Pelin Cengiz
Kayyımların gölgesinde ekoloji mücadelesi
Kürtlerin 1990’lardan bu yana ısrarla sürdürdüğü belediyecilik geleneği yıllar içinde politik gelişmeler ekseninde pek çok badireden geçti. Süreç içinde pek çok kere yeniden yapılanma geçiren Kürt belediyeciliği merkeziyetçiliğe karşı adem-i merkezi zihniyetten ve buna dönük yapılanmadan vazgeçmedi, bu zihniyetin Türkiye’deki önemli taşıyıcılarından biri oldu.
Aslında biçimini ve içeriğini çokça tartışmaya ihtiyaç duyduğumuz adem-i merkeziyetçilik ya da desantralizasyon kavramı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte tartışma zemininden giderek uzaklaşmış durumda. Bu tartışmaya aslında sadece Kürt siyasetinin talepleri ve beklentileri doğrultusunda değil, sorunları giderek büyüyen Türkiye’yi daha iyi yönetebilmek için de ihtiyaç vardı.
Oysa, bugün Türkiye merkezileşmenin de ötesinde yetkilerin ve neredeyse bütün karar alma mekanizmalarının partili bir tekadamlığa mahkum edildiği bir dönemden geçiyor. Geçen yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan, adli yıl açılışının Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda yapılmasının ardından başlayan 'yargı bağımsızlığı' tartışmalarına ilişkin yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanı bu ülkede, yasamanın, yürütmenin, yargının başıdır" demişti.
Tarafsız, partiler üstü ve siyaset üstü olması gereken Cumhurbaşkanlığı makamı, iktidarın siyasi söylemlerinin devlet politikası haline getirilmesiyle devletin siyasallaştığı, hatta partinin devletin önüne geçtiği, demokratik araçların, denge ve denetlemenin yok sayıldığı bir yere doğru evrildi.
Elbette Kürt siyasi hareketi ve Kürt belediyeciliği hakkında ahkam kesecek değilim. Değinmek istediğim konu, Kürtlerin temelde bir kimlik sorunu olduğu kadar eğitim sorunu, emek sorunu, ekoloji sorunu, yaşam alanlarının korunması sorunu olduğunu da görmemiz gerektiği… Ve kayyım siyasetinin mevcut sorunları nasıl daha da içinden çıkılmaz hale soktuğu…
Maalesef, 19 Ağustos sabahı yeni bir kayyım atamasıyla karşılaştık. Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Başkanları görevden alındı. Seçilmelerinin üzerinden henüz dört ay geçmişken, haklarında hiçbir mahkeme kararı yokken, seçilmişlerin yerine atanmış valiler görevlendirildi.
Yaşananların demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi utanç duyulacak kayyım yöneticiliğinin bir politika olarak dayatılmasındaki ısrarın kuvveti dikkat çekici.
Seçimlerle alamadığını İstanbul’da seçim tekrar ederek almaya çalışan anlayış, mevzu Kürtler olunca zor kullanarak alıyor. Kayyım belediyeciliğinin, belediyecilik denirse tabii ona da, yerel yöneticilik anlayışını nasıl erozyona uğrattığını, yurttaşa dönmesi gereken kaynakların nasıl arsızca harcandığını, nasıl kitch bir lükse, şatafata ve israfa aktarıldığını aylardır belgeleriyle görüyoruz. Kayyım atanan üç belediyenin kayyım dönemlerinden kalan milyarlarca borcu var. Ayrıca, kayyımlar antidemokratik biçimde geldikleri kentlerde doğal yaşam alanlarını yasa ve yönetmeliklerle talana açtılar.
Mesela, geçmiş dönemde Van Muradiye Belediyesi’ne atanan kayyım tarafından milyonlarca lira karşılığında peyzaj ve restorasyon adı altında peşkeş çekilen Muradiye Şelalesi’nde doğa kıyımı gerçekleştiren şirketler, projeyi tamamlamadan ortadan kaybolmuştu. Proje ile ilgili şelalede yapılan çalışmaları raporlaştıran HDP’li belediye ise, muhatap bulamadığı için projeyi tek taraflı feshetmek zorunda kalmıştı.
AKP iktidarının belediyelere kayyım atamasının asıl amacı ise cinsiyet eşitliğine dayanan, eşbaşkanlık modelini fiili olarak uygulayan, ekolojik ve demokratik belediyecilik modelini ortadan kaldırmak… Tomalar, panzerler, uzun namlulu silahlar altında gerçekleştirilen şiddet şovunun arkasında elbette ideolojik bir saldırı yatıyor.
Kayyım politikası bu ülkede demokrasiden, barıştan, özgürlükten, emekten ve doğa savunuculuğundan yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır. Elbette kabul etmek mümkün değil, ancak kayyım politikalarının, kendinden olmayan kesimlere verilen kayyım gözdağının rejimin artık kemikleşen temel bir özelliği haline geldiğini de görmek gerek…
Doğaldır ki, ülkedeki ekoloji mücadeleleri de Türkiye’nin politik durumundan doğrudan etkileniyor.
Ekoloji mücadelesi, adil, eşit, sağlıklı ve temiz bir dünyada yaşam mücadelesi demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bugün Kaz Dağları’ndan Hasankeyf’e, Salda Gölü'nden Fatsa’ya, Cerattepe’den Munzur’a, Eskişehir’den Sinop’a süregiden tüm ekoloji mücadelesi aynı zamanda iklim adaletini tesis etme mücadelesidir.
Ekoloji Birliği, Mezopotamya Ekoloji Hareketi, bu antidemokratik kayyım politikalarını kınayan açıklamalar yayınladı. Hatta Avrupa Yeşiller Partisi Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediyelerine kayyım atanmasına ilişkin basın açıklaması yaptı.
Avrupa Yeşiller Partisi Eş Başkanı Monica Frassoni, "Türk makamlarının halkın iradesini geçersiz kılma kararını boşa düşürmek, sandığa attığı oya sahip çıkmak için Diyarbakır, Mardin ve Van illerinde ve başka yerlerde sokaklara çıkan tüm demokratik güçlerin cesaretini selamlıyoruz. AB’deki bütün siyasi güçleri bu eylemi kınamaya ve protestocuları susturmaya yönelik agresif polis taktiklerini yakından izlemeye çağırıyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
HDP’li belediyelerin tarihi, kültürü ve dili yok etmek yerine koruyan, toplumsal hafızayı yaşatan anlayışı AKP’nin yerel seçimlerde yaşadığı yenilginin hırsıyla saldırmasının ana nedenlerinden biri.
Örneğin, hala mücadelenin devam ettiği Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ni yok eden Ilısu Barajı’ndan Diyarbakır ve Mardin doğrudan etkilenecek kentler. Daha önceki dönemlerde mücadelenin bir tarafında belediyeler vardı. Buradaki yıkımın durdurulması için belediyeler az da olsa mücadeleye katılıyordu. Burada hafızayı, kültür ve kimliği yok eden bir projeden bahsediyoruz.
Her ne kadar buranın enerji alanı olarak projelendirildiği söylense de, politik ajanda çok farklı. Bölgedeki 199 köyü boşaltacaksınız, tarihsel, doğal ve kültürel bir alanı yok edip kimliksizleştireceksiniz, kültürel bir bölgeyi TOKİ inşaatçılığına teslim edeceksiniz, orada yaşayanları yoksullukla yüz yüze bırakacaksınız. Böyle bakıldığında bu sadece bir enerji projesi mi?
Birkaç ay önce Van’da katıldığım bir toplantıda da, daha önceki dönemde belediyelere atanan kayyımlar nedeniyle HDP’li belediyelerin su ile ilgili politikalarını hayata geçiremedikleri ifade edilmişti.
Oysa belediyelerde yurttaşa gitmesi gereken kaynaklar ya belli bir kesim tarafından ya da bizzat kayyımlar tarafından harcandı. Bir belediyenin bir bölgeyi dönüştürebileceği, yurttaşların yaşamını daha iyi hale getirecek projeler yapabileceği miktardaki paralar lüks birtakım harcamalarla çarçur edildi. Bunun sürdürülebilirliği yok, biz bu filmi gördük ve maalesef film hiç iyi bitmiyor. Film uzarsa işlerin daha da kötüye gideceğini göreceğiz muhtemelen…
Dağlarda, derelerde, ormanlarda, denizlerde, vadilerde, topyekün yaşam alanlarında yıkımlara, kimliksizleştirmelere, talan ve rant projelerine karşı yan yana birlikte mücadele edenlerin, hak, hukuk ve özgürlükler için de yan yana birlikte dayanışma içinde olma zorunluluğu var, mücadele hattının aynı zamanda bir adalet ve demokrasi hattı olduğunu göz ardı etmeden…