Kürtlerle ittifak

Bugün geldiğimiz aşamada da öyle anlaşılıyor ki, Kürtlerle ‘barış’ Ortadoğu’da yeniden şekillenmekte olan ‘tehditler dengesi’nde Türkiye’nin Amerika ve müttefiklerinin yanında hizalanmasının bir göstergesi olacak.

Söz konusu Kürtlerle savaş olduğunda yakalanan mutlak uyum iş ‘barışmaya’ gelince bir anda bozuldu, hatta kriz çıktı…

Kastettiğim sadece iktidar koalisyonu arasındaki uyum değil; muhalefet cephesinde de, deyim yerindeyse, ‘çarşı karıştı’!

Çünkü Kürtlerle savaş her biri için adeta siyasi rant kapısıydı: Bir yandan, aç kalanların ağzına ‘kızıl elma’dan damlayan bal çalındı, bir yandan ‘emanet oylar’ cukka edildi…

Bu arada Kürtlerle savaş diyorum, zira savaş yalnızca ‘terörle mücadele’ paranteziyle sınırlı tutulup Türkiye’ye karşı eline silah alan Kürtlere karşı yürütülmedi. Sandığa gidip oy veren, aldığı oyla siyaset yapmaya ‘cüret eden’, Kürtçe şarkı söyleyip halay çeken, tiyatro yapan, hatta cansız bedeni bir çöp torbası atılan ya da çoktan toprağın altına giren Kürtler bile bu savaşın hedefiydi. Öyle ki bu savaş, Kürtlerin gölgesine sığınacağı ağacı bile ‘düşman’ gördü, Kürtlerin bastığı taşı toprağı yaktı, yıktı. Hatta sınırın ötesinde berisinde, Kürtlerin toprak bildiği her yer ‘teröristan’ ilan edildi…

Ama bu siyasi rant kapısı artık kapanıyor, kapanmak zorunda…

Çünkü bugüne kadar Türkiye’yi coğrafyasında ‘istisna’ kılan düzen değişiyor, dünya devletleri yeni bir ‘tehditler dengesi’ üzerinden hizalanıyor.

Hiç kuşkusuz bu bir ilk ya da yepyeni bir durum değil. Dünya siyaseti, en genel ifadesiyle, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrasında da benzer bir yeniden hizalanma evresinden geçti. Fakat bu her iki evrede de, Türkiye önce ‘komünizm’ sonra da ‘radikal islam’ tehditlerine karşı içinde bulunduğu Batı ittifakı nazarında ‘istisna’ bir yer tuttu.

Bu arkaplan çerçevesinde bugün yaşanan en büyük değişim, her şeyden önce bir Batı İttifakı’ndan söz etmenin artık mümkün olmadığı. Zaten uzun zamandır krizde olan Batı ittifakı kurumları hala ayakta olsa da, tıpkı bundan beş yıl önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO bağlamında söylediği gibi, bir ‘beyin ölümü’yle karşı karşıya. Zira bu ittifakın hem fikir hem finans kaynağı olan bir Amerikan aklı yok artık. Yeni Amerikan aklı ‘Önce Amerika’ düsturu etrafında örgütleniyor. Bu durumu, birçoklarının akıl sağlığından şüphe ettiği Trump üzerinden açıklamak ise yanıltıcı olur. Yeni Amerikan aklına asıl şekil veren fakirleşen Amerikan orta sınıfının tercihleri. Son yıllarda sayısız araştırma, Amerikan kaynaklarının ‘dünya’ya harcanmasına karşı iç kamuoyunda giderek yükselen eğilime dikkat çekiyordu. Biden Yönetimi de 2022 yılında yayınladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde ‘Önceliğimiz Amerikan alt yapısına yatırım yapmak’ ya da ‘Amerikan halkı için dış politika yapacağız’ diyerek bu eğilimin farkında olduğunun işaretlerini vermişti. Fakat aynı Biden Yönetimi, ‘Avrupa’yla ittifakı güçlendirmeyi’ de öncelikleri arasında saymıştı. Ve kazanan herkesten ve her şeyden ‘Önce Amerika’ diyenler oldu…

Dolayısıyla, Türkiye gibi ‘beka’sını ya da güvenliğini Amerika’nın liderliğindeki Batı İttifakı’na dayandıran ülkeler için bir yeniden hizalanma bugün kaçınılmaz ve acil bir ihtiyaç. Bu bağlamda, Avrupa hazırlıklara daha Trump’ın ilk döneminde başladı. Alınan en erken sonuç, yeni Avrupa güvenlik ve savunma mimarisinin çerçevesini belirleyen Stratejik Pusula oldu. Henüz daha alınacak çok yol olsa da, AB ülkeleri en azından kiminle, hangi tehditlere karşı, nasıl hareket edeceği konusunda genel bir mutabakata vardı.

Bu arada, Stratejik Pusula her ne kadar AB üye ülkelerinin NATO ittifakına taahhütünü yinelese de, örneğin, AB adayı NATO üyesi Türkiye’yi bu yeni Avrupa güvenlik ve savunma mimarisinin dışında tuttu. Daha da önemlisi, Türkiye’yi ‘provokasyonlar ve tek taraflı politikalar eliyle AB’yi çevreleyen istikrarsızlıklara katkıda bulunan’ bir yerde konumlandırdı.

Geldiğimiz aşamada Türkiye açısından ‘rasyonel tercih’ bu kaygan zeminde yeni maceralar peşinde koşmayı bırakıp, NATO ittifakına son on yılda olduğundan daha fazla önem vermek ve Amerika’yla ilişkileri olabildiğince düzeltmek. Anlaşılan o ki, iktidar da en azından Bahçeli’nin açıklamaları eliyle ekonomiden sonra dış politikada da ‘rasyonel’ olana dönme eğiliminde. Bahçeli’nin geçen hafta dile getirdiği şu sözler sanki arada kaynadı:‘Türkiye ile ABD arasında çözülemeyecek sorun yoktur. Türkiye dönem dönem sorgulasak da bir NATO üyesidir’

Bu çerçevede, Kürtlerle ittifak Türkiye için bugün bir politik tercih değil, stratejik zorunluluktur demek sanırım yanlış olmaz. Zira Amerika ve Türkiye arasında ister Obama, ister Trump’ın ilk dönemi ister Biden dönemi olsun, çözüm bekleyen sorunların en başında Kürtler vardı. Aslında Amerika’nın Kürtlere dair bir ‘hassasiyeti’ olduğunu söylemek zor. Hatta Amerika’nın bir Kürt politikası olduğu bile tartışmalı. Hele yeni Trump Yönetimi’nden böyle bir hassasiyet beklemek doğrusu bana akıl dışı geliyor. Amerika-Türkiye ilişkilerinde sorun olan yalnızca Rojava Yönetimi ölçeğinde tarafların farklı tutumlar içinde olmasıydı ve Amerika bu tutumunda bana göre üç nedenden ötürü ısrarcı oldu: Suriye rejiminin devrilmesi konusunda Türkiye’yle fikir ayrılığına düştü, IŞİD’le mücadelede Türkiye’ye güvenmedi, üçüncüsü ise Türkiye’nin Rusya’yla yakınlaşması ve Astana çerçevesinde Suriye sahasında Rusya ve İran’la ortak hareket etmesini bir tehdit olarak algıladı. Bu haliyle, Rojava Yönetimi üzerinden yaşanan sorunlar aslında Türk-Amerikan ilişkilerini sarsan yapısal sorunların bir göstergesiydi ama esasa ilişkin bir görüş ayrılığının kaynağı olmadı.

Bugün geldiğimiz aşamada da öyle anlaşılıyor ki, Kürtlerle ‘barış’ Ortadoğu’da yeniden şekillenmekte olan ‘tehditler dengesi’nde Türkiye’nin Amerika ve müttefiklerinin yanında hizalanmasının bir göstergesi olacak. Aksi halde, Avrupa güvenlik mimarisinin dışında kalan Türkiye, Ortadoğu mimarisinin de dışında kalacak. Bu her iki alanda esamesi okunmayan, hatta ‘istikrarı bozucu’ bir unsur olarak konumlanan Türkiye’nin NATO çerçevesinde taşıdığı ağırlık da tartışmalı olacaktır.

Nihayetinde, Cihat Yaycı gibi Kürtlerle savaşı Türkiye’nin emperyal arzularına alet edenlerin anlaması gereken şu ki, ‘atı alan çoktaaan Üsküdar’ı geçti’. Ortadoğu bu kez İsrail ve Körfez liderliğinde yeniden kuruluyor. Önümüzdeki dört yıl içinde de bunu tersine çevirecek bir güç görünmüyor. İran bile bu işten en az zararla çıkmanın yollarını arıyor…

‘Önce Amerika’ diyen Trump Ortadoğu’da savaş istemiyor…

Dolayısıyla, ‘vakit tamam, söz konusu vatan’…

Bahçeli “Kürt kardeşlerimizle kucaklaşarak, milli kardeşlik hukukunu Türkiye’nin düşmeyecek kudret mevzi haline getirmek, geleceğe ve geçmişe sadakat nişanemizdir” dedi.

Nihayet sıra Kürtler adına konuşması beklenen Öcalan’a geldi…

Bakalım o ne diyecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arzu Yılmaz Arşivi