Kurtarıcılardan kurtulmak

Kurtarıcı olarak yola çıktılar, kuşatıcı, ele geçirici oldular.

Döndük dolaştık "bu memleketi kurtarıcılardan kim kurtaracak" noktasına geri geldik.

Vesayetlerden, siyaseti, devleti, toplumu kurtarmak adına yola çıkanlar al takke ver külah her şeyin tek merkezde, tek elde toplandığı sistem kurdular, bu sistemi rejim haline getirmeye çalışıyorlar.

Kurtarıcı olarak yola çıktılar, kuşatıcı, ele geçirici oldular.

Osmanlı imparatorluğunda, Cumhuriyet kurulduktan sonra bütün kurtarıcılar "devletin bekası", milleti çıkarı adına kurtarıcılık yaptıklarını ilan ederler.

Osmanlı da bu işi tebaa pek fazla düşünmezdi. Kurtarıcılarda, batırıcılarda, hainlerde… Sarayın içindeydi. Tebaa "padişahım çok yaşa" , "gelen ağam, giden paşam" havası içinde(mi)ydi, böylemi görünürdü?  Resmi olmayan tarih sayfalarını karıştırınca pek de "saf, salak" bir millet(ler)  olmadığını görüyoruz.

En nihayetinde imparatorluk,  kırkambar millet. Gayri Müslim olanlar neyse de, Müslim ve Türk olanların isyanları maarif müfredatında  "çapulcu-asi-hain..."  olarak yer alır, bazılarına ise hiç yer verilmez.

Bu topraklarda, tarihsel süreçten , değişik  kültür, inanç ve  kimlilikten gelen, sosyal, siyasal sorunlar var. Bu sorunları çözmek yerine, sorunları konuşmak, tartışmak  yasa dışı ilan edilip yasaklanarak, tartışan ve çözüm arayanlar hain ve iç düşman diye suçlanıyorlar.

Hainlik ve İç Düşmanlar Üretildikçe Kurtarıcılar Ortaya Çıkıyor

Cumhuriyet tarihi boyunca "hainler, iç düşmanlar" değiştiriliyor, "hainlik" değişmiyor. Hain ve hainlik üretildikçe, daha da büyütüldüğünde kurtarıcılık elzem oluyor. "Bu kış komünizm gelecek" uzun süre geçerli akçe oldu, ardından "Şeriat geliyor, Türkiye İran olacak" ve Kürtlerin kimlik ve eşit haklılık talebi, "bölücülük-terör" olarak en büyük "tehlike" ilan edildi. Makul şüpheli diye bir hukuk terimi ilan edilerek, yan bakana, hükümetin politikalarını eleştirenlere, yeni resmi söylemlere uymayanlara, bu söylemleri eleştirenlere "makul şüpheli" ve teröre destekçi olarak bakılmakta, bakmak ne kelime derdest edilmekte.

Sorunun adı ne olursa olsun, o sorun taraflarıyla birlikte herkesin rızasına dayanarak adalet içinde çözülmedikçe, sorunun taraflarından biri  düşman görüldükçe kısır döngü büyüyerek, büyütülerek devam ediyor.

Başörtüsü sorunu neredeyse devlet yıkılıyor noktasına vardırılmıştı. Çözüldü ve bitti, düşman ortadan kalktı. Kürt meselesi, çözüm sürecindeyken esen rüzgâr, siyaset ve devlet yöneticilerinin söyledikler sözler bambaşka bir tablo ortaya çıkartmıştı. "Dağdaki de bizim çocuğumuz" lafını söylemeyen kalmadı neredeyse. Barış ortamından ve sürecinin devamından vaz geçilip, dün görüşülenler bugün düşman ilan edilince "tehlike", "hainlik" geri dönüverdi. Bütün siyasal söylemler, topluma karşı konuşmalar değişti, 1990’ların dili ve politikalarına geri dönülmüş oldu.

Sorun çözmekte beceriksiz miyiz, yoksa sorunlar kurtarıcıların mecburi iktidarını mı sağlıyor?  Bütün darbeler "devlet tehlikede" diyerek ve hatta 12 Eylül  "demokrasiyi yeniden tesis etmek içün.." yapıldı.

Allahları var, toplum rızasını! alarak, razı edilecek noktaya getirerek darbeler yapıldı. "Ordu göreve" çağrıları, darbecilere methiye düzmek için sıraya giren,  yargı mensupları, öğretim üyeleri, iş dünyası, sendikalar bugün kendilerine STK diyenler… 27 Mayıs’ta aynısı oldu. Tek parti dönemi adı üstünde tek parti, Tek Adam, İkinci Adam dönemi…  

Kurtarıcılık Osmanlının Çöküşüyle Başladı

1699 Karlofça Antlaşmasıyla başlayan ve 1792 yılları arasında Osmanlının gerileme ve  1768-1774 Osmanlı Rus  savaşına son veren  Küçükkaynarca  Antlaşmasıyla toprak kaybıyla başladı  ardından Balkanlar, Kuzey Afrika devam etti. İmparatorluğu kurtarma çabaları işe yaramadı, çünkü dünya değişiyordu, ulus devletler dönemi başlamıştı.

Osmanlı modernleşmesi ve meşrutiyetle  zamanın dünyasına ayak uydurulmaya çalışıldı. Askeriyedeki reformlar ve yeniden yapılanma,  Abdülhamit Müslüman-Türk kimliği temelinde imparatorluk altında kısmen modernleşme ve ulus devleti baskıcı rejim altında yaratma denemeleri sonuç vermedi; İmparatorluğun dağılma sürecini durduramadı.

 " Devlet bekası travması bu tarihsel süreçte siyaset ve kültür ve zihniyet olarak her yere sirayet etti.

Osmanlıyı İttihat-Terakki kurtarmak istedi, olmadı beceremediler! Almanya-Fransız-Sovyet modeli arasında gittiler geldiler.

Türk kimlikli ulus devlet yaratacağız hayali ile bakiye kalmış Osmanlı tebaasında Türk olmayanları, Türk-Müslüman ulus devlet yaratma macerasıyla kırıp geçirdiler. Ne Ermeni, ne Rum… hasılı Sünni Müslüman olmayan bu toprakların kadim halkları olan Hıristiyanlara ana vatanlarını zehir ettiler. Ne Devleti kurtarabildiler nede  düşündükleri devleti kurabildiler.

Kurtarıcılık için yola çıktılar, canlarını bile kurtaramadılar.

İttihatçı denildiğinde sadece Enver-Talat- Cemal… vs. yok.

Said-i Nursi-Kurdi gibi  ittihadi-islamcılar da   var.

Devleti Türkçülükle –Türkleştirerek mi, İslamlaştırarak mı kurtaracağız hayalleri içindeydiler.

Ne öyle ne böyle kurtaramadılar.

İttihatçıların batırdığı devleti, kripto neo ittihatçılar, ittihatçı olmayan ulus devletçi modernistler ve İttihadi-islamcılar birlikte, kurtarıcılardan kurtardılar. Ama bu devlet nasıl bir devlet ve kimin devleti olacak meselesine gelince iş çatallaştı.

İslam devleti hayali kuranlar avuçlarını yaladılar.

Türkler, Kürtler, Komünistler ve Liberallerin de yer alacağını düşünenler, şamar üstüne şamar yediler, susturuldular.

Fransız devriminin "özgürlük, eşitlik, adalet" hayali içinde olan liberaller, Topal Osman’ın hışmına uğradılar.

Cumhuriyetin kuruluşuna katılmaları içim M. Kemal tarafından davet edilen Türkiye Komünist Partisi yöneticileri;  Mustafa Suphi ve arkadaşları Sürmene açıklarında denizde boğduruldular.

Osmanlıyı kurtaran Cumhuriyet böyle kuruldu.

Kurtarıcılardan devleti kurtardılar.

Gel zaman git zaman, devlet hala tehlikede!  Dört askeri darbe devleti kurtarmak için yapıldı. Kaç tane başarısız darbe de devleti kurtarmak için yapıldı.

15 Temmuz Darbesi’yle birileri  "başka bir kurtarıcılığa" soyundular. Hala niyetleri ve ne yapmak istedikleri, nasıl bir rejim kurmayı düşündükleri anlaşılabilmiş değil, mahkemelerde herkes takiyye yapıyor.

15 Temmuz Darbe giriminin devleti ele geçirmesinden kurtarıcıların kurtarmasıyla kurtulundu! 

Birinci yıla yaklaşılan darbe girişiminin doğrudan ve dolaylı faillerini yakalamak için ilan edilen Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle devletten ve hayatın her alanından FETÖ’cü temizleme harekâtı öyle bir hal aldı ki: Kürt siyasetçiler, Solcular, AKP’ muhalifi aydınlar,  akademisyenler, gazeteciler falan derken, çember öyle genişledi ki, "makul şüpheli"  suçu bile masum kaldı. "Teröre dolaylı destek" kavramı iktidarın ve devletin resmi söylemi dışındaki her şeye indirgenir oldu.

Devletin Bekası, devlet düşmanları yeniden gündeme büyütülerek taşındı. Tehlike ve düşman ne kadar büyütülürse,  siyasal ve özgürlükler alanı o kadar daraltılıyor, hukuk ve adalet evrensel değerlere göre değil, devletin bekasına göre karar veren araçsallaşmış mekanizmaya dönüyor.

2017 yılında hala bu topraklarda kendini güven içinde hissetmeyip, "tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet"  metaforuna sarılarak  "varlık-yokluk"  ve beka edebiyatına sarılınmışsa… Bunun üstünde yaratılan sistem haksız yere birilerinin dünyasını kâbusa döndürüyorsa…
Döndük gene başa…
Ne olacak bu memleketin hali…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi