Murad Mıhçı
Korku ve korkutulmak
"Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir."
Stefan Zweig
Son zamanlarda ülkede yaşanan olumsuzluklardan sonra herkesin konuştuğu bir konuyu kendi bakış açımdan ele almaya karar verdim.
Ülke vaziyeti üzerine esnafla veya politikadan uzak arkadaşlarımla sohbet ettiğimde benzer tepkileri fark ediyorum. Ülkede ekonomi bozuk, hak gaspları yapılıyor ve bir yandan da adalet dibe vurulmuş durumda ama kimsenin sesi çıkmıyor. Hatta buna ek olarak sanki toplum halinden memnun’’ söylemine benzer yorumların yapıldığını gözlemliyorum.
Baktığımız zaman ülkede her kesim ekonomik istikrarsızlıktan etkilenmekte olduğunu çok net görebiliyoruz. İktidara yakın olanlar da dahil olmak üzere ekonomik durumu iyi olanların bile gelecek kaygısı yaşadığı çok net. Bu kadar yoksullaşma para sahiplerinin dahi kabul etmeyeceği bir hale dönmüş durumda.
Son dönemde en büyük tepki ekonomiye dair. Konu faizler ve dövize geliyor. Kur korumalı döviz sistemin aslında fakirden alıp zengine verdiğini her kesim gittikçe fark ediyor. Geçen hafta mühim bir ekonomi paketi açıklayacağız diyerek yapılan açıklamanın koca bir balon çıkması iktidar yanlısı kemik seçmen için dahi fark edilir bir halde olduğunu gözlemledim. Peki sizce neden yüksek perdeden bu duruma itiraz edilmiyor?
Geçen hafta yine basından ama özellikle Kürt basından gazeteciler rehin alındı. Daha yeni basın yasası çıkmadan özgür basından emekçiler rehin altında. Ülkede demokrasi adına haber yapmayı ilke edinmiş çokça kalem ise Avrupa’da. Yazımı okuduğunuz ARTI GERÇEK sitesindeki yazarlara baktığımızda çoğunun ülkeyi terk etmek zorunda kalan demokrat dostlardan olduğunu görüyoruz. Peki özellikle son rehin alınan gazeteci dostlar için neden ses çıkarmak istenmiyor ya da verilen tepki çok cılız kalıyor?
Ülkedeki her kesimde KHK ile görevine son verilmiş insanlar var. İçlerinde geçmişte iktidar partilerine oy vermiş ya da muhalif yapılardan olanlar var. Peki bugüne kadar çıkan KHK ile işine son verilenler için ne kadar ses çıkarıldı?
Atanamamış öğretmenler, memurlar, kocaman işsiz eğitimli bir kesim var. Atamaların bu güne kadar adil bir şekilde yapılamadığını biliyoruz. Buna karşı ne kadar ses verildi?
Ülkeye para kazandıran ve gelecek için değer olan birçok fabrika özelleştirildi ya da satıldı. Ülkenin öz kaynaklarının kaybedilmesi hangi kesimden olursanız olun kabul edilmesi mümkün olmayan iktisadi bir durum. Peki muhalif yapıların verdiği cılız tepkiler dışında toplumun farklı sınıflarında yaşayan kesimler bu durma ne kadar tepki gösterdi?
Siyaseti kayyumlarla şekillendirme konusuna gelirsek; oy verdiğiniz parti olsun ya da olmasın muhtemeldir ki bugün HDP’nin başına gelenin gelecekte tüm muhalif partilerin başına geleceğini tahmin etmek zor değil. Bugün ise görüyoruz ki ana muhalefet partisine de yapılan siyasi baskıların artmasının yanı sıra fiili saldırılar başladı. İstanbul İl Başkanı sevgili Canan Kaftancıoğlu ne için rehin alınmak istendiğini herkesin malumu. CHP belediyelerine, DEVA Partisi temsilcilerine ısıtılarak suç yüklenmeye çalışıyor. Amaç sizce ne?
Sporda haksız rekabetler ve liyakatsız kişilerin önemli mevkilerde olması neticesinde kaçımız artık liglerin gerçekten haklı rekabet ortamında yapıldığına inanıyoruz?
İstanbul Sözleşmesi iktidar yapısına göre artık yürürlükte değil. Kadın arkadaşların tepkilerini biliyoruz. Fakat toplum olarak kadınların katledilmesinin bu kadar arttığı bir dönemde buna ne kadar ses verdik?
Ölümler sonrası mezarlıklara yapılan zulümleri okuyoruz. Farklı kesimden halkların ve inançların mezarlıklarına yapılan zulümlerdi bunlar. İnsani veya inançsal açıdan kabullenilmeyecek bu durumu dillendirenlere bile kulağımızı kapattığımızı fark ediyor muyuz?
Son zamanlarda SMA başta olmak üzere yapılan kampanyaları görüyoruz. Sosyal yardımın az olduğu ya da hiç yapılmadığı bu hastalıklar için sokak ortasında hasta yakınlarının ya da dostlarının para toplama çabası koca bir yalnızlık ve iktidar için bir ayıp değil mi? Bu yardıma ihtiyacı olan insanların seslerinin ne kadar farkındayız?
Özellikle iktidarın tabipleri hedef gösteren söylemlerinden sonra hastanelerde, özellikle ticarethane gibi işletilen Ak Parti dönemine ait şirket yönetme mantığı ile kurulmuş Şehir Hastaneleri’nde yeterli donanımda doktor eksikliği çok net görülüyor. Geçmişte başta akademisyenler olmak üzere mürekkep yalamış insanların başka diyarlara göç ettiğini fark ediyoruz. Peki bunlara tepki neden yok?
Kentsel dönüşüm kisvesiyle insanları kandıran rantsal soygunu hiç fark etmiyor muyuz? Geçen hafta Okmeydanı’nda evlerinden zorla çıkarılan aileleri izlemedik mi? Bunun tamamıyla iktidarın betonlaşma ve para kazanma projesinin bir parçası olduğunu görmemek bir saflık olur. Peki bu durumu öğrendikten sonra ne kadar ses verdik?
Sularımız, doğamız katlediliyor. HES’lerle veya Kanal İstanbul projesiyle birilerine para kazandırmaya çalışılırken gelecek yok ediliyor. Bu duruma ne kadar yürekten muhalefet edebildik?
Özellikle kendi ana dilinde sanatını icra eden birçok sanatçının konserleri iptal edildi ya da yapmalarına izin verilmiyor. Okuduk, üzüldük, vah vah dedik, eeee? Bu durum sıcaklığını yitirince konu kapandı mı?
Faili meçhul dönemleri aratmayan acıları yaşayan aileler var. Şırnak’ta Diril ailesi özelinde bugün dahi adli olarak ne olduğu çözülmeyen yaşanmışlıkları görüyoruz. Peki bu insanlık suçlarına tepkimizi ne kadar gösterdik?
Gerçekten yukarıda yazdığım yaşadığımız olumsuzluklar uzun uzun yazılması gereken, belki de her biri ayrı yazı konusu olacak kadar önemli durumlar. Bu konu başlıklarına benim aklıma gelmeyen başka hak ve adalet gasplarını da ekleyebiliriz. Peki her kesimden insanlar bu kadar önemli sorunlar yaşarken neden herkes sessiz diye sorduğunuzu duyar gibiyim…
Bunun tek bir cevabı var: Korkutulduk, sindirildik ve susturulduk. Korkularımızla özgür olması gereken beynimiz bir yanıyla rehin alındı. Tepkileri içimizde yaşarken dillendirmekten bile korkuyoruz. Korkmak aslında bir anlamıyla insan karnında başlayan ve yaşadığı ortamla geliştirilen bir durumdur. Ülke coğrafyasına adaletin az uğraması nedeniyle toplum suskun ve tabii çekingen.
Esas sorun bu baskı halinin gelecek için ciddi kaygı verici hale dönüşmesi. Toplumun her kesimi SOS veriyor. Herkes mutsuz ama bunu yansıtabilme yolunu bulamıyor.
Ülke demokrasisi için artık her kesim sadece kendine demokrat olmayı bırakıp yan komşusu içinde ses vermeli. Ancak bu şekilde karanlık daha kararmadan aydınlığa dönüşebilir. Alacakaranlık kuşağı elbet ışığın açacağı günlerin de habercisi olacak. Mağdur olan herkese şunu demek istiyorum. Hiçbirimiz yalnız değiliz. Buna karşı, ancak tüm sınıflar ve kimlikler yan yana gelirse aydınlığa ulaşmak mümkün.
Yazımın sonunda bahsini sizlerle paylaştığım rehin alınan, başta Kürt gazeteciler olmak üzere tüm özgür basın emekçilerine özgürlük diyerek ülkenin batısından ses veriyorum!
GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR!