Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
"Öncülük yapmadım ama 'hayde' dedim galiba"
Sakin tavrı ve yumuşak üslubuyla aktif bir dayanışma eylemcisi o.
Ayşegül Tözeren'le buluştuk ve kendisine gündelik hayatını ve hedeflerini sorduk:
İshak Karakaş - Seni hemen her demokratik eylemde görüyoruz. Aynı zamanda edebiyat etkinlikleri yapıyor, yazı yazıyorsun. Ve asıl işin hekimlik. Bütün bunlara nasıl zaman buluyorsun? Ve bütün bu işleri nasıl bir potaya koyuyorsun?
Hem de mesaili çalışan bir hekimim. Esnek çalışma saatlerim yok. Hangi demokratik eylemde yer alacağımı, hangi edebiyat etkinliğini organize etmem gerektiğini seçiyorum. Sanıyorum işin sırrı, seçmemde. Mesela ifade özgürlüğü, kadının, LGBTİ’lerin insan hakları ve barışla ilişkili olmayan hiçbir demokratik eylemde yer alamıyorum ki bu meseleler dışında da önemli sorunlar var. Mülteciler gibi, çocuk hakları gibi… Ama enerjimin nereye kadar yeteceğini biliyor, bunların dışındaki meselelerle ilgilenmiyorum. Daha doğrusu ilgilenemiyorum! Edebiyatla ilişkili de şunu söyleyebilirim, eli sıcak bir yazarım. Gazete yazılarımın çoğunu öğle aralarımda yazıyorum. Edebiyat eleştirilerini de uykum arasında bir gedik açıp, sabaha karşı hazırlıyorum ve beş dakika boş zaman bulsam okuyorum. Son zamanlarda multitasking denen bir kavram var, bir anda iki üç işi halledebilme becerisi. Sanıyorum o bende var. Aklımda bin tilki dolaşıyor ve kuyruklarının birbirine değmesinden de rahatsız değilim.
Ahmet Tulgar - Seni sokağa indiren neydi? Bunun için bir miladın var mı?
Ben yaşam, sokak, siyaset, edebiyatın birbirinden ayrılabileceğini hiçbir zaman düşünmüyordum. Hiçbiri kırmızı kurdeleli kavram kutuları değil. Siz sorunca sokakta ne yaptık diye düşündüm. Cezaevi önünde özgürlük nöbetlerini sürdürdük. Önce barış akademisyenleri, ardından basın ve ifade özgürlüğü için… Barış dilini kurmaktan başka hiçbir şey istemeyen, masumiyetine sonuna kadar inandığım arkadaşlarım, hocalarım, dostlarım hapisteydi. Evde oturup da, başkası gitsin diye bekleyemezdim, acil bir ifade özgürlüğü krizi ile ilgili karşı karşıyaydık ve ülkenin vicdanlı insanları el ele verdik, dünya tarihine geçecek barışçıllıkta bir özgürlük nöbeti eylemini haftalarca sürdürdük. Milat yok, ama aciliyet vardı, diyebilirim.
İshak Karakaş - Yaptığın her işe yoğunlaştığın ve tutkuyla yaptığın için soruyorum: Eğer birini tercih etmek zorunda kalsaydın hangisinde karar kılardın? Tıp, edebiyat, siyaset?
Buna felsefi bir cevap vereyim. Hepimiz aslında ölümle ve onun korkusuyla savaşıyoruz. Sonsuza kadar yaşamak istiyoruz. Aslında kalan olmak istiyoruz. Ölümsüzlüğü talep ediyoruz. Ona giden tek yolun da edebiyattan geçtiğini hissediyorum. Siyasetçiler unutulur, hekimlik yapıp yaşattığınız insanlar sizi unutur ama yüzyıllar boyunca bir dizede, bir öyküde yaşarsınız.
Umarım yanıt verebilmişimdir.
Ahmet Tulgar - Sen edebiyatçılara son dönemde sokakta epey öncülük yaptın. Sence Türkiye'nin bu döneminde edebiyatçılar demokratik mücadeleye yeteri kadar katılıyor mu?
Öncülük yapmadım. Ama "hayde!" dedim galiba… Demokratik mücadele yer alması gereken her edebiyatçı yer alıyor. İfade özgürlüğüne ilişkin kriz yaşanan durumlarda dahi bu mesele ile ilgili söz söylemekten korkanlar da var tabii. Seksen sonrasındaki dönemdeki gibi edebiyata sığınalım sözleriyle kendilerine bahaneler uyduranlar. Ama bu yazarların düşünce dünyasında otosansür denen devasa bir urun büyüdüğü de açık. Otosansürün gölgesinde edebiyat filizlenmez, çoraklaşır. Edebiyat, bu yüzden de, karanlık bir mağara, sığınak değildir, yazarın penceresinin açıldığı sokağın kendisidir.
İshak Karakaş - Aslı Erdoğan'ın tutukluluğu sürecinde çok önemli faaliyetler yaptın. Aslı çıktıktan sonra beraber o süreci değerlendirdiniz mi? O döneme ilişkin kırgınlıklarınız oldu mu?
Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay çıktıktan sonra o kadar mutlu oldum ki! Onlarla sokakta dolaşmak, sohbet etmek yetti. Doğrusu hiçbir analiz de yapamadık. Kırgınlık konusuna gelince… Ben enerjimi düşürecek kimseyle yan yana olmuyorum, onları duymuyorum, onlara yanıt da vermiyorum. Gülüp, geçiyorum. Ancak Aslı ile Necmiye’nin tutuklu kaldığı dört ayı aşkın sürede aydınlık insanlarla tanıştım. İçeri görüşe giren avukatları gece saatlerine kadar kapkaranlık cezaevi bahçesinde beklerken yanımdan dünya yıkılsa ayrılmayan, Yavuz ve Ziya, dünyaya inmiş bir melek olduğuna inandığım Nilay, insan haklarının tırnağına dokunulsa koşan Şengül, Güler, Aysel, Nahide, Sema, Zale, Ümran, Işıl, Hülya, Vildan… Siyaset insanlarından Figen, Sezgin, Barış, Şafak… Mucizenin diğer adı olan avukatımız Erdal! Ve isimlerini saymaya bile gerek olmayan, isimlerine sığmayacak güzellikte insanlar. Asıl onlardır 29 Aralık’taki duruşma gününde mutluluk halayı çekmemize sebep.
Ahmet Tulgar - Aktif siyasete girmeyi düşünüyor musun? Mesela bir sonraki seçimlerde adaylık?
Aktif siyaset ne gerçekten bilmiyorum. Seçilmiş olmak mı, partili olmak mı? Her ikisi ile de bir planım yok ama yaşamın planlarla sürmediğini de bilirim. Seçilmişlere baktığımda, açıkça senin aktif siyaset dediğin şeyden ürküyorum. Hiç parti ayrımı yapmadan söylüyorum. Birçoğu "hikâye anlatmayı" siyaset yapmak sanıyor. Özellikle de eski kuşak siyasetçiler. Dahası, benim için turnusol olan toplumsal cinsiyet konusunda çoğu cahil ve bu cehaletten, işlerine geldiği için, memnunlar.
İshak Karakaş - Artık Selahattin Demirtaş da bir yazar sayılır. Öyküler yazıyor, resim yapıyor. Aktivist bir öykü eleştirmeni olarak onun için de bir kampanya başlatmayı düşünüyor musun?
Selahattin Demirtaş’ın öyküleri yayınlandıkça okuyorum, kendisine de görüşlerimi yazılı olarak iletebilme şansını buldum. Demirtaş’ın coşkulu bir anlatıcı olarak kurduğu ilk hikâyesi, "Halep Ezmesi", okuyanı ilk satırından yakalıyordu. İkinci öyküsü, betimlemelerden arınmış, hüzne yaslanmış bir metindi. Son öyküsünde, "Deniz Kızı"nda, Demirtaş’ın öykünün dilinin belirmeye başladığını hissediyorum. Ancak, o dışarıya notunda, yine sonsuz mütevaziliğiyle kendisinin ancak bir "edebiyat tüketicisi" olduğunu söylüyordu. Öykülerini okuduktan sonra, şunu söyleyebilirim, Selahattin Demirtaş, sadece hapisteki bir siyasetçi değil, aynı zamanda hapisteki bir yazardır!
İshak Karakaş - Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ve tutuklu vekiller için HDP'nin yaptıklarını yeterli buluyor musun?
HDP’de sadece eş başkanlar değil, milletvekilleri, çok değerli belediye başkanları, onlarca partilisi tutuklandı. Dahası HDP’ye oy vermek bile kriminalize edilmeye çalışıldı. Bu iklimde elbette cılız bir ses çıkacaktı, öyle de oldu.
Ahmet Tulgar - Kemal Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşüne de çok destek verdin. Bu yürüyüşün bir bilançosunu çıkarır mısın?
Adalet yürüyüşü ile ilgili de çok yazdım. Yürüyüşe iki kez, mitinge de bir kez katıldım. Adalet Yürüyüşü’nde tarihi anların yaşandığını düşünüyorum. Roboski ile Adalet Platformu ile, Ferhat Encü’nün annesi ile birlikte CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun "Hak, hukuk, adalet" sloganı atması, ellerinde kıpkırmızı çiçekler yine Kılıçdaroğlu’nun HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay ve beraberindeki heyetle yürümesi unutulmaz. Ben siyasette bir artı birin hiçbir zaman iki olduğuna inanmam. Ya sıfırdır, ya dört, beş, on… Bu yan yana yürüyüşleri de çok değerli buldum.
İshak Karakaş - Hep böyle partiler üstü mü kalacaksın? Sana en yakın parti hangisi?
Partiler üstü müyüm bilmiyorum ama partili değilim. Oy verdiğim partileri söylemektense hiç çekinmem. Oy verme haklarımı, İsmail Cem’in kısa ömürlü Yeni Partisi, CHP ve son olarak da HDP’den yana kullandım.
Ahmet Tulgar - Türkiye'nin geleceğini nasıl tasavvur ediyorsun?
Umut dolu ve aydınlık tabii ki… Başka türlüsünü düşünsem, bu kadar mücadele neden?
İshak Karakaş - Barış sürecine dönülmesi mümkün mü? Aydınlar bunun için ne yapabilirler?
Geç de olsa bir gün barış masalarının tekrar kurulacağına inanıyorum. Bu kaçınılmaz. Barışın bir hayal olduğuna da düşünmüyorum. Önümüzdeki somut bir gerçek, güzel bir gerçek… Aydınlar günümüzde ifade ve basın özgürlüğü krizi ile karşı karşıya oldukları için, önce söz söz söyleme özgürlüğünü geri kazanmaya çalışıyorlar. Barışın da, insan hakları savaşımının da temeli, olmazsa olmazı ifade özgürlüğü. O olmadan, diğerleri ile ilgili çalışma yürütmek olanaksız.
Ahmet Tulgar - Sahneye de çok yakışacak birisin. Sesin, görünüşün ve ailendeki oyuncu damarı ile. Neden kendi deyimleriyle KHK mağrurlarının sahnelediği tiyatro oyununda yer almadın?
Oyunculuğa yeteneğim olmadığındandır herhalde.
İshak Karakaş - Sokakta, eylemlerde de hep şık ve bakımlısın. Bu dikkat çekiyor mu? Yani genelde aktivistler daha spor giyinir ya.
Öncelikle çok teşekkür ederim. Aslında bu durumun bana özel olduğunu da düşünmüyorum. Gezi ile ortaya çıkan bir gerçeklik. Gündelik yaşamın içinde nasıl giyiniyorsak, görünüyorsak sokakta, siyasette de öyleyiz. Öbür türlüsü eyleme geldiğinde şoförüne pahalı arabasını iki sokak aşağı bıraktıran eski kuşaklardaki solcu görünmeye çalışan siyasetçilere benzer. İki yüzlülüğü hiçbir zaman sevmedim.
İshak Karakaş - Şu anda nelere yoğunlaşmış durumdasın? Hangi kampanyalara?
Önümüzde Cumhuriyet Gazetesi davası var. 24 Temmuz’da, yani Basına Karşı Sansürün Kaldırılışı’nın 109. yıldönümünde başlayacak ve bir hafta sürecek büyük basın davası. Şu anda bunun dışında hiç bir şey düşünemiyorum. Olabildiğince Çağlayan Adliyesi’nde davayı izlemeye çalışacağım.
Ahmet Tulgar - Edebiyat eleştirisi alanında neler yapıyorsun?
1978 yılında katledilen Bedrettin Cömert’in bir adlandırması vardır: "Edebiyatımızdaki kooperatifçiler." Yani, bugünün yarını var düşüncesiyle yazan, ideolojik bulaşmazlar… Bunların saldırdıkları kişiler de hiçbir zaman çıkarlarına hizmet etmeyeceklerdir. Edebiyatımızda kooperatifçilik pek yaygınken, eleştirmeyi sürdürüyorum!
İshak Karakaş - Gazetemiz aracılığıyla okurlarımıza nasıl seslenmek istersin?
İki inatçı gazeteciye, Ahmet Tulgar ve İshak Karakaş’a iyi bakın, bu iki iyi gazeteci size, okurlarına emanet!