Savaş Kılıç

Savaş Kılıç

Kelimelerin cinsiyeti

Türkçede isim, sıfat ve zamirlerde morfolojik bir kategori olarak cinsiyet olmadığı malum. Buna karşılık kimi kelimelerin anlamsal cinsiyeti olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar dışında Türkçede kimi sıfat ve isimler de cinsiyet bakımından nötr değildir.

Türkçede isim, sıfat ve zamirlerde morfolojik bir kategori olarak cinsiyet olmadığı malum. Cinsiyet ayrımcılığıyla toplumsal olarak mücadele edilirken dilbilgisel cinsiyet sorunlarımızın olmaması da Türkçe konuşanlar açısından bir avantaj sayılır. (Hep yerinecek değiliz ya!)

Buna karşılık Türkçede kimi kelimelerin anlamsal cinsiyeti olduğunu söyleyebiliriz. Bunların başında da haliyle cinsiyetlerin adları ve bunların türsel ve anlamsal çeşitlemeleri geliyor: kadın (karı, hanım, hatun), erkek, kız, oğlan (delikanlı); karı/zevce, koca, oğul, abla, ağabey/abi, bacı, anne/ana, baba, peder, valide, birader, hemşire; bayan, bey, vs.

Bunlar dışında Türkçede kimi sıfat ve isimler de cinsiyet bakımından nötr değildir: Erkek için “yakışıklı” denirken kadın için uygun sıfat “güzel”dir. Kimi giyim kuşam tabirleri de kullanıcılarına göre bir cinsiyet değeri kazanmıştır: Erkeklerin kışlık üst giysisine “palto” denirken kadınlarınkine “manto” denir. Üstelik bu ayrım kaynak-dilde yokken Türkçede gelişmiştir. Peki ne zaman?

NEREDEN NEREYE?

Manto kelimesini biz Fransızcadan almışız. Fransızca manteau ise bu haliyle ilk olarak 16. yüzyıl başında kaydedilmiş, daha önceleri mantel şeklinde görülüyormuş. Latincede “örtü, kışlık üst giysi” anlamına gelen mantellum’a, o da “havlu, peçete” anlamına gelen mantelium/mantilium’a bağlanıyor (Robert historique, c. 2). Tahmin edileceği üzere benzer anlamdaki İngilizce mantle kelimesi de yine bu köklere bağlanıyor.

Mantelium/mantilium’u da dilimizde (herhalde Arapçadan almışız) mendil şeklinde kullanıyoruz. Tietze 15. yüzyıldan tanıklar aktarıyor kullanımına. “Mendil”e yağlık da denirdi, daha doğrusu belki hâlâ denir: Tietze 15. yüzyıldan 20. yüzyıla, Yaşar Kemal ve Latife Tekin’e uzanan tanıklar gösteriyor.

Manto kelimesinin Fransızcadaki en eski kullanımları kıyafetlerin üstüne giyilen kollu ya da kolsuz bol, dökümlü kıyafet anlamındadır. Ortaçağda toplumun üst katmanındakiler (soylular, avukatlar, din adamları, saraylı kadınlar vs) tarafından giyilirmiş. Bir ara bir nevi geceliğe manteau de nuit/de lit (gece/yatak “mantosu”) dendiği de olmuş, ancak bu tabirler yerini robe de chambre’a (robdöşambr) bırakmış. Buraya kadar gördüğümüz üzere kelimenin Fransızcasında cinsiyet bildiren bir emareye rastlamıyoruz. Buna karşılık 19. yüzyılda Littré yukarıdaki tanıma ek olarak, ikinci sırada, kadınların elbiselerinin üstüne giydiği kollu ya da kolsuz kıyafet olarak tanımlıyor manteau’yu (Abrégé de la dictionnaire de E. Littré, 1880, s. 677).

Manto’nun Türkçedeki en eski kullanımı için Nişanyan 1878’den bir tanık gösteriyor: “harmanivari bir gömlek veyahud beyaz hafif manto giyerler." Kaynak askeri bir dergi olduğuna göre kasıt erkek kıyafeti olmalı. Midhat Efendi’nin Fennî Bir Roman’ında (1889-90) benzer bir kullanım var: “…adamcağız olanca kuvvetini toplayıp kendisine en yakın yerde sedyecilerin urbaları olmakla, onlardan bir manto alıp bürünerek…” Buna karşılık Taaffüf’te (1897-98) kadın için de kullanıldığı görülüyor: “O kaltak yarı büründüğü hayal kadar ince mantosunun ucu ile çektiği gibi bazı biçaregân nisvânın (zavallı kadınların) aklını çilesinden çıkarıverir.”

1894-95 tarihli M. Fuad’ın Yeni Fransızca-Türkçe Sözlük’ünde kelime “manto” diye karşılandıktan sonra “kaput, harmani, ferace, yağmurluk” karşılıkları sıralanmış. Kamus-ı Fransevi’nin 1905 tarihli 4. basımında Fransızca kelimenin anlam ve karşılıkları şöyle sıralanmış: “Üstten giyilen geniş libas, kaput, yağmurluk (…) manto.” Bu aşamada Türkçede henüz cinsiyet emaresi yoktur.

Buna karşılık Raif Necdet Kestelli’nin 1927 tarihli Resimli Türkçe Kamus’unda şöyle tanımlanmış manto: “Üste giyilen geniş libas. Kadınların sokakta giydikleri uzun libas.” (TDK, 2011, s. 288). Nitekim Hüseyin Rahmi’nin 1920’lerde yayınlanmış romanlarında manto neredeyse her zaman kadınlar için kullanılır. Kürk Mantolu Madonna’nın yayın tarihi ise 1943.

Peki Türkçede bu değeri kazanmış olmasını nasıl değerlendirmek lazım? Doğruluğun ölçütü olarak kaynak dildeki kullanımı esas alacak olursak Türkçedeki cinsiyet değeri nedir? Galat mı? Türkçeyi doğru kullanmak için Türkçe bilmek yetmez mi? Fransızcayı (İngilizceyi, Arapçayı, Farsçayı) da mı bilmek gerekiyor?

TÜRKÇEDE CİNSİYETİN TÜREYİŞİ

Bu yazılarda ele aldığım diğer kelimelerden cinsiyet anlamı ya da değeri olanları da hatırlayalım: “karı” (“Karı” ne demekti, ne oldu? - Savaş Kılıç (artigercek.com)) ve “jile” (Kelimelerin milliyeti - Savaş Kılıç (artigercek.com)). Bir başka örnek: “hizmetkâr” (erkek) versus “hizmetçi” (kadın). Bu kelimelerin hiçbiri kökü, türeyiş biçimi bakımından kaçınılmaz bir gereklilikle ifade etmiyordur cinsiyeti. Hepsi tarihin bir cilvesi sonucunda, kimi zaman dilsel kullanım (örneğin karı’da) kimi zamansa dildışı kullanım, yani manto ve jile örneklerinde olduğu gibi giyim kuşam nesnelerinin gündelik kullanımından kaynaklanan sebeplerle (ama orada da iletişimi kolaylaştıracak bir dilsel karşıtlık kurma eğilimi dolayısıyla) cinsiyet değeri kazanmıştır. Tarihin bir cilvesi sonucunda, yani zorunsuz/olumsal bir şekilde.

Vardığımız bu sonucu cinsiyet araştırmaları açısından yorumlamak ilginç olabilir ama konu benim bilgi ya da yetkinlik alanımın dışında. İlgilenenlerin dikkatini dil tarihine çekmekle yetiniyorum.

Bu yazıları yazarken en baştan beri amaçlarımdan biri dile ya da Türkçeye nasıl farklı şekillerde yaklaşılabileceğine örnekler sunmak oldu. Köhne Türkolojinin mevcut kadrolarının dile ne metafizik (dil hakkındaki görüşler) ne de yöntem bakımından geniş açıdan bakabilecek birilerini yetiştirme ihtimali var. Buna karşılık sosyal bilimlerin farklı alanlarında (örneğin sosyoloji, psikoloji, felsefe, düşünce tarihi, toplumsal tarih) yetişmiş olanlar dilin (bizim örneğimizde, Türkçenin) tarihinden bir şeyler öğrenebilir, toplumsal tarihin karanlık sayfalarına kâh güçlü kâh cılız bir ışık tutmak için Türkçenin tarihine bakabilir, bugünün neden böyle olduğunu anlamak ve başka nasıl olabileceğini düşünmek için dili de yardıma çağırabilir. Tabii bu tür çalışmaların gün yüzüne çıktığını görebilmek için sözünü ettiğim türden bölümlerde iyi bir filoloji eğitimi de verilmesi gerektiği söylenecektir ki haklı bir itiraz olur. Bana kalırsa sosyal bilim bölümlerinin birinci yılı sıkı bir filoloji eğitimiyle (Türkiye’de dilbilgisi, retorik, Eski Türkçe ve Osmanlıca, metin eleştirisi gibi bilgileri içerebilir) geçmeli ama bu konuyu ele almak benim işim olmadığı gibi burada derinleştirmek de pek kolay değil.


Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Savaş Kılıç Arşivi