Eser Karakaş
Laiklik meselesinde anlaşamıyoruz, ağır sorunlar bitmeyecek
Hep söyleyegeldim, siyasi konuların sağlıklı tartışılması tarafların ortak bir hukuk ve kurumsal yapılaşmayı kabulü ile mümkün.
Siyasi tartışmanın tarafları arasında bir ortak hukuk ve buna bağlı olarak bir kurumsal yapılanma kabulü yoksa işimiz çok zor.
Hukukta, devlet kurumlarının yapısı üzerinde anlaşacağız, ancak o zaman siyasi tartışma anlamlı hale gelecek.
Bu söylediğime en iyi örnek muhtemelen laiklik meselesi.
Türkiye’de laiklik meselesi en çok tartışılan ama arka planı üzerinde en küçük bir mutabakatın olmadığı bir konu, bir müessese.
Muhafazakarların da, seküler yaşam tarzını benimseyenlerin de laiklik anlayışları çok sakat. Çok sakat çünkü her iki kesim de dürüst bir tanım yapmaktan kaçınıyorlar.
Aslında hem muhafazakarların hem de seküler yaşamı savunanların büyük laiklik kavgalarına rağmen laiklikten anladıkları bir açıdan çok farklı ama başka bir açıdan da çok benzer.
Laiklik inanç, ibadet, din ve vicdan özgürlüğü demek değildir.
Bu konular çok kıymetlidir ama daha ziyade kanaat ve ifade özgürlüğü şemsiyesi altına girer.
Laiklik devlet yapısına ilişkin bir kavramdır ve bu çerçevede de anlamı sadece her devlet tasarrufunun, çok ağırlıklı olarak da bütçesinin dini referansı olmaması anlamına gelir ve sadece bu anlama gelir.
Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanlarının merkezi bütçeden maaş aldıkları, müftülerin yani devlet memurlarının fetva verebildikleri bir devlete laik demek olanaksızdır.
Gel de bunu bizim seküler kesime anlat bakalım.
İmam-Hatip liselerinin, İlahiyat Fakültelerinin (özellikle bizdeki biçim ve işleyişi ile) bütçeden finanse edildiği bir eğitim sistemi laik bir devletin eğitim sistemi olamaz.
Gel de bunu bizim muhafazakarlara anlat bakalım.
Bitirdiğimiz haftaya ilişkin iki konuyu sizlere sunacağım.
Fransa’nın Brötanya bölgesinde Ploermer isimli bir kasabada bir parkta Papa II. Jean Paul’ün (Ağca’nın vurduğu Papa) 2006’da büyük bir heykelini yapmış bir rus heykeltraş ve bu büyük heykelin üzerine de yine çok büyük bir haç kondurmuş.
Fransa devleti 1905’den beri gerçek bir laik devlet yani devlet ve kilise işlerini ayırmış; 1945 sonrası ise sadece Alsace bölgesi için artık anlamsız duran bir özellik var.
Bu laik Fransa devletinin yargısı ve bürokrasisi, halkının çok büyük bir bölümü hristiyan, kamusal alan olan söz konusu parktan heykeli değil ama heykelin üzerindeki büyük haç heykelini kaldırtma kararı alıyor. Gerekçe kamusal alanda böyle bir dini simgeye laiklik ilkesi çerçevesinde izin verilemeyeceği.
Polonya devleti de, malum, Papa II. Jean-Paul Polonyalı idi, heykelin üzerindeki haçın kaldırılması yerine olduğu gibi Polonya’ya gönderilmesini istiyormuş, kamusal bir alanda sergileyeceklermiş bu heykeli.
Ben bu tür, Fransa türü bir laiklik anlayışını doğrusu çok doğru buluyorum.
Orası bir kamusal park, Hrıstiyanı da, Müslümanı da, Musevisi de, dinsizi de geliyor oraya. Laik Fransa devletinin tavrı o heykelin kaldırılması doğrultusunda; muhtemelen haç sökülmeyecek, heykel o şekliyle Polonya’ya gönderilecek. Fransa devletinin bu tavrı asla bir din düşmanlığı değil, olamaz zaten, sadece gerçek bir laikliğin tezahürü.
Size aktarmak istediğim ikinci haber başka bir laik devletten, Türkiye’den.
Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ devlet dışında üretilecek din eğitimi için "merdiven altı" tabirini kullanmış bir demecinde. Merdiven altı tabiri, malum, yasa dışılık, kural dışılık, denetimsizlik anlamına geliyor.
Buradan çıkartılması gereken sonuç din eğitimi hizmetinin her aşamada devlet tarafından üretilmesi gereği; ikinci bir sonuç ise, şayet bu din hizmeti devlet tarafından üretilmiyor ise, işin merdiven altına yani kötü amaçlı kişi ve kurumların eline kalabileceği, hatta kalacağı. Oysa, laik bir devlet din eğitimi hizmeti üretmez. Din eğitimi hizmeti çok önemli, toplumun bir bölümü tarafından güçlü bir şekilde talep edilen bir hizmet kategorisidir.
Bu durumda devlete düşen görev bu hizmet üretiminin evrensel hukuk, anayasa, yasalar doğrultusunda üretilip üretilmediğine, üretime bizzat asla karışmadan, denetlemektir.
Devlet lokantıcılık hizmeti üretmez, üretmemelidir ama yerel devlet (belediyeler) bu hizmetin kalitesini hıfz-ı sıhha açısından çok yakından denetlemek durumundadır.
Kimse bana din hizmeti üretimi ile lokantacılık hizmeti üretimi aynı şey midir demesin, evet, özünde ayrı şeydir, devlet dışında üretilmesi gereken, niteliğini devletin evrensel kurallar doğrultusunda, içeriğe karışmadan çok sıkı denetlemesi gereken hizmetlerdir.
Devlet lokantacıya neden bu yemeği değil de neden şunu üretiyorsun, neden bunu sağ yağlı yapıyorsun da zeytinyağlı yapmıyorsun, neden alkol veriyorsun, neden domuz eti içeren yemekler var listende diyemez; alkol ve domuz eti sevmeyenler o lokantaya girmez, mesele bu kadar basittir, domuz eti vermeyen, helal et pişiren, alkollü içecek satmayan sayısız lokanta da var.
Devlet aynı şekilde, devlet dışı din hizmeti üretimi kurumlarına da neden bu inanca ağırlık veriyorsun, neden böyle okutuyorsun da diyemez; diyebileceği tek şey laik devlet aparatı dışında üretilen dini eğitim müfredatının hukuka, anayasaya uygunluğudur.
Devlet dinin doğruluğu denetimini de asla yapamaz; doğru dini bilgi olamaz, insanların inandığı farklı dini değerler vardır, devlet mekanizması, o bütün gücü ve büyüklüğü ile dini bilgi doğruluğu tekelini bulunduramaz elinde.
Şayet bulundurursa, o devlete laik devlet denemez.
Su-i misal emsal olmaz derler; Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’da yaşadığı korkunç yanlış olay başka yanlışlar için de gerekçe olamaz.
Bir malı, hizmeti devlet üretmiyorsa ve hizmet bir kamu hizmeti değilse, din hizmeti çok önemlidir ama bir kamu hizmeti değildir, o hizmete "merdiven altı" demek bizde sağcısından solcusuna, muhafazakarından liberaline çok geniş ama o ölçüde de yanlış bir ortak anlayıştır.
Devlet sadece kamu hizmeti üretir, zaten varlık nedeni ve tanımı da sadece budur.
Devlet, kamu hizmeti üretimi dışındaki malların, hizmetlerin üretimini sadece rekabet ve hıfz-ı sıhha açısından denetler.
Her tartışmada karşıma çıkan gerçek bizim ülkemizde tartışma taraflarının aslında olmaması gereken benzerliklerinin farklılıklarının çok önünde olduğudur.
Kimse Kılıçdaroğlu’na Diyanet (DİB) bir anayasal kurum olmamalı dedirtemiyor.
AKP ise zaten tümden DİB’ci.