İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

Ne kullanışlı bir örgütmüş bu FETÖ

FETÖ’cünün cinayeti bile ‘Saray ittifakı’nın işine yaradı ve bu kritik önemdeki antidemokratik hamle, cinayetin gölgesinde kaldı.

1960’lı yıllarda Komünizmle Mücadele Dernekleri’nde tohumu atılan Gülen Hareketi, CİA destekli kontrgerilla faaliyetlerinin etkili araçlarından biriydi.

O yollardan bu yana solcuları tasfiye ve imhada giderek uzmanlaşan bir kadro hareketi olarak her zaman devletin bir kesimiyle yakın ilişki içinde oldu.

Soğuk savaş yıllarında, ABD için Sovyet Blok’una karşı kullanıldı. 

TİP başta olmak üzere ülkedeki sol yapılanmalara karşı yürütülen kara propaganda ve saldırıların odağındaydı.

Daha yakın tarihlere gelirsek, 1997’deki Susurluk Skandalı’nda Fethullah Gülen adı MİT raporunda yer aldı. Susurluk’taki kirli ilişkileri farklı tarihlerdeki MİT raporlarına geçmesine rağmen örtbas edildi.

O yıllarda adı gündeme gelen Gülenci en önemli tetikçiler arasında Haluk Kırcı vardı. Bahçelievler Katliamı’nın sorumlusu Kırcı ve Abdullah Çatlı, 80 öncesinin en önemli ülkücü katillerindendi.

Kırcı’nın nikah şahidinin Mehmet Ağar olduğunu da ekleyelim.

Bu isimler etrafında yazacak çok şey var ama Kırcı’nın bu iktidar tarafından 2015 yılında çıkarılan "denetimli serbestlik’ adlı örtülü bir af yasasıyla tahliye olduğunun altını çizmekle yetinelim.

Ülkücü hareket içinde de etkili olan FETÖ, 1980 öncesi yükselen sol hareketi durdurmak, darbenin koşullarını olgunlaştırarak sermayenin ve ABD’nin istediği Türkiye için önemli görevler üstlendi.

Yani ülkücü hareket, Gülen Hareketi ve ‘çekirdek devlet’ sıkı işbirliği içindeydi.

İşlevleri bittiğinde okullarına, yurtlarına, vakıflarına dönerek daha uzun menzilli hedef için, ‘altın nesiller’ üretmeye giriştiler.

İslamcıların kendi içlerinde ‘takiyye’ terimiyle meşrulaştırdıkları bütün sahtekarlıkları kullanarak hızla yayılmaya başladılar.

Bu ‘yerli’, ‘milli’, dini yapının beklediği fırsat, 2000’li yılların başında doğdu. 

Son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, diğer ‘yerli’, ‘milli’, dini figür Recep Tayyip Erdoğan, bırakın başbakanlığı, milletvekili bile olmamasına karşın George W. Bush tarafından Beyaz Saray’a davet edildi. 

Sonrasında bildiğiniz gibi AKP ve Gülen koalisyonu iktidara geldi.

Gülen’in Türkiye tarihindeki ikinci önemli dönemi oldu bu.

AKP iktidarının ihtiyacı olan kadroları TSK, emniyet, yargı, bürokrasi, eğitim gibi bütün alanlara doldurdu. Yetmeyince sınav soruları çalındı ya da sızdırıldı, ‘Ergenekon’ adıyla sol, seküler ve NATO karşıtı subaylara operasyon yapıldı. Askeri vesayetin gerçek taşıyıcıları, kontrgerillanın kurucuları, katiller ve tetikçiler, bu suçlardan yargılanmadı. Çoğu da serbest kaldı.

Yazarlar, aydınlar, gazeteciler, öğretim üyeleri başta olmak üzere, bu koalisyonun karşısında olabilecek herkesi tasfiye ederek, devleti yeniden yapılandırmaya ve beraberinde toplumsal mühendisliğe giriştiler.

Böylece AKP iktidarını güçlendirecek bütün kurumları kontrolüne aldı. Gülen bir kez daha işlevini başarıyla yerine getirdi.

Balayı bitmeye, gücün paylaşılmasında iki ortak arasında sorun çıkmaya başlayınca, Gülen Hocaefendi’ye yapılan övgüler geri alınmaya, ABD destekli olduğu anımsanmaya, terör örgütü olduğu söylenmeye başlandı.

Birbirleri hakkında çok şey bilen iki ortaktan birinin mutlaka diğerini susturması, sözlerine itibar edilmemesinin sağlanması gerekirdi.

Dolayısıyla Gülen gitti FETÖ geldi.

İşin ilginci Gülen giderken bile işlevselliğini hiç yitirmedi. Adeta ‘darbe’ girişimiyle AKP’ye son kıyağını yaptı. ‘Geçici’ OHAL, kalıcı KHK rejimiyle demokrasi sona erdi. 

O’nun sayesinde, TSK, yargı, emniyet, eğitim, akademi, bürokrasi yani bir devleti devlet yapan ne kadar kurum varsa hepsi yeniden ayıklandı. Bir toplumu toplum yapan ne kadar grup, kurum, kuruluş varsa hepsi elendi ama daha önemlisi ortak yaşamın sürmesini sağlayan tüm değerler çökertildi.

Yetkin, bilin dünyasında saygın akademisyenler, solcular, seküler kesimler bütün alanlardan FETÖ sayesinde dışlanırken, sistem seri cinayet işleyebilecek, diplomasız akademisyenleri kadrolara alır hale geldi. Muhalifler FETÖ sayesinde ya hücreye ya açlığa mahkum edildiler.   

Hepsi bir yana, Türkiye Büyük Millet Meclisi feshedildi.

Reis’in isteğine göre açılıp kapanan Meclis’te milletvekillerinin konuşma süresi 20 dakikadan 3 dakikaya indirildi. AKP ve MHP’lilerin konuşmak yerine parmak kaldırmaları yeterli olduğundan, muhalefeti konuşturmamayı hedefleyen iç tüzük değişikliği yeterli yankıyı bile yaratamadı.

İşe bakın ki;  FETÖ’cünün cinayeti bile ‘Saray ittifakı’nın işine yaradı ve bu kritik önemdeki antidemokratik hamle, cinayetin gölgesinde kaldı. 

Kısaca FETÖ ya da ‘kod adı FETÖ’ sayesinde demokratik tüm kurumlar tek tek lağvedildi. 

Gelelim, AKP ve MHP oylarıyla yapılan Meclis İçtüzük değişikliği üzerine Meclis’i terk eden CHP ve HDP’ye.  

"Meclis’in artık bir demokrasi kozmetiği olarak kaldığı ve yanlış bir meşruiyet ürettiğini görmek gerekir. Öteden beri savunduğum aktif boykot gibi tutumlar tartışılmalı. Bunca parlamenterin tutuklandığı, belediye seçimlerinin gasp edildiği bir 'olağanüstülükte' olağan siyaset yöntemlerinin yetersiz kaldığı açıktır."

CHP milletvekili İlhan Cihaner’in bu sözleri kabul görmedi. Ama bir kez daha doğrulandı.

"Parlamento feshedildi" diyorsunuz, "hiçbir önerimiz kabul görmüyor" diyorsunuz, "istedikleri zaman kapatıp, istedikleri zaman açıyorlar" diyorsunuz, "iç tüzük fiilen yürürlükten kaldırıldı" diyorsunuz, sonra da "boyun eğmeyeceğiz" diyorsunuz.   

Konuşturulmuyorsunuz, hatta kıpırdatılmıyorsunuz…

Boyun eğmemek için basın açıklaması yapmak dışında ne yapacağınızı çok merak ediyoruz.

Bekliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi