Savaş Kılıç
Ne yapmaya çalışıyorum?
Ben de tam bilmiyorum. Kime hitap ettiğime bağlı değil mi bu biraz? Peki kime hitap etmeye çalışıyorum? Bunu biraz daha iyi biliyorum. Öyleyse kendi kendime sorduğum soruları cevaplamaya bu noktadan başlayabilirim. Burası dijital bir gazetenin “köşe”si olduğuna göre her türden okurun yolunun düşebileceğinin ben de farkındayım (gazete denen mecranın okur kitlesi siyasi fay hatlarına göre şekillenegeldiği için siyasi bakımdan yolları ayrı olanlar daha az denk geliyordur elbette ama istemedikleri halde karşılarına çıkıyor da olabilirim).
Yazdıklarımı okuyacaklar arasında dile özel merakı olanların bulunacağını biliyordum: Kimisi belki hayatını bu işlerden kazananlar, kimisi çeşitli kurumlarda dil eğitimi verenler, kimisi araştırma yapanlar. Ama kendime bulacağım okurların büyük kısmının rast gelenler olacağını tahmin ediyorum. Belki gazete okuma alışkanlığı olanlar, belki bütün gazeteleri belli bir sebeple tarayanlar, belki eşi dostu sanal âlemde paylaştığı için denk gelenler. Peki bu okurlara ne söylemeye çalışıyorum?
Gazetelerimizde dil üzerine yazmak yeni bir şey değil. İlk gazetelerimizden beri dil üstüne yazılmış, yazı dili sık sık tartışma konusu edilmiş, belli ki bir noktadan sonra başlıca derdi dil olan yazarlar da çıkmış. Ben de vaktiyle çok yazı okudum böyle. Bu tür yazıların yaygın teması bellidir: Şu kullanım yanlış, doğrusu budur. Bu buyurgan tavır genellikle dilin her geçen gün bozulduğunu, gençlerin dili bilmedikleri için yanlış kullandıklarını, giderek yazarların da Türkçeden bihaber olduklarını tekrar eder durur.
Ben bu tavırdan uzak durmaya çalıştım, çalışıyorum. Hatta tam aksini savundum defalarca: Yanlış dediğiniz doğru olabilir. Ayrıca bizdeki ortaöğretimin ve onun biraz gelişkini olan yükseköğretimin dışladığı temaları ele almaya baktım, bakıyorum. Bunu yaparken amacım da hem genel okura aldığı eğitimi sorgulatmak hem de bir şekilde dille uğraşanlara, genç araştırmacılara belki bilmedikleri ufukları işaret etmek: Mesela “anlam tarihi çalışabiliriz” demeye gayret ediyorum onlara, “neden Türkçenin doğru düzgün bir anlam tarihi yok, o tür bir çalışma nasıl yapılabilir?” diye düşündürmek istiyorum. Başarıyor muyum bilemem. Bunu yapmak için doğru yer gazete köşesi mi? Belki değil. Ama dergi yazıları, hele ki akademik olanları muhtemelen daha az okunuyor ve okuruna daha az ulaşıyor.
Diğer hedefime ulaşmak, yani genel okuru, dil konusunda aldığı eğitim konusunda tereddüde düşürmek, o eğitimi sorgulatmak için doğru yerdeyim herhalde. Ama bunun için en iyi yolu seçtiğimden emin değilim. Bir de bunun peşinden gelecek sorular var: Neden sorgulatmak istiyorum ki? Diyelim ki sorguladılar, ne olacak?
İlk sorudan başlayayım: Bulunduğum yerde yaşamak için çevremi az çok değiştirmek, onu katlanılır hale getirmek istiyorum. “Dil hakkındaki tasavvurlar” diyebileceğim şu daracık alanda bile. Değiştirmek istememden, “katlanılır hale getirmek” dememden belli memnun olmadığım. Peki niye? Çünkü görebildiğim, anlayabildiğim kadarıyla bu tasavvurlar dil denen nesne hakkında sağlıklı bir yaklaşıma izin vermiyor, bu da dil kullanımı üstünde kerameti kendinden menkul (yani kendi söyleminden başka dayanağı olmayan) bir kısıtlama ve yönlendirme baskısı oluşturuyor.
İkinci soru daha büyük sorunlara açılıyor. En nihayetinde Aydınlanmacılıkla bağlantılı bir eğilimin devamı gibi duruyor benim yapmaya çalıştığım da. Eh, çokça sorunlu olduğunu bildiğimize göre niye uğraşıyorum ki Aydınlanma projesiyle? Bunun alışkanlıklarımla ilgili yanları var muhakkak, ama yine yazdığım mecra ile, hatta yazma faaliyetinin kendisiyle ilgili yanları da var: “Niye yazıyoruz?” sorusunun cevaplarından bir kısmı ister istemez Aydınlanma projesiyle bağlantılı. Bir yerde demokratik dönüşüm arzusunun kaçınılmaz bir parçası, bildiğini varsaydığın alanda yazmak ve “bilmeyenleri” bu konularda “aydınlatmak”. Bu da her yazıyı bir şekilde propagandaya dönüştürüyor.
Benim için yazmak, tıpkı öncesinde gelen okuma faaliyeti gibi, anlama çabasının bir parçası. Bu yazıda olduğu gibi, yazarak, yazarken anlamaya çalışıyorum. Gerektiğinde yeni okumalar yapıyorum. Kendimce anladığımı, anladıklarımı yazarsam, benzer çabası olanların işine yarar diye düşündüğüm için de yayınlamaya bakıyorum. Bu işte demokratik dönüşüm çabasının ilk aşamasına bağlanıyor: Değiştirmek için önce iyice anlamamız lazım, falan filan.
Tabii anlama çabasının sonsuzluğu ya da içereceği olası çeşitlilik, değiştirme çabasına giden yolun öyle kısa olmaması demek. Ama hem doğrusunun bu idiğine ikna olduğumuz için hem de okumuşlar (ya da bulunduğumuz kamp) iktidar’sız olduğu için, yapamadığı için, uzun ve zahmetli yolu tutuyoruz. Yani değiştiremiyoruz, ama ikna edebilirsek ileride bir gün yapılır diye anlatmaya veya açıklamaya gayret ediyoruz – yazmanın geleceğe açıldığı yerlerden biri burası.
Bu yazarak ya da konuşarak değiştirme isteğini hazırlayan zemin liberal bir siyasi tasavvur: Gazete, basın-yayın, günümüzdeki adıyla medya (ki bu adı verince, yeni türden bir medyanın, bizdeki adıyla “sosyal medya”nın rolünü de tabloya katmak mümkün oluyor) demokrasinin direklerinden biridir, dördüncü kuvvettir; kamuoyu oluşturur, kamuoyu baskısı yaratır ve yapma imkânı (hatta yükümlülüğü) olanları doğrusunu yapmaya sevk eder.
Bu iyi niyetli tasavvurun karşılık bulduğu da oluyordur ama çoğu meselenin ısrarla yeniden yazılmasından belli ki pek sık olumlu sonuç vermiyor. Benim yapmaya çalıştığım ise somut bir sorunu çözmek olmadığı için sonuç almam daha da zor, sonucu daha da belirsiz. Çabam belki hiçbir zaman işe yaramayacaktır, çünkü rakibim (eğitim sistemi) çok güçlü. Okulda öğrenilen bilgileri sarsmak imkânsız değilse bile çok zor. İdeolojik aygıt olarak okulun gücü de burada: Bildiği varsayılanlar her konuda doğrusunu daha yolun başında öğretmiş oluyor; öğrenilenler toplumun sarsılmaz kültürel temeli haline geliyor. Bu sağduyu karşısında teorinin şüphe uyandırmaya çalışması veya rasyonel açıklamalar sunması bir yere kadar işe yarıyor.
Kısacası, çabamın beyhude olmadığından emin olmasam da, dil hakkındaki yaygın önkabulleri sarsmaya ve okuyanları dil üstüne düşündürmeye çalışıyorum. Nihayetinde de bu alanda bir şeyleri değiştireceğimi umuyorum.
Bir sonraki yazıda, okumuşların değiştirme isteği üstüne kafa yormak niyetindeyim.
Savaş Kılıç kimdir?
1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.