Koray Düzgören
Kürtlere karşı topyekûn savaş mı?
Günlük haberlere bir bakın. Sosyal medyada konuşulan konulara bir göz atın.
Savaş haberleri, savaş çağrıları, savaş yorumları, analizleri ve savaşı teşvik eden demeçler, açıklamalar her tarafta.
Adeta bir savaş havası var.
İçerde PKK ile iç savaş şiddetlenerek devam ediyor.
Bir yandan da Irak Kürdistanı’nda birkaç gün sonra yapılacak bağımsızlık referandumunu engellemek için Türkiye’nin Barzani yönetimine yönelik tehditleri giderek artıyor.
Türkiye, Irak Kürdistanı’na sınır kapısı olan Habur civarında askeri tatbikata başladı. Bu yolla Barzani’yi referandumdan vazgeçirmeyi hedeflediğini "dostlarına" ilan ediyor.
MGK başta olmak üzere devletin üst yönetiminin gündeminde, sınır ötesinde PKK’ye yönelik bir askeri operasyon bahanesiyle Barzani’ye bir gözdağı verilip verilemeyeceği tartışması var.
Öte yandan Türkiye, Astana’da Rusya ve İran ile yaptığı görüşmelere dayanarak Suriye’de cihatçıların elinde olan İdlib’e yönelik müdahaleye hazırlanıyor.
Tabii Türkiye, bu müdahalenin sadece İdlib’e değil Kürtlerin denetimindeki bir kanton olan Efrin’e de yönelmesini istiyor.
Çünkü Türkiye, Suriye sınırının öteki tarafındaki Kürt oluşumlarını bir beka sorunu olarak gördüğünü çeşitli kereler açıkladı ve değişik zamanlarda bu bölgelere karşı operasyonlara girişmeyi düşündü.
AKP yönetimi, devletin öngörüleri uyarınca savaşın başından beri Suriye’de Kürtlerin denetimdeki kantonları ve bölgeleri işgal etmek, Kürtleri ezmek istiyor.
Şimdiye kadar ABD ve Rusya’nın karşı çıkması nedeniyle bu niyetini gerçekleştiremedi.
Ama Erdoğan yine de 2019 seçimlerine kadar MHP’den arta kalanlarla oluşturduğu Milliyetçi Cephe koalisyonunu sağlama bağlamak için bunun hesaplarını yapıyor.
OHAL REJİMİ SAVAŞ DEMEK
Erdoğan’ın bu planlarını gerçekleştirmesi tartışmasız bir şekilde OHAL sayesinde oluyor. OHAL’in devamı bu savaş hesaplarının yapılmasında sorgu suale yer bırakmadan iktidara kolaylık sağlıyor. Zaten OHAL demek aslında savaş hali demek.
Geçmişte de sıkıyönetimler, olağanüstü haller isyan, kalkışma, karışıklık, kargaşa vb. nedenlerle ilan edildi.
Bu sefer 15 Temmuz darbesi sebep olarak gösterildi. Ama asıl sebebin darbeden bir yıl önce barış masasının iktidar tarafından tekmelenmesiyle başlayan savaş olduğu size gerçekçi gelmiyorsa, OHAL’den sonra Cizre’ye, Sur’a, Şırnak’a bakın. O da yetmiyorsa cezaevlerinin tıka basa Kürtlerle ve bu savaşa karşı çıkanlarla nasıl doldurulduğuna bakın.
Ama şunu da hatırlatmakta yarar var. İktidar her şeyi bir araya getirmeyi seviyor. Torba yasalar gibi,"FETÖ ile savaşı", "PKK’ye karşı savaş"la aynı kefeye koyup, bunu da İslami literatürlerine çok uygun olan "kokteyl" (!) diye adlandırıp düşmanlarının sayısını kabarık göstermek işine geliyor.
AKP bunları yaparken devletin 94 yıldır asla vazgeçmediği savaş paradigmasının gereklerini de yerine getiriyor. Başı sıkıştığı noktada ilk iş olarak MGK’yi devreye sokuyor. Hem de 15 yıllık iktidarlarını askeri vesayete karşı çıkmak üzerine kurmuşken...
İşte bu devlet paradigmasının bir gereği olarak, AKP iktidarı da bugüne dek birçok iktidarın yaptığının kat be kat ilerisine gidiyor, PKK ile savaşı sınırlar içinde ve dışındaki Kürtlere karşı topyekûn bir savaş haline dönüştürüyor.
Önce sınır içine bakmak gerekirse, Türkiye’de PKK’ye karşı savaş bahanesiyle bütün Kürtler hedef haline getiriliyor. Kürtlerin uzun yıllar süren mücadeleleri sonucu elde edilmiş en doğal hakları birer birer ellerinden alınıyor.AKP içindeki Kürt milletvekilleri bile bu konulardaki rahatsızlıklarını açıkça ifade ediyorlar.
IRAK VE SURİYE KÜRTLERİNE DE SAVAŞ
Sadece Türkiye’deki Kürtlere değil Irak ve Suriye’deki Kürtlere de neredeyse savaş ilan edilmiş durumda.
Türkiye ne zamandır Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerine girmek ve düşman ilan ettiği Suriyeli Kürtleri ezmek istiyor. Suriye Kürtlerinin örgütleri olan YPG-PYD’nin PKK’nın uzantısı olduğunu iddia ediyor.
Şimdi yeniden sınıra askeri sevkiyat yapılıyor, ülkenin batısından, Trakya’dan zırhlı birlikler Suriye sınırına kaydırılıyor.
Astana’da ise Rusya, İran ile yapılan görüşmeler sonucunda Türkiye’ye İdlib’e müdahale için yeşil ışık yakıldığı söylentileri ortada dolaşıyor.
Bunun anlamı Türkiye’nin Suriye’de bu kez açık savaşa girmesidir.
Çünkü AKP iktidarının İdlib’le kalmayacağı, ona komşu olan ve Kürtlerin de yer aldığı Suriye Demokrasi Cephesi’nin kontrolündeki Efrin’e de saldıracağını bilmeyen yok.
Erdoğan ne yapıp edip, Suriye’de duvara toslayan hamlelerinin acısını çıkartarak Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabileceğini sanıyor.
Böylece Türkiye’yi sonu belli olmayan bir savaşa sürükleyebilir.
Kaldı ki Rusya’nın İdlib’de Türkiye’ye biçilen rolün ötesinde başka bir harekat için izin verip vermeyeceği de belli değil.
Aslında ortada oldukça belirsiz bir durum var. Türkiye bu belirsizliği fırsata çevirebilir mi? Uluslararası gözlemcilere bakılırsa bu şimdilik oldukça güç.
Mesele sadece Suriye değil. Türkiye PKK ile hiçbir ilişkisi olmayan, hatta PKK’ye karşı çıkan Irak Kürdistan Bölge yönetiminin bağımsızlık referandumu yapmasını da istemiyor.
Buna engel olmak için Kürdistan Bölge Yönetimi’nin başkanı Barzani sürekli tehdit ediliyor. Referandum olursa iç savaşın çıkacağı, bunun Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır olarak değerlendirileceği vb. mesajları veriliyor.
Hatta Silahlı Kuvvetler Irak Kürdistan’ı sınırına yığınak yapıyor ve referandum tarihi olan 25 Eylül’e kadar sürecek bir tatbikat başlatılıyor.
Amaç, bir yandan iç kamuoyunu ve özellikle de AKP’nin gayrı resmi koalisyon ortağı Devlet Bahçeli’yi Kürtlerin bağımsızlığı konusunda kararlı olduğuna inandırmak. İkna etmek.
Bir yandan da Barzani’ye gözdağı vererek devletin bu konuda taviz vermek istemediğinin mesajını iletmek.
BARZANİ İLE ERDOĞAN AİLESİNİN İLİŞKİLERİ
İşte burada işler biraz karışık. Erdoğan ailesi ve yakınlarıyla Barzani ailesi ve yakınları arasında çok köklü ticari ve parasal ilişkiler yıllardır biliniyor. Hack edilen Berat Albayrak’ın elektronik postaları sadece malumun ilanı oldu. Yani iki tarafın da aslında birbirlerinden kopması pek mümkün görünmüyor. O nedenle Erdoğan ve sözcülerinin referandum ve bağımsızlık konusundaki aleyhte açıklamalarına olsa olsa kendilerine sunulan her şeyi doğru sanan AKP-MHP seçmenini inandırabilir. Şu anda bu tartışmaya girmek istemiyorum ama bu tehditleri ben pek inandırıcı bulmuyorum. Ama halka propagandası yapılan ve devletin iktidara dayattığı bu düşmanlığa sarılmak Erdoğan’ın da çıkarlarına hizmet ediyor.
Şimdi soru şu: Türkiye bir yandan Suriye’nin kuzeyinde İdlib bahanesiyle Efrin’e, öte yandan da referandum bahanesiyle Irak Kürdistanı’na saldırabilir mi?
Böyle bir hareket Kürtlere karşı topyekûn savaş demektir. Bunu savaş diye adlandırmak aslında doğru değil, bunun adı olsa olsa soykırımdır.
Şimdi AKP medyasında bu çılgınlık hali tartışılıyor. Bazı militaristler ve savaş düşkünleri Türkiye’nin sınırlarının ötesindeki Kürtler nedeniyle beka sorunu yaşadığını ve kesinlikle topyekûn bir savaşa girerek Kürtleri ezmek gerektiğini söylüyor.
Burada alıntı yapmayı gereksiz görüyorum İktidar medyasına şöyle bir gözatmak yeter de artar bile.
Bir de daha ılımlı görünüp her cephede birden savaşın doğru olmadığını, Türkiye’nin menfaatinin düşmanlarla birer birer mücadele etmek olduğunu söyleyenler var.
Yani "her şeyi birden istersek elimizdekilerin tümünü birden kaybedebilir"mişiz.
"Bu neyin savaşı, çözüm barıştır" diyene ise neredeyse hiç rastlanmıyor.
Ha "topyekûn savaş" ha ‘mevzi savaş’ hepsi aynı kapıya çıkar.
Savaş yıkım ve yok oluştur.
Bu yok oluş belki iktidarları bir süre daha ayakta tutar ama ya ülkenin geleceği…