İnci Hekimoğlu
Niye adres hep aynı
Kötülüğün, ahlaksızlığın bütün sosyal kesimlerde bu denli yaygınlaştığı, toplumun en ince kılcal damarlarına kadar sızdığı böyle bir dönemi hatırlamıyorum.
Kadına ve çocuğa tecavüz ve şiddetin yüzde binlerle ölçüldüğü, dini yapılardan resmi kurumlara her yerden akla ziyan suçların fışkırdığı bu dönem, ne görünürlüğün ne de iletişim kanallarının artması ile açıklanabilir.
İktidarın "kutsal ailesi"nden "kutsal" imam hatiplerine, kuran kurslarından tarikatlara, memurlarından ‘sivil’lerine kadar her yerden bütün örtbas etme gayretlerine rağmen pislik fışkırıyor.
"Bir kereden bir şey olmaz" dediklerinden beri çocuklar, kızlı erkekli beşer onar tecavüze uğruyor, karılı kocalı müritler şeyhlerine seks hizmeti veriyor ve ama bunların şaibeli kalemleri hâlâ utanmadan depremi "eşcinselliğe" ve asıl olarak seküler kesime bağlamaya çalışıyor.
Bu açıklamaların bilimden, mantıktan, akılcılıktan yoksunluğuna değinmeye gerek yok. Zaten bilmedikleri için değil, ne pahasına olursa olsun din arkasına sığınılarak yapılan bütün ahlaksızlıkları gündemden uzak tutmak için kalem oynatıyorlar. Tecavüzlerin, kadın katliamının, rüşvetin, yolsuzluğun ve sayılamayacak kadar çok suçun ortağı olmayı tercih ediyorlar.
Toplumun en muhafazakâr, en dindar sosyal kesimlerinden gelenlerin TV ekranlarında rahatça anlattıkları aile boyu ensest ve şiddet vakalarının inanılmaz boyutlarından çok, bunları anlatırken beden dillerine, yüzlerine yansıyan ifadenin ‘normalliği, sıradanlığı’ tüyleri diken diken ediyor.
Konya’da kız kardeşine tecavüz eden adamı anne ve babası koruyor.
Diyarbakır’da yaşları 6 ile 10 arasında olan 3 kardeşe, merkez Yenişehir ve Eğil İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli 3 polis memuru aylarca şiddet uyguluyor, uyuşturucu veriyor, tecavüz ediyor. Sonuç: Takipsizlik!
Mardin’de Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atandığı dönemde Kent A.Ş.'ye müdür yapılan polis memuru Ercan Uysaler, bir kadın çalışanı fuhuşa zorlamaktan yargılanıyor. Gazeteci Sedat Sur’un ortaya çıkardığı olayda tek bir mağdur yok ama bazı kadınlar sineye çekmeyi tercih etti, ya korktukları ya da susma karşılığı ödüllendirildikleri için.
Elazığ’da AKP’nin ilçe başkanı Vahap Gök bir kadını taciz etti. Parti teşkilatına şikâyetçi olan şahıs kaçırılıp darp edildi. Şikâyetçi olmak isteyen şahsın AKP’li vekil tarafından susturulduğu iddia edildi.
Daha ilginci ilçe başkanı kendini ""Tamam ben hatalıyım, fakat beni il başkanına şikâyet ediyorsun. Sanki il başkanının bu işleri yok mu?" diye savundu.
Giresun’da 11 yaşındaki kızı Rabia Naz’ın ölümünün aydınlatılması için bıkmadan yılmadan uğraşan baba Şaban Vatan’ın başına gelenler ortada. Bu olayda da AKP’li Nurettin Canikli’nin adı geçti.
Ne yazık ki, işin içinde bir iktidar bağlantısı, resmi bir kurum ya da üstünde "yakınımdır" yazan "hamili kart"a sahip olanlar için koruyucu kalkan acilen devreye giriyor.
İşte Nadira Kadirova.
Bakıcı olarak çalıştığı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İstanbul milletvekili Şirin Ünal'ın Ankara'daki evinde, 23 Eylül akşamı ölüsü bulundu.
Ailenin avukatlığını üstlenen Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Başkanı Müjde Tozbey Erden, BBC’de Mahmut Hamsici’ye, genç kadının intihar ettiğini söyleyen yetkililerin aksine şunları anlatıyor:
"Nadira'nın intihar şekli, bir gece önce yakın arkadaşına 'cinsel saldırıya' uğradığına dair sözleri, Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın iki gün içerisinde otopsi ve Adli Tıp raporunu hızlıca aldırıp Nadira'nın cenazesini ülkesine göndermesi, bürokratik işlemlerin iki gün içinde halledilmesi, intihar ettiğine dair açıklamalar yapılması Nadira'nın ölümünü şüpheli hale getirmiştir."
Adli tıp uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ise Yeni Yaşam Gazetesi’ndeki açıklamasında emniyetin "intihar" diyerek haddini aştığını vurguluyor.
"Ölüm sebebi ateşli silahla yaralanma diye yazılmıştır. Çünkü intihar diyebilmeleri için vuruş yapılan bölge bildiğim kadarıyla göğüs bölgesi. O bölgenin incelenmesi gerekiyor, ellerinin incelenmesi gerekiyor. Elde silah atışı artığı var mı diye bakılması gerekiyor. Atış artığının dağılımının incelenmesi gerekiyor. Çünkü kendi eliyle tutarken mi yoksa kendisini savunmaya çalışırken mi meydana gelmiş olay. Bu incelemelerin hepsi de zaman alır, laboratuvar incelemeleri yapılıyor çünkü. Tabii bitişik ya da bitişiğe yakın atış olabilir, o zaman otopside bu da incelenir. Mesafeyi de söyleyebilirler böylece. Ama yine de bütün bunlara rağmen intihar demez Adli Tıp, intihar söylemi nerden çıktı bilmiyorum."
Madem Nadira Kadirova intihar etti, niye inceleme ve soruşturmada yapılması gerekenler yapılmadı, tanıklar niye "fuhuş" suçlamasıyla korkutuldu, ifadeleri alınmadı?
Kaldı ki intihar bile olsa, durup dururken intihar etmemiştir herhalde.
Bu olayın günlerce manşetten inmemesi, savcılığın, emniyetin önünde bir basın ordusunun beklemesi falan gerekirdi, normal olarak.
"Normal"lerimiz de farklı artık.
Bir zamanlar şöyle şeyler olurdu memlekette: Basın peşini bırakmaz, yetkililer çıkıp kamuoyuna açıklama yapmak zorunda kalır, iddia sahipleri ekranlara çıkar konuşur, hatta bakanların bile Yüce Divan’a gönderildiği olurdu.
Neredeeen nereye?
"Bir kereden bir şey olmaz" dendiği günden beri bu ülkede her şey meşrulaştı; cinayet, tecavüz, rüşvet, yağma, talan, katliam.
Meğer "bir kereden bir şey olmaz" sözünün bir bakan tarafından kullanabilmesi, iktidar zihniyetinin çoktan içselleştirdiği ‘normal’in dışa vurumuymuş. Ve sadece Ensar’daki çocuk tecavüzlerini kapsamadığını yeterince anlamamışız, o sıralar.
Bir tek güne sığan her bir haberin şiddetli mide bulantısı yaratacak ölçüde travmatik olduğu bu ülkede zaman zaman yılıp, yorulsak da her haksızlığı, her adaletsizliği en azından kayda geçirmeye devam edeceğiz.
Elbet "sorarlar bir gün" diye.