Ragıp Duran
Medya, benzin fiyatlarını düşüremiyor ki…
Baskın hatta Panik Seçim olarak adlandırılması gereken Erken Seçim’de medyanın rolü ne olacak?
Önce bir hatırlatma: Erdoğan, henüz Başbakan değilken, şiddet içeren bir şiir okuduğu gerekçesiyle mahkemece yargılanıp suçlu bulunmuş ve mahkum olmuştu. O zaman kadim düzenin "Amiral Gemisi’’ (Yeni adı artık "Miço Sandalı’’!) Hürriyet, "Muhtar bile olamaz’’ başlığını atmıştı. O gün bugün, bazı başka manşet ve haberleri nedeniyle Erdoğan genel olarak yaygın medyaya özel olarak da Doğan grubuna kin ve nefretle bakıyordu. Sonunda emeline ulaştı ve Doğan grubunu Erdoğan grubuna kattı. İktidara geldikten sonra da 16 yıl içinde, adım adım, yandaş işverenleri ya da kamu bankaları kredileri ile medyanın çok büyük bir kısmını doğrudan ya da dolaylı olarak ele geçirdi. Bu sayede uzunca bir süre, Türk (Türkiye değil Türk) kamuoyu, iktidarın çok çeşitli yolsuzluk, beceriksizlik, haksızlıkları ile, gayrı hukuki ve gayri meşru faaliyetlerinden büyük ölçüde haberdar olamadı. Medyaya yapılan milyarlarca liralık yatırım, unutmayın sadece iktidarı övmek için yapılmaz, olumsuzlukları gizlemek için de yapılır.
AKP’nin iktidara yeni geldiği yıllarda, Erdoğan’ın sarfettiği bir başka cümleyi de hatırlayalım: "Biz manşetlerle gelmedik, öyle manşetlerle de gitmeyiz!.’’ Güzel. Ama bir iktidarın gitmesi için manşet de şart değildir. Manşetsiz giden çok sayıda iktidar gördük biz Türkiye’de ve başka ülkelerde.
Erdoğan, Türk medyasının yaklaşık olarak yüzde 80’ini denetlerken bile, son dönemde ortaya çıkan olumsuzluklar kaçınılmaz olarak kamuoyunda yankı buldu. Afrin’e yönelik saldırı, medyada milliyetçi, Kürt düşmanı mülahazalarla köpürtülmesine rağmen, Erdoğan’a beklediği seçmen desteğini getirmedi. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in bile artık itiraf etmek zorunda olduğu ekonominin kötü gidişatı konusunda da Erdoğan medyası çaresiz kaldı.
İktidar, medyanın yüzde 80 desteği ile göz boyama dersinden ikmale kalırken, yüzde 95 medya desteği ile sınıfı geçeceğine inanıyorsa, yanılıyor. Çünkü o yüzde 95'lik medya desteği, TL’nin dolar karşısındaki değer kaybetmesini önleyemiyor. Keza, benzin fiyatlarını da düşüremiyor. Özel olarak iktidardan nemalanmıyorsa, sıradan yurttaş, geçmişte hangi partiye oy vermiş olursa olsun, satın alma gücü düştüğünde iktidardan uzaklaşır. Türkiye’nin 17. büyük ekonomi olması ya da ilk çeyrekte büyüme oranının yüzde 7.2 olması, yurttaşın günlük olumsuz/sorunlu yaşamını değiştiremiyorsa, kimse bu rakamlara güvenmiyor demektir. Hiçbir yurttaş da sandık tercihini tartışmalı bu istatistiklerle belirlemez.
Erdoğan, bu nedenlerle medya desteğine çok fazla umut bağlamamalı. Seçmen de zaten çok büyük bir ihtimalle siyasi tercihini medyaya bakarak değil, kendi yaşamını, kendi durumunu değerlendirerek belirleyecek. Medya eğer gerçekten siyasette tayin edici/başat aktör olsaydı, 1950’de CHP seçimleri kaybetmezdi, keza 2002’de de AKP iktidara gelemezdi. SSCB de yıkılmazdı bu arada. Bir örnek de ABD’den: Medyaya kalsa, Trump değil H. Clinton kazanacaktı başkanlığı.
Önümüzdeki 66 gün, Erdoğan medyası, yoğun ve yaygın bir şekilde iktidarın seçim propagandasını ve ajistasyonunu yapacak. Çünkü o medyanın kaderi de Erdoğan’a bağlı. Erdoğan kaybederse, Mehmet Barlas ile Abdülkadir Selvi ve kankaları ertesi gün New York Times’da istihdam edilmeyecekler.
Erdoğan grubunun yazılı medyası, o medyadan bir istihbaratçının itiraf ettiği üzere, tirajlarını şişiriyor. Böylelikle hem Basın İlan Kurumu'ndan hem de özel sektörden daha çok reklam-ilan alabiliyor. Ayrıca da kendisini inek sanan şişirilmiş kurbağa konumunda görüyor.
Televizyonlarına gelince, özellikle en radikal yandaş olan aHaber artık izleyicisi tarafından bile mizah ve magazin kanalı olarak algılanıyor. Haber çarpıtma, haber gizleme ve yalan haber ile propaganda konusunda gerçekten çok beceriksizler. Ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.
66 günde, ciddi bir medya organının yapması gereken çok iş var:
- Öncelikle bu erken seçim kararının arka planı, nedenleri araştırılmalı, haberleştirilmeli. Eski açıklamalar ile son karar arasındaki çelişkiler deşilmeli. Bir de bu son Beştepe diyalogu teşhir edilmeli. İki lider, sadece 30 dakika içinde, böylesine önemli bir karara nasıl vardılar? Ne konuştular? Karar önceden alınmışsa ne zaman alındı? Tarih neye göre saptandı?
- Medya, bir doğrulayıcı kimliğine girip, esas olarak iktidarın propagandasındaki tüm gerçek dışı bilgileri somut olarak tekzip edip, konunun doğrusunu kamuoyuna iletmeli. Kuşkusuz gazeteciliğin asli olan bu görevi, muhalefet adayları ve partilerinin açıklamaları için de geçerli.
- İktidar, şimdiden belli ki, seçim propagandasını geleceğe yönelik olarak tasarlayacak ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi denilen ucubenin reklamını yapacak. Medya bu reklama da somut, yerli ve yabancı örneklerle karşı çıkmalı. Parlamentoda ezici bir çoğunluğa sahipsiniz, bütün devlet kurumları emrinizde… KHK ile istediğinizi yapıyorsunuz. 24 Haziran öncesinde ne istediniz de yapamadınız? 1 Temmuz’dan sonra nasıl yapacaksınız ki? Mevcut sistem sizi nerede, ne zaman, nasıl engelledi?
- Medyanın görevi doğru bilgi vermek. Artık merkez medya da kalmadığına göre, sadece gazetecilerin değil yurttaşların da İnternet üzerinden diğer yurttaşları bilgilendirmesi önem kazanacak. Tüm adayların da sosyal medyada aktif olmaları beklenir. Obama ve Corbyn sosyal medyayı iyi kullanarak seçimlerde önemli başarı kazandılar.
- Bellek konusunda çok derin ve zengin olmayan bir toplumda yaşadığımızı hesaba katarak, iktidarın son 16 yıldaki olumsuzluklarını da hatırlatmak, medyanın görevi. Tercih yapacak olan seçmene, seçime katılan bütün adaylar ve partiler hakkında ayrıntılı, somut, gerekçeli bilgiler vermek gerekir. En geniş yelpaze temelinde de zengin yani çeşitli ve farklı yorumları sunmak lazım.
- Seçim/Sandık Güvenliği meselesi bu oylamada da önem kazanıyor. Hem katılımı hem de temsiliyeti sağlamak ayrıca demokratik bir yurttaşlık görevi olan seçime katılmak yönünde de bilgilendirici yayın yapmak gerekir. Yüksek Seçim Kurulu'nun tüm çalışmaları pertavsızla izlenip, hukuka, yasaya, meşruiyete aykırı yönler varsa derhal teşhir edilmeli.
- İktidar, az sayıda da olsa, tiraj ya da reytingleri çok yüksek olmasa da, bağımsız gazetecilikte ısrar eden kurum ve meslektaşlarımıza karşı seçim kampanyası boyunca da yasadışı ve gayrımeşru baskılar uygulayacağa benzer. Habercilikten, gazetecilikten yani mesleğimizden vazgeçmememiz gerekir. Sağlam haber, belgesiyle, gerekçesiyle, sonuna kadar koruyacağımız güvenilir kaynağı ile bizim zaten varlık nedenimiz. Özel olarak cesur olmaya gerek yok belki ama korkmamak da lazım.
- Vox Pop ya da Türkçe’de "Kaldırım Röportajları’’ dediğimiz format, kampanya döneminde önem kazanır. Kayıt ettiklerimizi dengeli bir şekilde yayınlamamız gerekir. Haber değeri olan açıklamalarla düz propaganda arasındaki ayırımı iyi gözetmemiz gerekir.
- Gazeteci seçimde, herhangi bir adayı, herhangi bir partiyi desteklemez. Onun yapması gereken, hem kampanyanın hem de oylamanın adil, eşit, hür bir şekilde gerçekleşmesine haber, röportaj, söyleşi, yorum, inceleme ya da fotoğraf ve karikatürleriyle katkıda bulunmaktır. Barış, özgürlük, bağımsızlık, kamu çıkarı, şeffaflık gibi temel kavramlara sadıktır, bu sadakati adaylar ve partilerde de arar, yoksa teşhir eder.
- Gazeteci kampanya döneminde, demokratik ve özgür bir tartışma alanı oluşturmayı sağlamak için, özel olarak sesi fazla duyulmayan aday ve partilere öncelik tanır. Ama tüm aday ve partilere hem eşit uzaklıkta durur hem de hepsine eleştirel yaklaşır.
Bindik bir alamete, gidiyor muyuz kıyamete? Her şerde bir hayır var mıdır?
Adil, eşit ve bağımsız bir oylama yapılabileceğine güven duysa seçmenler, aslında hiçbir sorun yok. Ama Federasyon açıkça kimi desteklediğini ilan etti, hakem taraf tutuyor, rakip sürekli faul yapıyor, ofsaytlarda yardımcı hakemler bayrak kaldırmıyor. Bir takım 11 kişi, rakip 22 kişi çıkmış sahaya.
Olsun, yine de iyi bir 11, iyi oynarsa kazanabilir.