Ergun Babahan
NATO'nun insan hakkı standardını Erdoğan belirleyecekse, Putin niye düşman?
Bay Biden’ın önemli bir problemi var... NATO’ya biçtiği yeni değerler silsilesi ile Türkiye’yi birlikte var etmek. İmkansız bir görev bu, gerçekçi hiçbir siyasi liderin üzerinden gelemeyeceği büyüklükte bir iş... Türkiye, serbest olduğu iddia edilen ama her zaman Kürtlere ve sola serbest olmayan seçim sistemi sayesinde NATO üyesi oldu ve öyle kaldı.
Soğuk Savaş döneminde bunu yürütmek kolaydı, hatta Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra da. Bush döneminde sıkıntı yoktu çünkü o dönem Amerikası tek süper güç olmanın verdiği hazla bir imparatorluk kurma çabasındaydı, eylem ve söylemi de buna uygundu.
Bugün farklı bir dünya var... Batı Bloğu sistem ve dayanışmasını demokrasiler ve diktatörlükler üzerindeki çatışmaya kuruyor. İki kutuplu bir dünya yaratacaksanız, düşman bir ideolojiye, fikre sisteme ihtiyacınız var. Bu bir dönem komünizm, o yıkıldıktan sonra radikal islamdı, şimdi diktatörlükler.
Putin’in Ukrayna’yı işgali, bu söylemin etkisini ve inandırıcılığını arttırdı. Çünkü tek adam rejiminin sadece bir ülkeyi değil, koca bir kıtayı ve dünya sistemini altüst edebileceği görüldü, eksik ve gediklerine rağmen liberal demokratik sistemin değeri daha da anlaşıldı.
Amerikan Yönetimi ve medyası, Ukrayna Savaşı sırasında sadece Putin’i değil, onun şahsında tüm otokrat rejimleri mahkum etti. NATO’nun Avrupa Birliği gibi bir demokrasi kulübü haline geleceği belirtildi. Bu sırada da İsveç ve Finlandiya gibi, bugüne kadar ittifak dışında kalmayı seçmiş iki ülke de Rusya’nın düşmanlığını daha fazla çekerek NATO üyesi olmaya karar verdi. İki ülke halkının yüzde 75’ten fazlasının desteğiyle. Yani, NATO bu ülkeleri işgal etme tehdidinde bulunduğu için değil ama Putin’den böyle bir tehdit gördükleri için yaptılar bunu.
Tam o sırada devreye Erdoğan girdi. Tutarsız bir dizi açıklamayla iki ülkenin NATO üyeliklerini veto edeceklerini açıkladı. Gerekçelerden biri, özellikle İsveç’in "teröristlere" kucak ve kapı açmasıydı. Kürtlerin hem toplumsal yaşamda, hem de siyasette güçlü bir şekilde var olması Erdoğan ve Ankara’yı rahatsız ediyordu. Bu söylem, Kürtlerin nerede örgütlü bir şekilde olursa hep devletin düşmanı olarak kalacağının en açık kanıtıydı aslında...
Diğer hedef kitle, 15 Temmuz’dan sonra özellikle gazeteci ve akademisyenlerinin tercih ettiği Cemaat mensuplarıydı. Erdoğan, 15 Temmuz darbe sürecinin Meclis’te soruşturulmasına engel olmuş, dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile MİT Başkanı Hakan Fidan’ın mecliste ifade vermesine izin vermemişti, 15 Temmuz karanlık, kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği bir olaydı ama Erdoğan için bu önemli değildi.
Gezi’ye katılan herkes onu devirmeye çalışan komplocu bir grubun parçasıydı. Elde delil yoktu, mahkemeler birbiriyle tutarsız karar veriyordu önemli değildi. Erdoğan ne diyorsa, gerçek oydu. Emir-komuta zinciri mahkemelerine ve devlet medyasına göre, Erdoğan’a karşı olan herkes terörist...
Sonra söylem değişti, Batı’nın silah ambargoları oldu. Önce İsveç ve Finlandiya’nın, ardından da Amerika’nın...F-35 programından çıkarılmak, F-16 satışını netleştirememek Ankara’yı açıkça rahatsız ediyor. Bu sırada Yunanistan Fransa’dan Rafale, Amerika’dan F-35 alıp Ege’de hava üstünlüğünü eline geçiriyorken...
Türkiye’nin helikopterden tank üretimine kadar tüm askeri projeleri, kendi insan hakları sicili, komşu ülkelere düşmanca tavrı nedeniyle Batı ambargolarıyla karşı karşıya, buna damadın İnsansız Hava Araçları da dahil.
Erdoğan bir taşla birden fazla kuş vurmaya çalışıyor: Kendi önemini dünyaya hatırlatmak, mümkünse seçim öncesi Biden’la Beyaz Saray’da bir görüşme sağlamak, silah ambargolarını kaldırtmak ve Kürtlerin Avrupa’daki siyasi varlığını, temsilini sonlandırmak gibi.
İsveç ve Finlandiya’nın, yurttaşı olmuş insanların yasalar çerçevesinde, Erdoğan ve Türkiye ile ters düşse bile fikirlerini açıklamalarına, bu fikirler çerçevesinde örgütlenmelerine, parti üyesi olup parlamentoya girmesine "teröristlik" diyen siyasi bir liderle aynı çatı altında olmayı içlerine sindirmeleri sadece güvenlik kaygısıyla olabilir. Ancak Erdoğan’ın hamlesi, onları Rus tehdidine açık hale getiriyor, NATO’ya başvurup girememeleri gibi bir riske yol açıyor.
Batı dünyasında kimse bunun olacağına ihtimal vermediği için başta Washington olmak üzere Batılı başkentlerden iki ülkeye destek mesajları geliyor, en kısa zamanda üye olacakları belirtiliyor. Nitekim iki ülke dün resmen başvurularını yaptılar. Bu Ankara’nın bir engel olarak çok ciddiye alınmadığının isbatı.
Biden’ın sadece tek bir tweetle ekonomisini tamamen batırabileceği bir noktada Türkiye. O kadar kırılgan. Elinde mültecilerden başka bir silah yok Batı’ya karşı ama Batı’nın elinde Halkbank’tan Erdoğan ve ailesinin malvarlığının araştırılmasına kadar uzanan bir dizi dosya ve ekonomi kozu var. O yüzden Ankara ikna olacaktır.
Erdoğan Türkiyesi, eylem ve söylemleriyle NATO’nun sahip çıkacağını iddia ettiği değerlere uymayan, onların altını oyan bir ülke olduğunu kanıtladı. NATO ve Washington’ın inandırıcı olmak için yapması gereken böyle bir ülkenin NATO içinde olup olmayacağına karar vermesi. Yoksa Biden Doktrini içi boş bir kavram olarak kalacaktır. Evet, NATO’nun Türkiye’yi demokrasi yapma görevi yoktur ama demokrasi kulübü olma iddiasındaki bir ittifakın içinde otoriter ülkelere yer vermemesi gerekir.