Kitle mi olmalı?

Kitle tamamıyla karşı-devrimcileşti. Devrimci hal, sarayları yıkma biçimini ‘Bir’ ve ne yazık ki ‘Tek’ olmuş bir kitlenin elinden alıp ‘çoklu öznelere’ devretti. Bu yüzden devrim artık kitlelerin değil, çoklu öznelerin işi gibi geliyor bana.

Geçen yüzyılda devrim, kitlelerin eseriydi. Elias Canetti’nin yazdığı gibi birbirine dokunmaktan çekinen, korkan, daha doğrusu sürekli bu endişe ile yaşayan insanlık ‘Kitle’ olduğunda sadece birbirine dokunmayı önemsemekle kalmıyor, bunu talep ediyordu. Her türlü hiyerarşiden sıyrılan kalabalık eşitleşmiş bir düzlemde, bir mitingde, isyan zamanında ya da futbol maçında yabancılaşmanın parmaklıklarını kırıp Bir’ oluyordu. Bu ‘Bir’ olmanın heyecanı ve olağanüstü duygusal coşkusu, orduların silahlı güçlerini, devletlerin yüzyıllık kurumlarını, iktidarların hegemonyalarını parçalıyordu.

Devrim sadece politik-siyasal bir yıkımın ve yaratı halinin dışında ve belki de daha da fazla bir duygu patlaması haliydi. Birbirine dokunmaktan endişe duymayan, eşitleşmiş ve birleşmiş insanlığın dönüştürücü coşkusu...

Ancak kitle olarak ‘Bir’ olmak aynı zamanda ‘Tek’ olmayı da ortaya çıkartıyordu. Kapitalizmin ‘Faşizm’ ile adlandırılacak bu keşfi, kitleyi devrimci olmak durumundan genellikle karşı-devrime sürüklüyordu. Öncelikle devrimin kıyısından dönmüş halklarda yeni bir ütopyaya varamamak, bir distopya etrafında kitleselleşmeye yol açtı. Kitle, yani ‘Tek’ olma hali kolay harekete geçirilir, distopyaya evriliyordu. Dibe düşme endişesi duymamak için dipte yaşanabiliyordu ve bu kendisini ‘kitle’ye adamışların haliydi.

Bu Teklik hali bazen milliyet-ırk-din ya da hatta futbol takımı olarak çeşitli büyüklükte ya da şiddete vuku bulabiliyordu ve tek ortak özelliği ‘tek’ ve pürüzsüz olmasıydı. Bu yüzden, mesela bu kitle içerisinde bir kişiye soru sorulduğunda, hiçbir cevap alamamak hiç şaşırtıcı değildi.

Böylece manipülasyon araçlarının gelişmesiyle, mesela televizyon ile güçlenmiş iktidarların, yani tam anlamıyla ‘propaganda’nın, ekonomik haliyle reklamların, kurumsallaşmış biçimiyle okulların nihai hedefi olan kitle tamamıyla karşı-devrimcileşti. Devrimci hal sarayları yıkma biçimini ‘Bir’ ve ne yazık ki ‘Tek’ olmuş bir kitlenin elinden alıp ‘çoklu öznelere’ devretti artık.

Bu söylediklerim çok olmak manasında ‘kitlesel’ olmayı ret etmiyor; tam aksine ‘dokunmayı’ özne olmakla bilinçli bir hale dönüştürmeyi öneriyor. Yabancılaşma, sadece yan yana durmanın ötesinde, özgür olmanın yaratısı coşkusu ile paramparça olacaktır artık.

Bu yüzden devrim artık kitlelerin değil, çoklu öznelerin işi gibi geliyor bana. Yani ‘kitle olmak’ sadece futbol maçlarında kalmalı artık ve 90 dakika ile sınırlı....


Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi