Koray Düzgören
OHAL’de Kürtlerle barış olur mu?
Barış sözünün yasaklı olduğu, barış diyenlerin işlerinden atıldığı ve barışı savunanlara bölücü, terörist muamelesinin çekildiği bir ülkede hayrettir yine de en fazla ‘Barış Süreci’nden söz ediliyor.
Ülkenin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından sonlandırılan Barış Süreci’ne atıf yapılarak, ‘Süreç’in yeniden başlamasına ilişkin spekülasyonlar, temenniler dile getiriliyor.
Bu yaklaşımı dile getirenlerin bir bölümü gerçekten iyi niyetli. Artık normalleşmenin gerekliliğine, Kürtlerle barışmanın ülkenin en önemli meselesi olduğuna inanıyorlar. "Ancak bu yolla Türkiye demokrasiye yönelebilir ve ekonomik istikrar sağlanabilir" diye düşünüyor bu kesim.
Gerçekten de öyle değil mi?
Erdoğan’ın Kürtlerle müzakereyi bitirip savaş konseptine dönmesinden bu yana yaklaşık 2 bin kişi çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdi. Ülkede neredeyse bir iç savaş sürüyor. 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen Olağanüstü Hal devam ediyor ve 2019’daki seçimlere kadar da devam edeceği anlaşılıyor.
Çatışmalarda ya da polisin keyfi uygulamalarında insanlar öldürülüyor. ‘FETÖ’, PKK o bu derken neredeyse hergün birçok kişi gözaltına alınıyor. Tutuklanıyor. Cezaevleri tıklım tıkış. Yenileri hızla inşa ediliyor. İşkence, kötü muamele, insan hakları ihlalleri ayyuka çıkmış durumda. Yargı bütünüyle Erdoğan ve AKP’nin denetiminde ve hatta hizmetinde. Kimsenin böyle bir yargıdan adalet beklediği falan yok.
Barış sürecine dönülmeli diyenler
Böyle bir tabloya bakıp iyi niyetle barış ve huzur isteyen insanlar doğal olarak "Barış Süreci’ne dönülmeli" diyor. Bunu arzu ediyor.
Bunu en fazla isteyenler de Kürtler. Onlar bu konuda çok hassaslar. Her ne kadar geçtiğimiz iki yıl boyunca kan, ölüm ve yıkımdan başka bir şey görmedikleri ve bu süreçten en fazla onlar etkilendikleri halde yine de barış diyen biri oldu mu kulak kabartıyorlar.
Üstelik de yıl boyunca maruz kaldıkları vahşet ve dehşetten sonra devlete ve politikacılara karşı güvenleri bir kez daha yıkılmış olsa da...
Çünkü en çok onların çocukları ölüyor, hapse giriyor. En çok acıyı onlar çekiyor ve en çok da devletin hışmına onlar uğruyor.
İşte bu nedenlerle de barışı ve huzuru en fazla onlar istiyor.
Bazıları ise, bu lafı işlerine geldiği için kullanmayı seviyor. Özellikle iktidar partisi AKP, geçtiğimiz süreçte ‘Barış’ lafını hani neredeyse kullana kullana eskitti. Erdoğan her seçim döneminde Kürtlere barış vaadetti, Kürt gerçeğini tanıdığını söyledi. Kültürel haklar dedi, yatırım sözü verdi, din kardeşliğinden dem vurdu. Kürtlerin barış taleplerini bir zaaf gibi değerlendirdi ve bu ‘zaafı’ alabildiğince kullanmak için ne bulursa piyasaya sürdü. Bu sayede sakin geçirilen her seçim döneminin ardından verilen sözler unutuldu, gerekirse devlet şiddeti yine devreye girdi.
Oyalamanın artık işe yaramayacağını anladığı noktada da Barış masasını devirdi ve savaş konseptine döndü. Bunu yaparken de, "Barışı, süreci falan unutun. Biz bu işi zorla halledeceğiz, silahla çözeceğiz. Bize karşı çıkanlara diz çöktüreceğiz" dedi.
Devletin değişmez senaryosu zora ve şiddete sarıldı. Sarılmaya da devam ediyor.
Kürtlerin kentler, kasabaları, mahalleleri yakıldı, yıkıldı. Kürt milletvekilleri, siyasetçiler hapse tıkıldı.
Seçimle gelmiş belediye başkanlarının neredeyse tamamına kayyum atandı. Çoğu hapse atıldı.
Kayyumlar, dil ve kültür anlamında kazanılmış ne kadar hak varsa onları bir bir yok ediyorlar. Kürtlerin mezarlıklarına, kutsal değerlerine bile saldırıldı, saldırılıyor.
Tarık Ziya Ekinci Kuyerel’deki son yazısında bu duruma işaret ederek, "Kürt siyaseti yeniden inkar ve kart kurt siyasetine dönüyor" diyor.
Diz çöktürmekti amaç. Ama onu da yapamadılar, başaramadılar. Referandum sonuçları bu başarısızlığın göstergesi oldu.
2019 seçimleri için yine barış süreci
Şimdi bu duruma rağmen 2019 seçimleri hatırına yine Barış Süreci’ne dönülecekmiş gibi bir hava yaratılmak isteniyor.
Bu anlayış bir milim bile değişmemişken, OHAL bütün adaletsizliği ve hukuksuzluğuyla devam ederken ve Kürt illerinde OHAL’in de ötesinde adeta bir işgal rejimi uygulanırken birileri yine çözümden söz ediyor.
Pazar günü AKP’nin olağanüstü kongresi var. Bu kongre ile Erdoğan yasa dışı referandum gereği partisinin resmen başına geçecek.
İktidar medyası günlerdir Erdoğan’ın kongrede yapacağı konuşmada özellikle Kürt meselesiyle ilgili önemli mesajlar vereceğini yazıp duruyor.
Öyle bir hava yaratılıyor ki sanki Erdoğan birden bire demokrasi havarisi kesilecek ve bütün kötü günler, acılar geride kalacak. Kürtler de çektikleri acıları unutup yeniden Erdoğan’ın barışı getirecek adam olduğuna inanacaklar.
Aslında Erdoğan, belki de kurultayda söyleyeceği şeylerin bir kısmını önceki gün TÜSİAD toplantısında açıkladı. İşverenlerin OHAL’in biran önce kaldırılması gerektiğine ilişkin eleştirilerine sert bir şekilde yanıt vererek OHAL’in huzur ve refah sağlanana kadar devam edeceğini söyledi.
Saray’ın yazarı Abülkadir Selvi de birkaç gün önce Erdoğan ve ekibinin görüşlerini yansıtıp zemin yokladığı yazısında Kürtlerin ağzına, tabiri caizse bir parmak bal çalıp yine barış sürecinden söz etti. Ama tabii bazı şartların da altını çizdi!
Suriye’deki Kürtler de Türkiye’deki PKK de ezilmeli, minimize edilmeli imiş. Ancak ondan sonra OHAL’in kalkması ve adım atılması mümkün olabilirmiş.
Savaş konseptine döndükten sonra hatırlayacaksınız artık HDP’nin de PKK’nin de muhatap olmaktan çıktığını söylemişlerdi. Hatta Erdoğan, "Bitti o iş, kapandı o dosya. Şartlar uygun olduğu zaman artık başka muhataplarla bu meseleyi konuşacağız" demişti.
Sahte referandumdaki hilelere rağmen Kürtlerin şehir ve kasabalarındaki yüksek oy oranlarını görünce bunun mümkün olamayacağını da belli ki yeniden anlamışlar. Bu nedenle Selvi’ye, muhataplık konusunda "PKK olmaz ama HDP olabilir" diye yazdırıp bir yandan da zemin yoklatıyorlar. Ama tabii yine şartlar da sıralanmış.
Selvi’ye göre HDP’liler tutsak rehine
"Sonbahardaki tabloya göre HDP’lilerin durumu yeniden değerlendirilebilir. Gelişmelerin seyri olumlu olursa önleri açılabilir ya da tam tersi olabilir."
Yani, "Suriye’de ve Türkiye’de Kürtler ezilebilirse zindanlara doldurulan HDP’lilerin durumlarını görüşmek ve belki bazılarının serbest bırakılması mümkün olabilir. Böylece süreci de istediğimiz şekilde ve şartlarda yürütebiliriz."
Selvi bu şartları sıralarken ağzından mı kaçırdı, yoksa özellikle yazması mı istendi bilinmez, ama zindanlara doldurulan HDP’lilerin aslında siyasi sanık falan değil basbayağı tutsak rehineler olduğunu da bu sözlerle açıkça dile getirmiş oldu.
Sahibinin kalemi, "Tam tersi de olabilir" diyerek üstü kapalı tehdit savurmaktan da geri durmamış. Ardından da eklemiş:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD ve Rusya’nın desteğiyle Suriye’de oluşturulmak istenen, "PKK koridoru"na odaklanmış durumda. Çözüm sürecini akamete uğratan gelişmelerin başında PKK’nın Suriye’deki kazanımları geliyordu. Suriye konjonktürü bu kez Türkiye’nin normalleşmesinin önündeki en önemli engele dönüştü. Giyotin gibi çift taraflı kesiyor."
Yani Erdoğan Barış Süreci’ni Ceylanpınar’da katledilen polisler nedeniyle değil Kürtlerin Suriye’deki kazanımları üzerine sonlandırmış! (Zaten o polislerin de PKK tarafından öldürülmediği ortaya çıktı)
E şimdi Kürtlerin Suriye’deki bu kazanımları çok daha ciddi ve somut gelişmeler birer birer yaşanıyor. Peki o şimdi tavrınız ne olacak?
Yani OHAL devam edecek. Ülke içinde, Suriye ve Irak’ta savaş desteklenecek ve bu kan revan içinde AKP ve Erdoğan’ın şartlarına herkes teslim olacak. Beyler ancak o zaman barıştan, sürecin yeniden başlamasından söz edecek.
Bu, Amerika’ya taşıdığınız hayal paketlerine benziyor, kimsenin yüzüne bile bakmadığı.
Bunu artık kimseye yutturamazsınız.
Siz barış, huzur ve refah değil sadece ve sadece mutlak iktidar ve herkesin size biat etmesini istiyorsunuz. Ama, hem Suriye’de hem de Türkiye’de Kürtlerle barışmadan, onların varlığını ve haklarını kabullenmeden artık bunu bile sağlayamazsınız.
Önceki yazımda da HDP Dış politikadan sorumlu eşbaşkan yardımcısı Hişyar Özsoy’un bir sözünü aktarmıştım:
"Artık Türkiye’nin Kürt sorunu yok. Bir Kürt sorunu var ve Türkiye onun parçası."
Bunu anlamaktan henüz çok uzaksınız...