İnci Hekimoğlu
Mesaj sadece Kılıçdaroğlu’na verilmedi
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, Ankara Çubuk’taki cenaze töreninde yapılan linç girişimini yalnız ‘Millet İttifakı’ bileşenlerine, yalnız demokratik kamuoyuna verilmiş bir gözdağı olarak görmek yanlış olur.
Saldırının son derece iyi örgütlenmiş olduğu bütün ayrıntılardan anlaşılıyor.
Törende CHP Genel Başkanı dışında bir parti lideri yok ama Savunma Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Ankara Emniyet Müdürü ve Genelkurmay Başkanı var.
Tabii onlarca asker ve güvenlik görevlisi de.
Törene Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’li milletvekillerinin yanı sıra Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş da katılıyor.
İlk tepki Mansur Yavaş’a, ardından Kılıçdaroğlu’na yöneliyor.
Sonrasını Meclis Başkanvekili ve CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ten dinleyince olayın bir gözdağından öte öldürme girişimi olduğu anlaşılıyor.
"İlk andan itibaren bir gariplik vardı. Belli gruplar, kalabalığın içine yerleştirilmiş gibiydi. Bizi tam da o grupların olduğu alana yönlendirdiler. Diğer protokol cenazenin arkasında kaldı. Genel Başkan saldırıya uğrarken, erişemedik. Bize de ayrıca saldırdılar. Bir sokağa girdik, arkamızdan 50-100 kişi kovalıyordu" dedi.
Tıpkı Ankara Gar katliamında kitlenin tek bir çıkışa yönlendirilmesi gibi değil mi?
Daha geriye gidersek, "yakın o evi yakın" çığlıklarının arasında gözümüzün önüne gelen Madımak gibi…
Sivas gibi, Maraş gibi, Çorum gibi…
Hepsi de devletin karanlıkta kalan, resmi-sivil organize güçlerinin eseriydi.
Çubuk’taki saldırı da aynı güçlerin daha sonra olacaklara ilişkin ‘küçük’ bir provası gibi görünüyor.
CHP’lilerin anlattıklarına göre, güçlükle saldırganların arasından çıkarılan Kılıçdaroğlu’nun sokulduğu evi de kuşatıp, taşlayanlar bu saldırıyı bir saatten fazla sürdürüyor.
Törene katılan bütün o en yetkili emniyet müdürleri ise uzunca bir süre saldırgan güruhu izlemekle yetiniyor.
Hulusi Akar "değerli arkadaşlarının" verdiği mesajı yeterli bulmuş olacak ki nihayet müdahale ediyor ve ‘kurtarıcı’ olarak sahneye çıkıp Kılıçdaroğlu’nu zırhlı araçla çıkarıyor.
Akar’ın "mesajınızı ilettiniz, rica ediyorum alanı boşaltın", Emniyet Genel Müdürü’nün "sevgili kardeşlerim, protesto ettiniz tamam, istirham ediyorum, dağılın, lütfen" diye dakikalarca yalvarması, Ankara Emniyet Müdürünün müdahale edilmesini isteyen CHP’lilere "cenazede yapamayız" yanıtını vermesi, Levent Gök’ün çizdiği vahim tabloyu tamamlıyor.
Hem de bu ‘inceliği’, Berkin Elvan’ın cenazesinde, katliamlarda yakınlarını kaybedenlere, sessizce oturan beyaz tülbentli analara karşı hiç göstermezken, hiç göstermemişken.
Peki aslında ne yapmak, nereye varmak istemektedirler!
Hedefi en önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Yıldırım dillendirdi:
"CHP'nin belediye alıp da hizmet etme değil, demokrasiye geçeceğiz, tek adam rejimini yıkacağız diyen bir genel başkanı var. Hedef budur. Bu olur mu olur. Bunları yapmaya çalışırlar mı çalışırlar, buna müsaade etmememiz gerekir."
Saldırıdan önceki sabah saatlerinde ise genel başkanları konuştu ve daha açık ifade etti.
"Sandıktan çıktı diye kabul mu edeceğiz" ifadesiyle seçmen iradesinin ve demokrasiden geriye kalmış tek araç olan sandığın kendileri için hükmü olmadığını itiraf etti.
Daha da ileri giden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli "YSK bir şekilde hukuki destek alacak mıdır? İstanbul'da seçim tekrarı beka meselesidir. YSK üyeleri zillete göz yumamaz" sözleriyle YSK’yı açıkça baskı altına alarak, İstanbul seçimlerini iptal etmezse ‘hain’ sınıfına gireceklerini ilan etti.
Bahçeli’nin partisinin Antalya kampında yaptığı konuşmanın başka adresleri de vardı.
"Kızgın demiri soğutalım ama ısınan tehditleri ağırdan almayalım… Fakat aklı kiralık, vicdanı karanlık, değerli bulanık olanlarla sırf arıza çıkarmasınlar diye Türkiye ortak paydasında nasıl buluşacağız?.
Türkiye ittifakından bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır. Ülke bazlı siyasi bir ittifak olamaz. Bizim ittifakımız cumhurladır, bizim ittifakımız AKP'li kardeşlerimledir. Siyasi görüş ayrılıklarını elbette kenara itmeyiz. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye ittifakıyla neyi kast ettiğini bilemeyiz. Zillet ittifakı tarafından istismar edildiğini görüyoruz. Bizim bildiğimiz Cumhur İttifakı'dır."
Bahçeli bu sözlerle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sert bir yanıt verirken aynı zamanda AKP içindeki bir kliğe de destek çakıyor.
Erdoğan’ın "Türkiye ittifakı"ndan bahsetmesinin Bahçeli’yi niye böylesine öfkelendirdiği üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu.
Acaba Bahçeli’den kurtulmak isteyen Erdoğan, başkanlık rejiminden geri dönme karşılığında CHP ile bir milli hükümet arayışında mı?
Eskisi gibi su geçirmez olmayan AKP’den sızan bilgiler gerek seçimlerin tekrarlanması gerekse başkanlık rejimi konusunda derin ayrılıkların ve tartışmaların yaşandığını gösteriyor.
Saldırıdan sonra "O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir tatile çıkması lazım" diyecek kadar saldırganlardan yana tavır alan Bahçeli’nin asıl önemli sözleri "bu akşam YSK toplansın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerinde oynanan oyunda kendisi oyunun bir figürü müdür değil midir önce onun tespitini yapsın" oldu.
Bahçeli’nin İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu özellikle hedefe koyması ile Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğu aynı satırlarda anması da tesadüf değil.
Maltepe’de yüzbinlerce kişiyle buluşan İmamoğlu’nun kendisini "yeni nesil siyasetçi" olarak tanımlaması ve bu tanım içine oturan "Demirtaş’a, Kürtlere, Ermenilere, Rumlara selam yollayan" siyaset anlayışına karşı bir ihtar yumruğu olarak görülmesi gerekir.
Yani mesele ne Mehmet Ağar’ın ‘yoldaşı’ Süleyman Soylu, ne emniyet müdürleri ne de savunma bakanı.
Mesele daha derin.
Belli ki iktidar bloku içinde hatta AKP içindeki mücadele yalnız YSK’nın kararını değil önümüzdeki günlerde yaşanacakların da belirleyicisi olacak.
Devletin bir kesiminden verilen mesaj açık.
Önemli olan CHP’nin mesaja nasıl yanıt vereceği.
İmamoğlu’nda vücut bulan yeni nesil siyaseti kararlılıkla savunacak mı yoksa Cem Küçük’ün "İmamoğlu’yla uğraşmayın. Onu nasılsa CHP’liler bitirir" öngörüsü mü doğru çıkacak?