Korona ve sınırdaki askerler, Suriyeliler ve hapisteki çocuk ve hastalar!..

Mehmetçik’e bu kadar âşık bunca kasteci merak etmiyor o çocuklardan birine koronavirüsün bulaşma olasılığını ve bulaştığında nasıl bir faciayla karşı karşıya kalınacağını.

Yazıya başlarken atasözleri ve deyimler geldi aklıma. Atasözleri ve deyimler o ülkenin eğitim, kültür ve sosyolojik yapısına göre mi değişir, yoksa mesela "Damlaya damlaya göl olur"un hemen her dilde bir karşılığı var mıdır? İngilizcede "Droping droping, becomes a lake" diye bişey duysak nasıl yorumlarız acaba?

Bunu merak etmemim nedeni türkçede boşvermişlik üzerine çok söz var gibi geliyor bana, belki yanılıyorumdur ama "Bana dokunmayan yılan"dan başlayıp, "Vız gelir tırıs gider"le devam edersek araya çok daha fazlasının gireceğini sanıyorum. Bu rahatlığın nereden geldiğini gerçekten merak ediyorum, bilimden uzak olmanın getirdiği bişey mi, yoksa yine bilimden uzak kalıp, bütün çözümü Allah’ın üzerine yıkmak mı acaba.

Bu rahatlık sanki bütün mesleklere de sirayet ediyor, bir kanalda gazeteciler koronavirüsü tartışıyorlar, neden tartıştıklarını kendileri de bilmiyor yada ben öyle sanıyorum. Doğu Perinçek de aralarında, acaba diyorum kendi kendime, bu virüs son olarak Çin’den yayıldı ve Türkiye’nin en öz, hakiki ve eski maoisti konuşmalıdır, diye mi düşünüyorlar acaba? Sonuçta oranın mikroplarını onun kadar bilemem ya.

Gazeteciler kanter içinde tartışırlarken 5 dakikada bir sözleri kesiliyor, çünkü hem bakanlar, hem de bürokrasi yakalamış dümeni, devamlı açıklama yapıyor. Bu onların işine yarıyor ama bozuntuya vermiyorlar, fazla söyleyecek bişeyleri olmadığı için işlerine gelse de halka karşı rezil olmamak adına "Ama çok önemli bişi dicektim, hep baa denk geliyor" diye suratlarını buruşturuyorlar.

Mesela 2 kişinin hasta olduğu açıklandıktan 4 gün sonra Milli Eğitim Bakanı açıklama yaptı ve okulların tatil edildiğini söyledi. Hemen hepsi başladılar konuşmaya, "Bakan bey çok iyi çalışıyor, meslekten geldiği nasıl da belli oluyor ama, bravo kendisine." Aralarından hiçbiri çıkıp da "İyi de kardeşim, hasta çıktıktan sonraki 4 günde nasıl bir büyü yapıldı da bu virüs hiçbir çocuğa yada öğretmene bulaşmadı, niye hükümet ve devlet geç kaldı" diye sormuyor. O 4 gün boşvermişliğimizin bize sunduğu izin günü.

Sadece okullar mı, yine bakanlık tarafından açıklandı, "Yurtdışına uçuşları yarın sabah 08.00’den itibaren iptal ettik." Ali Nesin çok güzel yazmış ikisi için de, "Virüs sabaha kadar izinli" diye. Sabah 08.00’e kadar uçtun uçtun, yoksa hastalık sana heran bulaşabilir. Kastecilerde yine itiraz yok, hâlâ alkışlamaya devam ediyorlar.

Oysa 1 hafta önce aynı kasteciler neler konuşuyordu, kahraman asker Suriye’ye girmişti, ölü sayısını yine Recep Tayyip Erdoğan’la Süleyman Soylu yarıştırıyordu ve hep Erdoğan birinci geliyordu. O tokat, bu tokat derken biraz da koronanın imdada yetişmesiyle konu bir baktık ki kapanmış, kimse konuşmuyor, biz ülke olarak hiç oralara savaşmaya asker götürmemişiz sanki yada alayı oralarda 5 yıldızlı otellerde kalıyor ve sağlıkları güvende. Mehmetçik’e bu kadar âşık bunca kasteci merak etmiyor o çocuklardan birine koronavirüsün bulaşma olasılığını ve bulaştığında nasıl bir faciayla karşı karşıya kalınacağını. Hulusi Akar da bir açıklama yapmıyor, askerinden çok emin.

Sadece yurtdışına savaşa gönderilen çocuklar mı, normal askerlik yapanlar ne durumda acaba, böyle bir salgında koğuşlarda kalmak ne kadar sağlıklı. Koğuşlarda sadece asker mi kalıyor, hapishanelerde hastalık nasıl kontrol ediliyor acaba, oralardan arka arkaya ölümler gelmeye başladığında aynı paralı askerlerin yada MİT’in cenazelerini sakladıkları gibi saklayabilecekler mi? Hiç sanmıyorum, aileler bunu yansıtırlar, zaten çoğunluk siyasi.

700’e yakın bebek ve 1000’i geçkin hasta, hem de ciddi hastanın virüsü kapmadan yaşama olasılığı yüzde kaçtır acaba?

Türkiye bir salgın durumunda da ikiye mi ayrılıyor:

  1. Yangında ilk kurtarılacaklar
  2. Vız gelir, tırıs gider

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ahmet Nesin Arşivi