Ölüm koridoru

Siyasi tutukluları korona infazına terk ederken, uyuşturucu tacirleri, çeteler, cinsel saldırganların serbest bırakılmasını kimseye açıklayamazlar.

Daha yolun başındayız. Test sayılarına, hekim ve sağlıkçıların korunması için gerekli donanımların hâlâ sağlanmamış oluşuna bakılırsa öngörülemeyen bir zaman dilimine sıkışmış durumdayız. Bir rakamla ifade etmenin mümkün olmadığı bu süreçte dillendirilen tek rakam 65.

Sözüm ona kendi güvenlikleri için eve hapsedilen 65 yaş ve üstüne getirilen sınırlama o denli mantık ve ahlak dışı ki, neresinden tutsan elinde kalıyor.

Salgının tüm sorumluluğunu yaşlılara yıktılar, çalışmak zorunda olanların diğer yaş gruplarına, hane halkına virüs yayma riski yokmuş gibi davrandılar. Ne yazık ki ‘kamu vicdanı’ da korona günlerindeki ilk sınavında çaktı. Sosyal medyada ergen, lümpen ve yarı aydın kesim sayesinde üretilen rıza her yaş grubunu tehlikeye atan sonuçlara yol açtı.

Devletin ‘afet’ durumunda emekçilere, işçilere, çalışmak zorunda olanlara yönelik sorumluluğu, -hâlâ geçerli olan- Anayasa’daki sosyal devlet olmanın getirdiği yükümlülükler böylece görünmez kılındı. Taleplerin yönelmesi gereken adres belliyken, 65 yaş üstüne yönelmesi de salgın tarihine geçmiş oldu.

Salgın gerçekten önlenmek isteniyorsa, hayati önemdeki bazı sektörler dışında tüm işyerlerinin kapatılması ve tam bir izolasyon uygulanması gerekli. Aksi daha önce de yazdığım gibi "sürü bağışıklığı" politikasıdır ama ekonomik maliyeti daha ağır olacağından İngiltere geç de olsa vazgeçti.

Türkiye'de salgının Avrupa Birliği ve ABD'ye göre hızlı bir artış gösterdiğine dikkat çeken Koronavirüs Bilim Kurulu üyelerinden. Prof. Dr. Mehmet Ceylan ne diyor: "Şu bir haftada herkes evlerine girmezse, insanlara temasa devam ederse bu işi kontrol etmemiz mümkün değil." Prof. Ceylan "herkes" diyor, 65 yaş üstü demiyor.

Görünen köy kılavuz istemez. Uzun bir süre evde kalacağız. Özellikle yalnız yaşayanlar için ağır bir süreç olacak, kendimden biliyorum. Seçilmiş bir yalnızlık değil dayatılmış yalnızlık farkı. Hatta birçoğumuz şimdiden anksiyete yaşamaya başladı bile. Konsantre olamama, daha önce sevdiği şeyleri yapmaktan sıkılma, yeterli önlem aldığına ilişkin kuşku yaşamaya başlama gibi çeşitli zorlanma belirtileri…

Düşünün ki kendi evimizde istediğimizi yaparken, yiyeceğe, ilaca veya doktora ulaşabilecekken psikolojimiz bozuluyor, ya cezaevlerindekiler?

İktidar bir infaz düzenlemesinden bahsediyor ama "terör" suçlarını dışında tutacaklarını söylüyor. Sosyal medya paylaşımlarından, gazete haberlerinden, siyasilerin konuşmalarından, düşünce ve ifade özgürlüğü ya da gösteri ve yürüyüş hakkını kullananlardan "terör" bağlantısı kurularak cezaevlerine tıkılanlar kapsam dışı olacakmış.

‘Dışarıda’ olanlar için 65 yaş üstünde ve kronik rahatsızlığı olanlar korunmalı ama cezaevlerinde hasta, ağır hasta, hatta yatalak durumdakiler bile kaderine terk edilecek. 400’e yakın ağır hasta var cezaevlerinde, bin kadar da ciddi hasta. Kaldı ki şimdiden Şakran Cezaevi’nde 4 tutuklunun korona şüphesiyle hastaneye kaldırıldığı söyleniyor.

İran gibi bir rejimin bile siyasi adli ayırmadan 85 bin mahkûmu geçici olarak evine yolladığı göz önüne alınırsa Türkiye’deki iktidarın yaşamsal risk altında bulunan binlerce kişiyi kaderine terk etmeye kalkması bir siyasi maliyeti olmayacağını düşünmesinden herhalde.

Oysa, yüksek tansiyon ve diyabet hastası Diyarbakır eski Belediye Başkanı Gültan Kışanak’ın ya da kronik rahatsızlığı olan ve teşhis konulması olanağı bile verilmeyen önceki dönem HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın salgından etkilenmesi durumunda , oy versin vermesin milyonlarca insana söyleyebilecekleri tek söz kalmaz.

Siyasi tutukluları bir tür korona infazına terk ederken, uyuşturucu tacirleri, çeteler, kadın ve çocuk katilleri, cinsel saldırganların serbest bırakılmasını kimseye açıklayamazlar. Kendi tabanlarına bile.

İktidar kendince askıya almış olsa bile AİHM salgın durumunda ülkelerin uyması gereken koşulları gayet net düzenlemiş.

Bir hukukçunun sosyal medya hesabından paylaştığı, AİHM’in bulaşıcı hastalığa yakalanan bir başvurucu hakkında verdiği karara ve salgın durumuna ilişkin düzenlemesine dikkatinizi çekerim.

"Cezaevinde tutulan bir kişinin, bulaşıcı bir hastalığa yakalanması veya ... mevcut hastalığının ilerlemesine neden olabilecek koşullarda tutulması, AİHS’in 3. maddesinin ihlaline yol açar. (…) AİHS’in 3. maddesi bulaşıcı hastalıkların önlenmesi açısından taraf devletlere pozitif yükümlülükler yükler." (Dobri c. Romanie, §§ 46-56)

Bırakın cezaevini, hastanede bile ve en vahimi bir başhekim tarafından işkence yapıldığı iddia edilen Grup Yorum üyesi Osman Koçak örneği ortadayken, görüşleri kısıtlanmış, aileleri ve avukatlarının bilgi alması zorlaşmış tutukluların durumu herkesi endişelendirmeli.

Hukukçunun, AİHM’den aktardığı tüyler ürpertici tanıma bu gerçekler ışığında bakınca hiç abartılı gelmiyor. Hele ki Türkiye cezaevlerindeki duruma birebir denk düşerken.

"Yüksek risk grubunda bulunan bir kişinin her an öldürücü bir hastalıkla karşılaşma riski altında kapasitenin çok üstünde tutuklu ve hükümlülerle birlikte tutulmasının kendisine yaşatacağı acı, elem ve ıstırap, ... -AİHM’in ifadesi ile adeta ‘ölüm koridoru’- ‘death row - couloir de la mort’ benzeri bir koridorda bekletmeye eş değer olup, ‘ölüm koridoru’ AİHM tarafından insan onuruna aykırı muamele olarak değerlendirilmiştir. (Soering v. The United Kingdom)

AİHM’in Demirtaş ve Osman Kavala için "acil tahliye" talebinin arkasından dolanan iktidarın bunu da dikkate almayacağını söylediğinizi duyar gibiyim. Ben de zaten iktidar duysun diye değil muhalefet ve kamuoyu duyar belki diye yazıyorum.

Olur ya bu "milli birlik beraberlik" hamasetinin ‘korona sonrası’ da olduğu akıllarına gelir.

Ha bu arada Gülistan Doku’yu, Nadira Kadirova’yı, Hurmuz ve Şimoni Diril çiftinin başına gelenleri unutmadık. Takipçisi olacağız. Bir sonraki yazıya…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi