Ümit Kardaş
Muhalefete uyarı: İnfaz sürelerinde indirim ayrımcılığına son!
İktidar bir süredir beklettiği cezaların infazına yönelik düzenlemeyi salgın hastalık nedeniyle tekrar gündeme alıyor. Anlaşıldığı kadarıyla infaz sürelerinde yapılacak indirimden terör suçlusu sayılanların yararlandırılmaması yönünde bir eğilim var.
Şiddet içermeyen muhalif düşünce ve fiillerin muğlak terör tanımı içine sokularak kişilerin kurmaca hukuk yoluyla "terör" suçlusu haline getirildikleri açık. Aslında muhalif düşünceyi ve eleştiri hakkını yok eden bu uygulamaların mağduru olanlara isnat edilen suç türü "siyasi suç" olarak nitelenmekte. Siyasi suç ve delil icat etme geleneği ise Osmanlı’dan bu yana ve özellikle AKP iktidarı döneminde zirveye taşınmış durumda.
Şiddetle bağlantıları delille ispatlanmamış, hak ve özgürlükler kapsamında kalan fiilleri nedeniyle hükümlü ya da tutuklu duruma düşmüş gazeteciler, akademisyenler, yazarlar, bürokratlar, siyasetçiler, iş insanları, çocuklu kadınlar, hastalar iktidar cenahının vicdan-insaniyet-hukuk dışı anlayışına göre adi suç işleyenlere göre daha tehlikeli.
Salgın bir hastalık sırasında ölüm kapanı haline gelmiş cezaevlerindeki siyasi suçluların hukuki ve insani bir ayrımcılığa tabi tutulması siyasi körlüğün ve durumdan bir insanlık dersi çıkaramama yetersizliğinin vahametini göstermekte. Oysa siyasi ve toplumsal barışı sağlayacak olan siyasi suçluların affıdır.
Bu aşamada iktidar sahiplerinin siyasi muhaliflerini cezalandırma aparatı olarak kullanılan Terörle Mücadele Kanunu’nu analiz etmek gerekmekte.
TMK, iç güvenlik birimlerince terör eylemlerinin önlenmesine ve suçlularının izlenip etkisiz hale getirilmelerine yönelik bir anti-terör kanunu değildir. Aksine ceza hukuku, ceza yargılaması hukuku ve infaz hukuku alanlarında özel düzenlemeler getirmiş bulunan bu kanun, "kanun önünde eşitlik", "tabii hâkim" ve "adil yargılanma hakkı" ilkelerine aykırılık oluşturmakta, Türk Ceza Kanunu’nun içinin boşaltılması nedeniyle ceza hukuku sistematiğini bozmakta, PARALEL BİR CEZA KANUNU niteliği taşımakta.
Bu kanun ile yeni suç tipleri yaratılmamış, önemli cezalar içeren birçok suç TCK’dan aynen, sadece madde numarası belirtilerek alınmış durumda.
TMK’nın 3. maddesiyle "Devlet Güvenliğine Karşı Suçlar" ile "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" TCK’dan aynen madde numaraları ile alınarak doğrudan ‘terör suçu’ kabul edilmiştir. Yine TMK’nın 4. maddesinin (a) bendi ile TCK’da yer alan 49 suçta aynen madde numaraları belirtilerek kanun kapsamına alınmış, ancak bu suçların 1. maddede gösterilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulan bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde terör suçu sayılacakları belirtilmiştir.
Doğrudan terör suçu sayılan suçlar devlet güvenliğine ve anayasal düzene karşı işlenen suçlar olup; bu suçlar TCK’da düzenlenirken korunmak istenen hukuki çıkar ile TMK’nın 1. maddesindeki terör tanımında sözü geçen kavramların koruduğu hukuki çıkar arasında hiçbir fark bulunmamakta. TMK’nın 1. maddesindeki terör tanımı içinde öngörülen tüm hukuki çıkarları TCK zaten korumakta.
Üstelik bu suçların çoğunun TCK’daki cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapis olup, bir kısmının ise uzun süreli hapistir. O halde TCK’daki bu suçları hiçbir değişiklik yapmadan başka bir kanunun içine aynen aktararak özel bir ceza kanunu yaratmanın hukuki, bilimsel ve mantıki bir gerekçesi olabilir mi? Olamaz. Peki, bir amacı olabilir mi? TMK’nın 5. maddesi ile bu amaç ortaya çıkmakta.
Bu maddeye göre TMK’daki suçları işleyenlere ilgili kanunlarca verilecek hapis cezaları veya adli para cezaları yarı oranında arttırılmakta ve üstelik bu şekilde verilecek ceza ilgili kanunlardaki cezanın yukarı sınırını aşabilmekte. Bu düzenlemeyle kanun önünde eşitlik ilkesi ortadan kaldırılmış, ayrıca suç ve cezanın kanunda gösterilmesi gerekliliğine ilişkin kanunilik ilkesi de çiğnenmiş bulunmakta.
TMK’nın 7/1 maddesinde; cebir ve şiddet kullanılarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve tehdit yöntemleriyle aynı kanunun 1. maddesinde belirtilen tamamı muğlak ve kanunilik ilkesine aykırı olarak düzenlenmiş amaçlara yönelik olarak terör örgütü kuranlar, yönetenler ve üye olanların TCK 314. maddesi ile cezalandırılacağı belirtilmekte.
3713 sayılı kanunun 4928 sayılı kanunla değişik 1. maddesinde düzenlenen "terör" tanımının çok geniş, soyut ve muğlak kavramlar üzerine oturtulmuş olduğu, belirsiz kavramların yer almasından dolayı kanunilik ve hukuki açıklık ilkelerini zedelediği ortada. Bunun sonucu olarak ifade ve örgütlenme özgürlüklerini kullanan kişilerin terörist olarak nitelendirilip ağırlaştırılmış cezalarla mahkûm edilmelerine neden olunabilmekte.
Sunday Times Gazetesi’nin Birleşik Krallık aleyhine açtığı davada AİHM 26.04.1979 tarihli kararında kanunilik ilkesinin ne anlama geldiğini açıklamakta. Bu karara göre uygulanacak hukuk, açıklıkla önceden görülebilir (foreseebility) olmalıdır. Yurttaşların davranışlarını düzenlemelerine olanak vermek için yeterli açıklıkta düzenlenmemiş bir norm, hukuk olarak kabul edilemez.
Yurttaşlar belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçları durumun makul saydığı ölçüde ve eğer gerekiyorsa uygun bir danışmayla önceden görebilmelidirler. Cezaya konu suçun maddi unsuru olan hareketin ve manevi unsuru olan kastın neye ve ne şekilde yönelmiş olması gerektiğinin açık, yoruma meydan bırakmayacak bir şekilde düzenlenmesi gerekmekte.
Tabii hâkim ilkesinin en can alıcı anlamı yargılama birliği ilkesi doğrultusunda yurttaşların tamamına maddi ceza hukuku alanında aynı eylemlere karşı aynı cezaları, ceza yargılaması alanında aynı usul kurallarını, infaz hukuku alanında aynı infaz rejimini uygulamaktır. Bu alanlarda farklı düzenlemelere göre uygulamalar yapmak tabii hâkim ilkesine ve dolayısıyla adil yargılanma hakkına aykırıdır.
TMK, muğlak terör tanımı, aralarında TCK 314. maddenin de bulunduğu 3. maddede sayılan suçları kanun önünde eşitlik ilkesini de çiğneyerek doğrudan terör suçu sayması, cezalarda eşitlikten ayrılması, özel yargılama usulleri ve infaz kuralları getirmesi nedenleriyle anayasaya ve evrensel hukukun temel ilkelerine aykırıdır.
Bu nedenle adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi bakımından terörü önlemekten çok arttırmaya yarayan bu kanunun tamamen kaldırılması gerekmekte. AB standartlarında yer alan "kanunilik" ve "açıklıkla önceden görülebilirlik" ilkelerine uygun bir terör tanımını TCK içinde yapabilmek ve bu tanımı TCK sistematiği içinde mevcut suç ve cezalarla koordine etmek mümkün. Yoksa bu kanun gücü ele geçirenin ötekileştirdiklerini ve muhalif olanları cezalandıracağı bir araç olmaya devam edecek.
Terör suçlusu sayılanlara yönelik ayrımcılık yapılarak farklı uygulanan infaz rejimi de kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olup, adil yargılanma hakkının da bir ihlalidir. Adi suç işleyenlerin koşullu salıvermeden yararlanmaları için verilen cezanın 2/3’ünü cezaevinde iyi halle geçirmeleri yeterliyken, terör suçlusu sayılanların için bu oran 3/4’tür. Yine adi suç işleyenler koşullu salıverme tarihinden 2 yıl önce denetimli serbestlikten yararlanırken, terör suçlusu sayılanlar için bu süre 1 yıldır.
Ortada bu derece vahim bir ayrımcılık varken yeni çıkarılacak kanunla terör suçlusu sayılanların kapsam dışı bırakılması hukuken ve vicdanen kabul edilemez.
İktidar bugün yaşanan insanlık dramından bir ders almayarak böyle bir ayrımcılığı muhalefeti kullanarak meşrulaştırmak isteyebilir. Muhalefet partileri bu gayriahlaki duruma katkı sağlarsa kapılarına kilit vurmuş olurlar.