Ragıp Duran
Kürdistan?!
Osman Baydemir'in konuşmasında geçen ''Kürdistan'' sözcüğü, önce Meclis'te ardından medyada ve toplumun önemli bir kesiminde yeniden tartışmalara yol açtı. Bazılarının içindeki inkâr, nefret ve korku yeniden canlanırken, kimileri tarihi referanslara geri döndü, bazıları da, ki Kürtler, yürekle bu isim arasındaki özdeşleşmeyi bir kez daha hatırladı.
Geçen yaz, Çanakkale'de Celal Başlangıç'ın da katıldığı bir panelde ben moderatördüm ve açış konuşmasında, Kürdistan sözcüğünü kullanmıştım. Soru-cevap bölümünde bir izleyici, biraz da sinik bir ifadeyle ''Kürdistan dediniz, neresi bu Kürdistan?'' diye bir soru sordu. Ben henüz yanıt vermeden salondaki Kürt arkadaşlar biraz sertçe bir tonda ''Kürdistan, Kürtlerin yaşadığı yerdir!'' diye yanıtladı.
Bilahare, ben de mealen şöyle bir açıklama yaptım: ''Hanımefendi, belki de haklı ve meşru bir soru sordu. Çünkü eğer siyasetle, güncelikle ilgili bilgilerimizi esas olarak ve sadece egemen medyadan, resmi yayınlardan alıyorsak, Kürdistan'ın ne olduğunu, nerede olduğunu bilmek biraz zor. Kürtlerle dostluk ilişkilerimiz yoksa, hayatımızda Ankara'nın doğusuna gitmemişsek de, Kürdistan sözcüğü kulağımızda garip bir çağrışım yapabilir. Çünkü egemen yani yaygın medyada, resmi söylemde, Kürt ve Kürdistan sözcükleri bölücülük ve terörizmle özdeşleştirilmeye çalışılıyor. Oysa ki, Kürdistan tarihi bir coğrafyanın adı. Osmanlıca, Türkçe, Latince yayınlanmış tarih kitaplarında, atlaslarda Kürdistan adına ve çeşitli versiyonlarına Milat'tan önceki dönemlerde bile rastlamak mümkün. Daha Türkiye adı bilinmezken, Kürdistan vardı. Evet, en genel anlamıyla, biraz önce arkadaşların hatırlattığı üzere 'Kürdistan, Kürtlerin yaşadığı bölgenin, coğrafyanın, mekanın adı'. Trakya mesela Trakların yaşadığı bölge değil mi? Biz nasıl her gün herhangi olumsuz bir çağrışım yapma endişesinden uzak bir şekilde, Trakya, Marmara, Ege, Karadeniz ya da Orta Anadolu gibi bölge isimlerini telaffuz edebiliyorsak, Kürdistan sözcüğünü de aynı şekilde telaffuz etmemiz gerekir. Korkacak bir şey yok aslında.''
Uzatmak gereksizdi. Ne var ki, ulus-devletlerin kurulma aşamasında Kürdistan'ın dört parçaya bölündüğünü hatırlatmak da gerekiyor. Mehmet Bayrak'ın kitaplarında Kürdistan'ın Osmanlı idari ve siyasi tarihinde sık geçtiğini de bilmek lazım. 1925'e kadar Türkiye Cumhuriyetinin resmi kayıtlarında da Kürdistan sözcüğü sorun yaratmıyor. Hatta Şeyh Said hadisesinin ve Ağrı Dağı İsyanının bastırılmasından sonra 19 Eylül 1930 günü Milliyet'de yayınlanan meşum karikatürde de ''Muhayyel Kürdistan'' ibaresi geçiyor.
Osman Baydemir'in konuştuğu Meclis'te vakti zamanında Kürdistan mebuslarının da bulunduğunu biliyoruz.
Oturumu yöneten AKP'li Meclis Başkanvekili de artık şaşkınlıktan mı bilinmez, Baydemir'i susturmaya çalışırken ''Siz Kürdistan milletvekili değilsiniz, TC'nin Urfa milletvekilisiniz!'' derken, aslında istemeden de olsa, Kürdistan diye bir bölgenin/entité'nin varlığını kabul etmiş oldu.
Aynı oturumda ilginç bir şey daha oldu: AKPliler, Baydemir'in sözünü ettiği Kürdistan ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın telaffuz ettiği Kürdistan'ın farklı bağlamları olduğunu öne sürdü. Bu arada CHP sözcüsü, şahane bir çıkışla, ''Biz o bağlama da bu bağlama da karşıyız'' diyerek yüce devletimizin hakiki resmi tutumunu beyan etmiş oldu.
1925 sonrası oluşan resmi ideoloji, Kürt'ü, Kürdistan'ı iç düşman, bölücü ve terörist olarak tanımlamaya başladı. Ankara'nın korkusu, önce özerklik, sonra federasyon, belki de konfederasyon, sonunda da TC toprakları üzerinde bir Kürt devletinin, yani Kürdistan'ın kurulması.
Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti devleti, ırk, etnik köken, bölge ayrımı yapmadan tüm yurttaşlarının temel haklarını kabul etmiş olsaydı, bu hakların özgürce ve uygarca hayata geçmesini sağlayabilseydi, kimse de kalkıp başka çözümler düşünmez ve önermezdi.
Aslında PKK'nin 1978'den yani kurulduğundan bu yana tüzüğünü, Kongre kararlarını inceleyenler, PKK'nin esas olarak stratejik hedefinin ayrı bir devlet kurmak olmadığını bilir. Kısacası, bu örgüt ayrılıkçılığı savunmuyor. Kimileri bunun kandırmaca olduğunu öne sürüyor, ama belki de koşullar tamamen değişir ve Kürtlerin Türkiye topraklarında barış içinde, eşit ve özgür yurttaş olarak yaşamaları gerçekten imkansız hale gelirse, o zaman başka formüller gündeme gelebilir. Bu apyarı bir tartışma konusu. Kürt aydınları ve PKK, yeni bir ulus-devlet kurmanın çözüm olamayacağını çok uzun zaman önce kabul edip açıklamışlardı zaten. Üstelik tüm bu tartışmalar/önermeler, Kürdistan sözcüğünü yasaklamak için bir gerekçe değil.
Türk resmi ideolojisinin, Kürdistan korkusunun kendi açısından bakıldığında bazı haklı gerekçeleri de yok değil. Merkeziyetçi, milliyetçi, tekçi bir yönetim açısından kabul edilmese bile anlaşabilir bir korku bu: Kürt nüfusunu barındıran diğer üç komşu, İran, Irak ve Suriye'de Kürdistan fobisi yok, aksine bu isim resmen tanınmış bölge ya da eyalet ismi olarak resmi kayıtlarda mevcut. Bu üç komşu, demokratik anlamda Türkiye'den daha ileri bir düzeyde olmamalarına rağmen, şimdiye kadar ne Kürtçeyi ne de Kürdistan'ı yasakladı. Ankara, Irak ve Suriye'de Kürtlerin kollektif siyasal haklarını kazanıp bunu somutlaştırmalarından çekiniyor. En kalabalık Kürt nüfusu Türkiye'de yaşıyor. Özerklik, hele demokratik olanı, ya da federasyon gibi yapıların Türkiye'ye sıçramasından, Türkiye Kürtlerine esin kaynağı olmasından müthiş çekiniyor. Bu nedenle de Ankara, gerektiğinde Bağdat, Tahran ve Şam'la Kürtlere karşı ittifak arayışlarına girdi, giriyor ve girecek. 1927 Ağrı Dağı İsyanının büyük ölçüde Ankara-Tahran işbirliği ile bastırıldığını unutmayalım. Mevcut Türk hükümeti, bir çok konuda anlaşamadığı Şii İran yönetimiyle bile Kürtlere karşı ittifak arayışına giriyor. Keza, PKK'ye karşı Ankara-Barzani işbirliği bugün hala gündemde. Hoş, Barzani'nin partisi Kürdistan Demokrat Partisi ya da Irak'ın kuzeyinde kurulu Irak Kürdistan Bölgesi hem Irak Anayasa'sında hem Türk medyasında ve Türk resmi yetkililerin yazılı ya da sözlü açıklamalarında sık geçen sözcükler.
Orgeneral Evren döneminde, Tahran'da Şah rejimi hüküm sürerken, İran havayollarına ait bir uçağın Istanbul Yeşilköy hava limanına inmesi skandala neden olmuştu. Yeşilköy-Ankara hattında, Valilik-İçişleri Bakanlığı-MİT Müsteşarlığı-Genel Kurmay arasında heyecanlı ve endişeli telefon görüşmeleri yapılmıştı. Konu, İran Havayollarının uçağının adı, İran'daki idari yapılanmada adı geçen ''Kurdistan'' idi. Türk yetkilileri bir uçağın adından bile paniğe kapılmıştı. Uçak iner de havaalanındaki milliyetçi-dindar kıymetli ve devletperver vatandaşlarımıza Kürdistan propagandası yaparsa mahvolurduk! Biz güney sınırlarımızı Kürt tehdidine karşı korumaya çalışırken, Kürdistan gökten Istanbul'a inebilirdi! Kürt düşmanlığı havada karada denizde böylesine anlamsız tutumlara yol açmıştı o zaman. Halen de devam ediyor.
Son olarak bana çok doğru gelmeyen bir tutum: HDPliler olsun bazı Kürt arkadaşlar olsun, Baydemir'in Meclis'te 2 oturuma katılmama cezası almasına yol açan durumu, neredeyse esas olarak Erdoğan üzerinden açıklamaya çalıştı. Çünkü Erdoğan da özellikle Barış Süreci boyunca Kürdistan sözcüğünü medyada telaffuz etmişti. ''O söylüyor, biz niye söylemeyelim'' yaklaşımı, Kürdistan'ın varlığını Erdoğan üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı için hatalı. İç İşleri Bakanlığı güncel kayıtlarında da Kürdistan sözcüğü geçiyor. Tüm bunlar ancak iktidarın çelişkisini vurgulamak için ve ikincil planda gündeme getirilebilecek konular. Ne yani, Erdoğan Kürdistan sözcüğünü kullanmamış olsaydı, Kürtler, Kürdistan yasağına uyacaklar mıydı?
Uygulama bize şunu gösteriyor:
Birinci Meclis'te Kürdistan mebusları var, son Meclis'te Kürdistan diyene ceza var.
Kürdistan sözcüğü, Erdoğan tarafından kullanılırsa, serbest ve yasal. Baydemir tarafından kullanılırsa yasak ve cezaya tabi.
Kürdistan medyada serbest, Meclis'te yasak.
Kürdistan sözcüğü, Barzani, Irak ya da İran hatta Suriye için kullanılırsa, sorun yok. Ama Türkiye için yasak.
Baydemir'in jesti aslında çok şey anlatıyor: Bir isim zorla, silahla hatta kanunla bile yasaklanamıyor. Zor, silah ya da kanun, bilinç, vicdan ve yüreklere yerleşmiş bir kavrama değemiyor bile...