İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

Kritik dönemlerin karanlık ismi

İnsanın sorası geliyor; Baykal’ın herhangi bir CHP milletvekili olmasının ötesinde kendisinde hissettiği bu ‘görev’ aşkı nereden geliyor?

Cemal Süreya’nın "Köksüz, ama sürekli bir veliaht duygusu içinde" sözleriyle yaptığı tanım da açıklamaya yetmiyor doğrusu durumu.


Galiba hep beraber deliriyoruz. Bundan daha beteri, delirmiyorsak alışacak kadar mankurtlaştık.

Mesela Deniz Baykal’ın siyaset sahnesindeki manevralarını izlemek bile normal bir insan için delirtici değil mi?

Hani hep Devlet Bahçeli’nin DSP-ANAP-MHP koalisyonunu bozmasından başlayıp, bugün başkanlığı Erdoğan’a hediye edişine kadar, bir türlü tam çözülemeyen ‘özgün’ görevlerinden söz edilir ya, aslında Deniz Baykal ondan da "özgün" bir figürdür.

Bahçeli ile Baykal’ın aslında çok benzer iki siyasi figür oluşu hep gözden kaçtı. Sanki siyasi yelpazenin farklı uçlarında gibi görülseler de, Türkiye’nin en kritik zamanlarında öyle kritik adımlar attılar ki, sanki aynı hedefe farklı yollardan yürüyen iki ‘siyasetdaş’ gibiler.

Sadece son iki yıldır Deniz Baykal’ın sahneye çıktığı anlara, rolüne ve sonuçlarına bakalım.

"Hizipçi" lakabıyla anılmasına neden olan Ecevit CHP’si dönemini ve SHP’de Erdal İnönü’ye karşı yürüttüğü muhalefet günlerini hiç anmayalım.

Türkiye’nin bana göre, referandumdan çok daha önemli ve çok daha kritik seçimi olan 7 Haziran sonrasında, başkanlığa giden yolun taşlarını yalnız Bahçeli döşemedi. Ondan daha önemli yol açıcı Deniz Baykal’dı.

Haziran seçimleri tam bir hezimetti AKP için. Onca engellemeye ve rağmen HDP umulanın üstünde oy alarak, MHP’yi geride bırakmış, 3. Parti olarak meclise girmesi AKP’yi iktidardan indirmişti.

Tablo tam da buydu.

AKP ancak bir koalisyon hükümetiyle iktidarda kalmaya devam edebilirdi.

Türkiye için, demokrasi için bunca önemli, hayati bir süreçte önce Bahçeli bütün koalisyon olasılıklarını boşa çıkarmak üzere harekete geçti, ardından Deniz Baykal görev üstlendi.

Seçimden üç gün sonra Deniz Baykal, soluğu Saray’da aldı. Partisinin de kendisinin de "kaçak saray" diye andığı, ayak basmayacaklarını ilan ettikleri Saray’a…

Genel başkanının bile haberi olmadığı söylenen bu görüşme Erdoğan’ın daveti üzerine olmuş, Baykal daveti alır almaz, Antalya’dan sabahın köründe ilk uçağa binip ‘koşmuştu.’ 

Görüşmeden çıkışta söyledikleri, partisi CHP’yi nasıl yönlendireceğinin, "istikşafi" görüşmelerle, yalnız CHP’nin değil bütün Türkiye’nin kaderiyle nasıl kedinin fareyle oynadığı gibi oynanacağının ipuçlarını taşıyordu:

"Sayın Cumhurbaşkanı'nın, bu Meclis’e geçici başkan olarak görev yapacak bir milletvekili olarak Meclis çalışmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde bugün bu buluşma gerçekleşmiştir. Siyasi partililer kendi aralarında uzlaşmayı gerçekleştirdikleri takdirde, bunun Cumhurbaşkanlığı'ndan engellenmesi gibi bir şey söz konusu olmaz. Koalisyon oluşturma konusunda, Cumhurbaşkanı'nın özel çaba içinde olduğu izlenimini almadım."

Adeta 2002 seçimlerinden sonra,  siyasi yasağı nedeniyle aday olamayan AKP Genel Başkanı Erdoğan için gereken anayasa değişikliğini sağlayarak Erdoğan’ın önünü açan Baykal, bir kez daha AKP’ye iktidar şansı vermişti.

Bu arada Erdoğan’ın yasağının kaldırılmasını Baykal’ın "demokrasi" aşkıyla açıklamaya kimse kalkmaz umarım. Siyasi hayatı boyunca demokrasiden anladığını defalarca ispatlamış bir isimdir sonuçta.

Sonrası malum.

Erdoğan’ın istediği gibi her şey yolunda gitti, seçimler yenilendi, AKP bu kez tek başına iktidar oldu.

Deniz Baykal’ın bir başka görünür olduğu süreç, tarihi önemdeki referandum sürecinde oldu.

CHP genel başkanından bile fazla ekranlara konuk oldu, gazetelerde yer buldu. Doğrusu özellikle, merkez medya diye anılan yanaşma medyanın Baykal’ı niye bu kadar iştahla ağırladığını merak ettim.

Bu kez de referandum sonuçlarını meşrulaştırma, "Hayır" diyen ve demeye devam eden kitleyi pasifize etme, CHP yönetiminin basiretsizliğine isyan eden tabanın muhalefetini arkasına alarak yönetimi ele geçirmeye soyundu.

Ortaya çıkıp "Kılıçdaroğlu eğer cumhurbaşkanı adayıyım diyorsa, doğal olarak o adaydır. Eğer ‘ben aday değilim’ diyorsa derhal kurultayını olağanüstü çağırıp genel başkan olarak kimi istiyorsanız seçin o adayınız olacaktır demesi lazım" dedi sonra da Abdullah Gül’ün yüzde 49’un adayı olabileceğini söyledi.

İnsanın sorası geliyor; Baykal’ın herhangi bir CHP milletvekili olmasının ötesinde kendisinde hissettiği bu ‘görev’ aşkı nereden geliyor?

Cemal Süreya’nın "Köksüz, ama sürekli bir veliaht duygusu içinde" sözleriyle yaptığı tanım da açıklamaya yetmiyor doğrusu durumu.

CHP’de bulunduğu, genel başkanlık yaptığı uzun yıllar boyunca hangi başarıları oldu, CHP’yi iktidar bir yana, iktidar olmaya yakın bir oy oranına mı ulaştırdı?

Hiç biri değilse Baykal’ın, meşru olmayan bir referandumu kabul ettiğini açıklaması ve Kılıçdaroğlu’na "çekil" demekle kalkmayıp, yüzde 50’nin çok üstünde olduğu anlaşılan "Hayır"da birleşmiş bir kitleye başkan dayatma cesareti göstermesinin bir açıklaması olmalı.

Üstelik bir daha seçim yapılıp yapılmayacağı bile belli olmayan bir ülkede…. Bağımsız YSK ve AYM ya da hilesiz sandıktan falan da geçtik. 

CHP yönetiminin basiretsizliği elbette ki bütün bu süreçlerde en önemli paya sahip.

AYM, AİHM falan derken milyonlarca insanın tepkisini sönümlenmeye terk ederek, Baykal’dan farklı davranmadığı için, Fikri Sağlar’ı partiden atmaya kalkabiliyor ama partinin itibarını defalarca sarsmış Deniz Baykal’ı disipline veremiyor.

Oysa ki birleştirici bir güç odağına ihtiyaç duyan en az yüzde 50’lik kitleyi de bir yana koyun, kendi tabanından gelen tepkiler hem ideolojik, hem de eylemsel.

CHP’yi yazmaya devam ediyoruz ama bunun uzun süreceğini zannetmiyorum. CHP bu fırsatı da kullanamazsa eriyip gitme yolunda.

Referandum sonuçları, pompalanan propagandanın işlediği gibi ihtiyacın merkez sağda bir parti değil, tersine devletin ve adamlarının boyunduruğunda olmayan gerçek bir sosyal demokrat partide olduğunu gösterdi de nasıl ve ne zaman?

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi