Ragıp Duran
Maydanoz Mersin'den, Pirzola Paraguay'dan
Pazar sabahı Köln tren istasyonunun önü. Saat 07.30. Afrikalı orta yaşlı bir kadın, kocaman bir çuvalıyla yoksulluğunu taşıyor sırtında. Kafenin terasında Güneydoğu Asyalı orta yaşlı bir adam önce İngilizce sonra Almanca bas bas bağırıyor tek başına : Günaydın Köln! ''Good Morning Vietnam'' filmindeki radyo anonsu gibi... Çevrede telaşlı insanlar, küçük tekerlekli bavullarını sürükleyerek gişelere doğru ilerliyor. Bavul değil sanki köpeklerini gezdirmeye çıkarmışlar. Kafede yanımdaki masada oturan genç kız gömülmüş bilgisayarına alel acele bir şeyler yazıyor. Olmadı galiba. Çıkardı cep telefonunu muhatabını fırçalarcasına uzun uzun konuştu. Punk kıyafetli bir çift, kapının önündeki silahlı polislerle tartışmaya başladı. Kadının tişörtünün içinde, göğüs kısmında yaralı bir güvercin var. Polislere kuşu gösterip bir şeyler söylüyor. Almanca bilmiyorum, anlamıyorum. Az ötede şık giyimli bir delikanlı kendi kendine konuşuyor. Baktım kulaklık ya da cep telefonu mikrofonu filan yok. Hakikaten kendi kendine konuşuyor. Yalnızlık kötü bir şey. Aynayla ya da televizyon ekranıyla konuşturur insanı.
Artı Gerçek internet sitesiyle Artı TV'nin yeni yayın dönemi toplantısındayız. Neyi nasıl yaptık? Neyi nasıl yapamadık? Bundan sonra neler yapmamız gerekir? Kalabalık ekibimizde sitenin ve televizyonun yönetici, yazar ve bazı çalışanları var. Gün boyu daha iyi yayıncılık yapmanın yollarını arıyoruz. Mesleki ve siyasi tınılı tartışmalarımız üst düzey. Herkes birbirine çok saygılı, kimse kimsenin sözünü kesmiyor, kimse saçma sapan konuşmuyor. Sorunlarımızı ve umutlarımızı konuşuyoruz. Hoş, olgun, kaliteli, öğretici...
Mekan tanıtımı kategorisine girmeyecekse üç gün üst üste akşam yemeğine gittiğimiz bir lokantayı yazayım. Nehir kenarında, tenis kortlarının önünde cıvıl cıvıl bir teras. ''Burası Köln'ün Boğaz kenarı lokantası'' diyor işletmeci arkadaş. Antakya'dan hemşehrim. Üzerinde Karakartal forması var. Siyasi muhabbetlerde Çarşı grubu izleri...
Bizim Celal Başlangıç sadece iyi bir gazeteci değildir. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin çeşitli kentlerindeki en iyi meyhaneleri, mezesi en iyi lokantaları da bilir. Bu uzmanlık alanını Köln'e de taşımış durumda.
Masa donatılırken nefis bir biberli ceviz yanında muhammara...Rakı Istanbul'dan gelmiş.
Antakya'da bir adet vardır: Lokantalarda evlerde sofraya yemek gelmeden önce, bir bardak içinde sunulan maydanoz, nane ve bazı yerel otlar hem ağzı temizler hem de iştah açar. Köln'de de olsak masamızda nefis bir yeşillik manzarası; ''Bunlar özel olarak her gün taze olarak Mersin'den geliyor''. 2. kadehten sonra ana yemeğe geçiyoruz: Tanıdığın lokantada öyle menüye filan bakıp yemek sipariş etmezsin, lokanta sahibini tanıyorsun, o da seni tanıyor, dolayısıyla senin ne yemek yiyeceğine o karar verir. Çünkü mutfağı en iyi o biliyor, senin damak zevkini de.
Antakyalı Erdem, bir pirzola, bir biftek servisi yapıyor tabaklara. Et demek zor, lokum lokum! Yumuşacık, cırt diye kesiliyor, ağzına atınca da adeta eriyor mideye inene kadar. ''Bu etler Paraguay'dan geliyor. Şoklama, dondurma yok. Havası alınmış özel paketlerde 2 ay kadar taze kalıyor. Zaten ızgarada her bir tarafı en fazla dört dakika mühürlüyorsun. Güzel oluyor...''.
Sofranın esas kral tarafı aslında ne cevizli biber ne de pirzola. Çünkü Türkiye ve Avrupa'nın dört bir yanından gelen gazeteci dostlarımızla mesleki, siyasi bilahare de gırgır konuları ele aldık. Kah hüzünlendik kah kakara kikiri eğlendik.
Önümüzdeki dönemde, hem Artı Gerçek'in hem de Artı TV'nin, en az taze nane ve Paraguay'dan gelen pirzola kadar güzel olması amacıyla, elimizden geleni yapmak için moral toplamış olduk.