şarap içiyoruz…” dediğimde kahkahayla gülmüştük. Sahneyi sahiplenmiş, ben yaşamış gibi anlatmıştım. Şiir gibi sahne de ihtiyacı olana aittir belki…
Çocukluğumun sömestr tatilleri halamın evine, Kütahya’ya yapılan tren yolculukları demekti. Dışarıda kar soğuğu, içerideyse yoğun sıcakla uykuya teslim olunurdu. Yüksek ısıyla mayışmış uyuyan insanlar, envai çeşit koku, yıpranmış trenlerin paslı radyatörlerinin arasındaki toz, aralarına sıkıştırılmış atıklar... Abimle cam kenarını dönüşümlü paylaşır, bir noktadan sonra cam kenarında oturma inadımız kırılır, tren içinde gezintiye çıkar, memleketimden insan manzaraları trenindeki insanlara gülerdik. Gülecek bir şeyler mutlaka olurdu.
Adapazarı treniyse teyzemin evine gitmek demekti. Yılbaşını birlikte geçirmek için bindiğimiz trende Sapanca gölünün sazlıklarını seyre dalardım, aklım yine de annemin yaptığı muzlu pastayı ne zaman yiyeceğimizde…
Haydarpaşa Garı ise abimle Yeldeğirmeni’ndeki öğrenci evimize aile evimizden gıda taşıyan annemi karşılamak demekti. Annem gibi sevdiğim Haydarpaşa Garı’nın gar olarak kalabilmesi, ranta kurban gitmemesi için Haydarpaşa Dayanışması her Pazar olduğu gibi bugün de 640. sefer saat 13.00’te Haydarpaşa’da toplanıyor.
Ada Express, Hereke’deki fakülteye gitmek demek oldu. Öğrenci evimizden arkadaşlarımla daha tam uyanamamış gözlerle Söğütlüçeşme’ye koşturmak, cam kenarını kapmak ve Hereke’ye dek uyumak demekti. Hereke’den dönüşte bindiğimiz tren Konya treniyse memleketimden insan manzaraları treni oluyordu yine. Ya da bir arkadaşımın benzetmesiyle “sanki Kalküta treni”. Karşılıklı oturduğumuz koltuklarda an gelip birbirimize sadece baktığımız teyzeler, amcalar, çocuklar, peynir bidonları, sızdırmış erzak kolileri, sayısız valiz, GSF öğrencileri ve akademisyenler… Hep birlikte aynı havayı solur, aynı yere varmaya çalışırdık.
Sevgilimin gençlik yıllarında arandığı dönemde Kuşadası’nda yakalanıp trenle Ankara’ya getirilişini yıllar sonra ters istikametle tekrarladık. Onun gözlerinde canlanan anılar, Basmane’ye girişte kahverengi, sarı, sıcak bir garın bizi karşılamasına dönüştü. Anılar gibi uzak, tozlu, anılar gibi belli belirsiz bir gar.
Tren yolculuğu kendi içinde bir romantizmi bu yüzden taşır, sayısız anı, kokular, görüntüler belleğimizde mutlaka bir biçimde canlanır. Şimdilerde pek sık uzun gidiş yapmadığım tren yolculuğu, beni çok etkileyen 6 Numaralı Kompartıman filminden sonra biraz da 6 Numaralı Kompartıman demek. Buna bir de Kayıp Adımlar oyunu eklendi.
MEYERHOLD’DAN ANKARA GARI’NA…
Yönetmen Zeynep Özden, etkileyici Kayıp Adımlar rejisinde oyuncu seçiminden başlayan bir orkestra kurmuş. Enstrüman çalan, şarkı söyleyen, jonglör, tahta bacak, kukla oynatan oyuncuların aksiyonları oyunun bütününde kontrasta ve yabancılaştırıcı unsurlarıyla sağlam bir reji tasarımına sahip. Hiç tanımadığı annesinin fotoğrafının peşindeki bir genç adamın (Ulaş Akşit) seyirciyi duygusal bir noktaya yükselten etkileyici aktörlüğü, gara/sahneye giren bir grubun davulu gümleten neşesiyle başka bir duyguya çekiliyor.
Çocuklarının onu karşılamasını beklerken olaylar/anılar labirentine dalan yaşlı kadınla seyirci de endişeyle bekler. Yaşlı kadını oynayan muhteşem Ayşe Tunaboylu’nun dramatik oyunculuk ekolüyle Meyerhold’un biyomekaniğinin etkisini gördüğümüz oyunda diğer oyuncuların tekniğiyle kontrastın uyumunu görüyoruz.
Temizlikçi kadınlarda Başak Meşe ve Serpil Göral’ın karşılıklı döktürdükleri sahneler kültürler arası kadınlık mesellerine bakış kadar yabancı düşmanlığının sinsice nasıl içe işlediğini de gösteriyor. Berfin Ertan ve Sedat Can Güvenç’in performansları etkileyiciydi. Sürükleyici iki saatlik oyunun süresi, seyirciyi de dinamikleştiren yerleşim akışına rağmen on beş dakika daha kısa olabilir miydi diye düşündüm. Bir noktada sanki oyun bitmiş ama devam ediyor gibi hissettim. Seyirci dikkatim dağıldı belki de.
Sokaklar, meydanlar, garlar birer Açıkhava tiyatrosu ise Kayıp Adımlar oyunu da o kadar sokaklar, meydanlardı. Kent hafızasında iktidar eliyle başkalaştırılıp yok edilmeye çalışılan her neyse, oyun tam da bu yok edilmek isteneni sahiplenip hatırlatıyor, gösteriyor, “o şey” oluyor.
Kayıp Adımlar, Meyerhold gibi devrimci bir sanatçıyı yok eden rejime karşı Meyerhold oluyor. Ankara Garı patlamasında yok edilen, her anlamda yaralanan arkadaşlarımız için karanfilin kırmızısı oluyor oyun.
Ayışığında, bozkırın ortasında bir kompartımanda kadehte kırmızı. Gidilmeyi bekliyor.
Yazan: Denise Bonal
Çeviren: Damla Kellecioğlu
Yöneten: Zeynep Özden
Uyarlama: Bilge Çınar, Efe Eğilmez, Elif Sözer, Zeynep Özden
Dramaturgi – Hareket Tasarımı: Elif Sözer
Dekor: Deniz Saip
Kostüm: Eylül Candoğan
Işık: Yasin Gültepe
Müzik: Emil Tan Erten
Ses Tasarımı: Ozan Yılmaz
Video Tasarımı: Haluk Miraç Aykın
Yönetmen Yardımcısı: Bilge Çınar
Asistanlar: Tuğçe Semiz, Muhammet Emin Usta
Oynayanlar: Ayşe Tunaboylu, Başak Meşe, Basma Seiba, Berfin Ertan, Bilge Çınar, Bucan Ekin Şimşek, Gökçe Burcu Zümrüt, Mehmet Okuroğlu, Onur Camcı, Sedat Can Güvenç, Serpil Göral, Ulaş Akşit, Ali Mir Zercek, Muhammet Emin Usta, Tuğçe Semiz.
Ceren Gündoğan, 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL'de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım'da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV'de sinema ve tiyatro alanından sanatçıları konuk aldığı Artı Sahne programı ile Artı Gerçek'teki köşesinde, tiyatro ve sinema üzerine yazmayı sürdürüyor.