Erol Katırcıoğlu
Kimlikçi siyasetin maliyeti kime?
Türkiye gibi çok kimlikli bir toplumsal yapıya sahip olup da hakim olan kimliğin uyguladığı "kimlikçi" politikalar, bu politikaları uygulayan hakim kimliğin düşündüğü gibi kendi yararına sonuçlar üretmiyor. Tuhaf bir durum bu. Baskıyı yapan, baskıyı yaparak kendi kimliğinin egemenliğini devam ettireceğini sanıyor ama sonuç hiç de kendi istediği gibi gerçekleşmiyor. Aksine kendi egemenliğinin temellerinin kaybolmasına yol açıyor. Örnek mi?
Sanırım bizim bugün de yaşadığımız gerçeğimiz olan "seküler kesim" "islami kesim" tartışması buna en çarpıcı örnek. Cumhuriyeti kuran "seküler elitler", kendi kimliksel egemenliklerini devam ettirebilmenin bir yolu olarak "kimlikçi" bir politika benimsemişlerdi. Kendilerine en güçlü muhalefet "İslami" kesimden geldiğinden, bu kesimin muhalif enerjisini önlemek için onların örgütlü oldukları tekke, zaviye, türbe vs gibi örgütleri yasadışı hale getirdiler. Bunun dışında din işlerini Diyanet Başkanlığı gibi bir devlet kurumu kurarak kontrol altına aldılar. Böylelikle, toplumda var olan "İslami kimliğin" taleplerini siyasi alanının dışına atmış oldular.
Her ne kadar bu uygulamalarda daha sonraları bazı gevşemeler olduysa da İslami kesim, iktidardaki seküler kesimin bu uygulamalarından rahatsız oldu ve kendi inanç dünyalarını yaşayamamayı bir kimliksel baskı olarak hissedip siyasileştirdi. Bugün AKP’nin neredeyse her seçimde yüzde 40-50 arası oy alıyor olmasının ardında da bu gerçek yatar.
Peki bu nasıl oldu?
Bir kere şunun altını çizelim: Kimlikçi siyaset, kendine muhalif olduğunu düşündüğü diğer kimliğin üzerine baskı oluşturdukça iki şey oluyor: Bir, baskı altındaki (azınlık) kimliğin içinde kimliğin zenginleri ile fakirleri bir araya geliyorlar. Yani kimliksel itirazlarını, bir başka deyişle siyasetlerini yükseltebilmenin finansmanını sağladıkları gibi siyasetlerinin militan insan gücü ihtiyaçlarını da karşılayabilir hale geliyorlar; ikincisi ise ekonominin dip akıntılarında yalnızca kendilerinden olanlar arasında ekonomik işbirliği ve dayanışma ağları kurarak genel ekonominin içinde başka bir ekonomik güç alanı oluşturuyorlar. Bence "seküler kesimle" "İslami kesim" arasındaki Cumhuriyet tarihi boyunca süren hikayenin özeti bu.
İşin ilginç yanı, bu tarihsel çizgi bugünlerde kendini yineliyor. Geçmişin baskı altındaki "İslami kesimi", hem siyasal ve hem de ekonomik olarak güçlendikçe iktidara ulaştı ama bence şimdi geçmişte kendisine yapılanları bugün "seküler kesime" yapıyor. İslami kimliğin kimliksel taleplerini, seküler kesimi dikkate almadan adım adım uygulamaya geçiriyor. Taksim meydanının bir tarafında sekülerlerin karşı olduğu AKM’yi yıkarken, tam karşı tarafında neredeyse meydanı küçülten İslami kesimin istediği camiyi yükseltiyor.
Kısacası hakim kimlik, uyguladığı kimlikçi siyasetlerle baskı altında tuttuğu azınlık kimliğin, (bu durumun tam aksini arzuladığı halde), hem siyasal olarak ve hem de ekonomik olarak güçlenmesine yol açıyor. Tabii bu güçlenme aynı zamanda, kendi kesimini hem siyasal olarak hem de ekonomik olarak kaybetmesi anlamına geliyor. Dün, seküler iktidarların karşılaştıkları bu durumla, bugün "İslami" kesimin iktidarı karşılaşıyor. Dün, kimlikçi siyasetin faturasını seküler kesim ödedi, yarın da İslami kesim ödeyecek gibi.