Ahmet Tulgar & İshak Karakaş
'Önemli olan toplumun kendini ortaya koyması'
Mustafa Alp Dağıstanlı, Türkiye'nin 1980 sonrası gazeteci kuşağının en deneyimli ve prensipli isimlerinden biri. Çok sayıda gazete ve televizyonda çalışan Mustafa Alp Dağıstanlı elbette ki şu sıralar ana akım medyadan dışlanmış durumda.
Geçen sene 'Bildiğin Gibi Değil - Osmanlı' adlı bir kitabı Can Yayınları tarafından yayımlanan Mustafa Alp Dağıstanlı ile buluştuk ve kendisine referandum sonuçlarına ilişkin sorular sorduk:
İshak Karakaş-Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Türkiye yeni bir referandum sürecinden çıktı. Referandumda YSK’nın kararları çok tartışılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu referandum önümüze nasıl bir Türkiye manzarası koyuyor?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Ben teşekkür ederim, bana bir pencere açtığınız için. Önümüze koyduğu manzara, arkamızdaki manzara bence. Şöyle anlatayım: Kimileri, "bildiğiniz Türkiye’nin sonu" diye açıkladı referandum sonucuyla ortaya çıkacak manzarayı. Yavuz Baydar’ın referandum ertesinde Guardian’da çıkan yazısının başlığı da buydu mesela. Ben bu tanımın doğru olmadığı kanaatindeyim. Bence, bildiğimiz Türkiye’nin devamı. Geride bıraktığımız, en azından son beş yıllık sürece bir bakın. Lafı uzatmamıza gerek yok hemen arkamızdaki manzarayı tasvir etmek için: İktidar, aslında Tayyip Erdoğan, devletin bütün aparatlarını, kurumlarını eline geçirmiş vaziyette zaten. Yargı onun maşası, medya onun megafonu... Muhtarları bile kendinin kılmaya çalışan bir hırs küpünden bahsediyoruz. Alabildiğine hukuksuzluk, ciddi baskı; hayatın her anında ve alanında tam saha pres. Muazzam bir doğa tahribatı, tabii yine hukuku paspasa çevirerek. Erdoğan başbakanken de buna çok yakın bir manzara vardı, de mi? Cumhurbaşkanı olunca, hukuk zaten yok da, kanunları da kendi yeni pozisyonuna göre daha çok eğdi büktü işte. O da eskinin devamı olan yeni bir adımdı. Şimdi adaletsiz referandumun hileli sonuçlarıyla fiiliyatta zaten olan bir şeyi kâğıda dökmüş, tescillemiş oldular. Ama bu, hemen arkamızda bıraktığımız bu hukuksuzlukların, adaletsizliklerin aynı kalacağı anlamına gelmiyor tabii. Devamı dedim ya, arttırarak devam edecekler işte. Tabii, sadece AKP dönemine sıkıştırabileceğimiz kadar sığ bir meseleden bahsetmiyoruz. Bütün Cumhuriyet tarihi, Osmanlı da hukuksuzluklarla, adaletsizliklerle dolu. Ve bunlarla yüzleşmeden, hesaplaşmadan bugünlere kadar geldik. Şimdi Hayırcıların büyük bir kısmı, o eski günahlara hala toz kondurmuyor, bunu da unutmayalım.
İshak Karakaş- Toplumsal destek nasıl oluştu peki? Böylesi bir ülkeye toplumun yarısı nasıl istekli hale getirildi?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Bunlar devlet katındaki manzara. Bir de ahali katındaki var tabii. Toplumun büyük bir kesimi, bir daha tescillendi ki yarısı, gözleri önündeki adaletsizlikleri, hukuksuzlukları, yolsuzlukları, sansürü, baskıyı sessiz kalarak veya alkışlayarak desteklemek bir yana, iştahla hazmetti. Büyük bir çürüme, kitlesel çürüme... Bu da devam edecek bir süre daha. İşin ironik tarafı, AKP’liler ve kalemşorları da aynı "bildiğiniz Türkiye’nin sonu" tanımına şevkle sarılıyor, tabii tam tersi bir anlam yükleyerek. Unutmuş olamayız, bütün kampanya boyunca Erdoğan ve Binali Yıldırım, bu temayı işledi. "Eski Türkiye bittiiii! Önümüze yeni ufuklar açılıyor. Güçlü Türkiye geliyor." Referandum sonrasında da sürüyor bu. Yeni Şafak’ın yayın yönetmeni İbrahim Karagül birkaç gün önce bir zırdelinin bile söyleyemeyeceği şeyler yazdı. Referandumla "tarih yapan millet" tekrar sahneye çıkmış. "Artık Anadolu’ya sığamazmışız." Türkiye dünya sahnesinin başat aktörü olarak arz-ı endam etmiş. Bütün bunlar o meşum referandumla oldu otomatik olarak! Benzer şeyleri Erdoğan da söyleyip durmuştu. Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla, bütün AKP seçmeni için söyleyemesem de, bir kesim bunlara şöyle veya böyle inanıyor. Bu zihniyetin nasıl büyük bir felaket getireceğinden habersiz olarak. Nazi Almanya’sının söylemini çağrıştırmıyor mu sizce de? Onlar da Almanya’ya sığamıyordu. Bu sığamamanın hem dünyaya hem kendi insanlarına nasıl dehşetli bir bela ve acı getirdiğini biliyoruz. Kısacası, eski fenalıkların devamı olan bir manzara görünüyor. Tabii, bir de şimdi de ayakta olan sokak var, büyük bir itiraz yükselten sokak. Bu itiraz da kendi devamını, Gezi’nin devamını, kendi manzarasını katacak; öyle ya da böyle. Silinecek değiliz.
Ahmet Tulgar-CHP ve HDP referandum sonuçlarını tanımadığını açıkladı. Sokaklarda protestolar yapılıyor. Bugün CHP Danıştay’a başvurdu. Bu hukuki girişimlerin sonuç vereceğini düşünüyor musunuz?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Hukukçu değilim, söylenenleri, yazılanları okuyorum. Her kafadan bir ses çıkıyor. Ama kısa zamanda netliğe kavuşacak bunlar. Yetkililer mi, değiller mi bu mahkemeler? Anladığım kadarıyla, değiller. Buralardan bir sonuç çıksa bile, YSK kararı aleyhinde yani, hiçbir şey değişmeyecek. Türkiye yargısından böyle bir karar çıkması imkânsıza yakın. AİHM’e gidilse, mahkeme davayı kabul etse, hızla bir karar verse bile Erdoğan, yani "milli irade" bunu kabul etmeyecek zaten.
İshak Karakaş-Biliyorsunuz, AGİT raporu referandumun eşit ve adil koşullarda yapılmadığını, mühürsüz oy kullanımının yanı sıra sandıklarda çok sayıda usulsüzlük yapıldığını belirtiyor. AGİT raporu AB nezdinde nasıl bir karşılık bulur? Uluslararası bir meşruiyet krizi yaratır mı?
Mustafa Alp Dağıstanlı- AGİT raporunu AB tabii ki muteber sayacak, hatta AGİT’ten bir yetkili Türkiye hükümetine cevaben söyledi bunu, dahası, Birleşmiş Milletler’in de itibar edeceğini söyledi. Başka türlüsü mümkün değil zaten. Raporları eşek anırması yerine konulacaksa öbür uluslararası kuruluşlar tarafından varlığını sürdüremezdi AGİT. Uluslararası meşruiyet krizi yaratır tabii. Ama Erdoğan, ‘yeni Türkiye’nin böyle meşruiyet krizlerini takmayacağını söyleyip durdu. Takmayacak yani. AB kendi içinde sorunlu zaten, onlarla baş etmekte zorlanıyor. Türkiye meselesinde de çatışan görüşler var. Geçen gün NTV’nin Brüksel temsilcisi Güldener Sonumut’un Milliyet’teki yazısından anladığım kadarıyla, Güldener AB işlerini çok iyi bilen ve çok iyi takip eden bir gazetecidir, AB bir zeytin dalı daha uzatacak Türkiye’ye, bir yumuşama fırsatı daha verecek. Türkiye’nin AB’yi tatmin eder bir cevap vermesini pek ihtimal dâhilinde görmüyorum. Yine de kâhinlik yapmayayım. Ama siyasi olarak AB’nin etkili bir ağırlığı olduğunu sanmıyorum genel olarak.
Ahmet Tulgar- Referandum sonuçları karşısında HDP ve CHP’nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Alp Dağıstanlı- CHP’ninki çok sorunlu. Geçen gün yazdım da zaten, can havliyle. Konuşurken mangalda kül bırakmıyor CHP, fakat bir şey yapmaya gelince, nanay! Referandum sonucunu tanımadıklarını söylediler. Ee? YSK geri çevirdi. Öbür hukuki yollar da tıkanırsa veya sonuç çıkmazsa veya çıkan sonucu Erdoğan kabul etmezse ne yapacaksın? CHP’nin bir ikinci adımı yok. Düşünmemişler bile. Şimdi yeni düşünmeye başlayacaklar, öyle söylüyorlar. Sokağı yalnız bıraktılar; ne yalnız bırakması, daha da kötüsünü yaptılar. Kılıçdaroğlu’nun, Levent Gök’ün lafları, sokak protestolarını meşru bulmadıklarını gösteriyor. Sokakta kendi seçmeni, kemik seçmeni olan Hayırcılar da var üstelik ve partilerini yanlarına çağırıyorlar. Ben CHP’li değilim, hiçbir zaman da olmadım, ama ana muhalefet partisinin, liderinin demokrasinin yapıtaşlarından biri olan, evet öyledir, sokağa, protestolara katılması benim gibi CHP’li olmayanlar için de önemlidir. Ülke için, demokrasi için önemlidir. Sokağa çıkmaya kim korkar? Devlet. Devlet sokağa ancak polisiyle, askeriyle çıkar; onlarla görünür. Kendi çıkacağı zaman da koruma ordusuyla çıkar ve çıktığı yer aslında sokak değildir. CHP, devlet elinden çoktan kayıp gitmiş olsa da ruhen köhnenin köhnesi bir devlet. Bütün refleksleri öyle. CHP ayrıca konuşulacak, deşilecek bir mevzu ve herkes, muhalif denen medya da, bunu yapmaktan kaçınıyor hep. CHP her salonun en loş köşesinde durmuştur her zaman. O kirli, o sevimsiz karanlıkta örtülür sorunları, yolsuzlukları... Bana kalırsa, CHP’nin bu ülkeye yapabileceği en büyük iyilik, yok olmaktır. HDP tamamen başka bir konu. On dört milletvekili içerde, Selahattin Demirtaş içerde, onlarca belediye başkanı içerde. Belediyeler kayyumda. Kürt şehirleri askeri abluka altında. Şartları biliyoruz işte. Böyle bir durumda mesela Diyarbakır’ın sokağa dökülmesi, öbür şehirlerdeki sokağa çıkmadan tamamen başka bir şekilde algılanır. Odağı Kürt meselesine kaydırır. CHP ön alsaydı, durum farklı olabilirdi. CHP geniş bir toplumsal muhalefete önayak olmaktan gulyabani görmüş gibi korkuyor.
İshak Karakaş-Referandumda Kürt illerindeki sonuçlar çok tartışılıyor. Sizce Kürtler AKP’ye mi döndü yüzünü? Siz referandumda Kürtlerin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Usulsüzlüklerin en çok Kürt illerinde yaşandığı öne sürülüyor.
Mustafa Alp Dağıstanlı- AKP oylarında, Kürt illerinde, 10 puanlık bir artıştan söz ediliyor, HDP oylarında da düşüş var. Bunun bir sebebi, az önce söylediğim şeyler. HDP’liler, hatta CHP’li Erdal Aksünger de söyledi ya, birçok seçmen sandığa ulaşamadı. Bir milyon kişi şehir savaşlarında, bombalamalarında yerinden edilmiş durumda. Bunlar oy vermeye gidemedi. Bölgeye azımsanmayacak asker, polis sevk edildi ve bunlar oralarda oy kullandı. Bazı sandıklar jandarma ve korucular denetimindeydi. Birçok yerde HDP müşahitleri kovuldu, sandıklara yaklaştırılmadı. Birçok yerde gizli sayım yapıldı. Ama galiba, başka sorunlar da var. Mütedeyyin bazı Kürtlerin Evet verdikleri söyleniyor. Daha önemlisi, geçen gün Diken’de Amberin Zaman’ın konuştuğu Arzu Yılmaz, Irak Kürdistan’ında, Dohuk’taki Kürdistan Amerikan Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler kürsüsü başkanı, Kürtlerin Evet oylarında Barzani etkisi olduğunu söylüyordu. Özellikle aşiret yapılarının etkin olduğu Şırnak-Hakkari gibi bölgelerde. Bunlar önemsiz olmamakla beraber, önümüzdeki süreci tek başına etkileme gücünden uzak bence.
Ahmet Tulgar-Referandum sonuçları Türkiye’nin çok derin bir ayrışma yaşadığını gösterdi. Bu koşullarda başkanlık sisteminin işlemesi mümkün mü? Bu bölünmüşlük ve meşruiyet krizi iktidarın politikalarını nasıl etkiler?
Mustafa Alp Dağıstanlı- İktidar için de, bizim için de zor bir döneme giriyoruz. Sözünü ettiğin ayrışmanın giderilebileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Başkanlık sisteminin nasıl işleyeceğine bakacağız. İlk gördüğüm şu: Meclis’teki partilerin rolü figüranlık bile olmayacak artık. Zaten öyleydi. Bostan korkuluğu bile daha işlevsel kalacak Meclis’teki partilerden, başkanlık sisteminde. Ve zaten fiilen uygulanmakta olan başkanlık sistemi, 2019’a kadar dozunu arttıracak. Sadece referandum değil, başkanlık sistemi, partilere sokaktan başka, geniş toplumsal alandan başka bir seçenek, bir hareket alanı bırakmıyor, bırakmayacak. Bu alanda nasıl bir cevvaliyet göstereceklerine bağlı partilerin kaderi. Ya bir "yok" olarak var olacaklar ya da gerçekten var olacaklar, seçmenleriyle birlikte. Tayyip Erdoğan’ı tanıyoruz; "Bi 2019 gelsin, seçileyim de sonra başlarız" demeyecek katiyen. Bildiğimiz bir şey var: Bir toplumsal düzen baskıyla yerinde duruyorsa, daha fazla baskıyı gerektirir. Baskı, daha çok baskıya gebedir; özgürlüğe gebe olacak değil ya. Hırs hırsı büyütür, açgözlülük de açgözlülüğü. Bütün zaaflar kendini büyütür, en önemli özellikleri budur; bu yüzden kurtulmak zordur. Şu yukarıda saydıklarımız da büyük zaaflardır. Ve bu olduğunda, partiler Meclis aktörleri olarak tamamen işlevsizleşecekleri için geriye sadece toplumsal muhalefet kalacak. Galiba iyi de olacak. Bir toplum, hangisi olursa olsun, yaratıcıdır. Yaratıcılığımızı göstereceğiz, göstermek zorundayız, göstermek zorunda kalacağız. Baskı yaratıcılığı, çeşitliliği zenginleşmeyi öldürür, diyoruz. Bir dereceye kadar doğru, ama himaye en büyük yaratıcılık öldürücüsüdür. Bugün Hayır diyenlerin çok büyük bir bölümü, kendilerini, yaşam tarzlarını, cumhuriyetlerini çok yakın bir zamana kadar ordunun himaye/vesayet ettiğini düşünüyordu, di mi? Türkiye bir vesayet rejiminden başka bir vesayet rejimine geçti; kurtulamadı. Ama galiba, CHP seçmeni mecburen askeri vesayetten kurtulmuş oldu. Orduya da balans ayarları yapıldı. O kitlenin güvendiği dağlara karlar yağdı da yağdı. İş başa düştü, onlar da mesela Gezi’de sokaklara, meydanlara. Şimdi de CHP himayesinden, partilere işi tamamen bırakma alışkanlığından ve miskinliğinden kurtulmak zorunda kalacaklar. Hepimiz kalacağız. Bu sadece sokakta gösteri yapmakla olabilecek bir şey değil tabii. Her yolu deneyeceğiz. Önemli olan da bu; toplumun kendini ortaya koyması. Yoksa iktidar, ne olursa olsun, iktidar gibi davranacak işte. Üstelik buradaki, ne kadar ehlileşse, ne kadar güzel kıyafetler giyse de arsız, azgın, fütursuz bir iktidar. Tam burada Koçi Bey'in lafını da hatırlatalım: "Küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz." Durmayacak Erdoğan dünyası da.
İshak Karakaş-CHP ve HDP’ye sine-i millete dönmesi yönünde çağrılar var. CHP’den gelen açıklamalar sine-i millete dönmenin AKP’ye yarayacağı yönünde. HDP’den ise henüz bir ses çıkmadı. 2019 seçimlerinde hayır cephesini güçlendirerek cumhurbaşkanlığını AKP’den almak ve yeni bir anayasa hazırlamak gibi bir perspektifin ağır bastığı anlaşılıyor. Siz muhalefetin tavrı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Tek başına hiçbir adım yeterli değil ve anlamlı da değil. Sine-i millete döndün, ikinci adımın ne, üçüncüsü... Sokağa indin, yine aynı şey geçerli. CHP’de bunların hiçbiri yok. Çok zavallı bir durumdalar ve onlara uyarsak biz de zavallılaşırız. Bu hileli sonuç hiçbir zaman meşruiyet kazanamayacak, ama yerleşiklik kazanacak gibi. Muhalefet şimdiye kadar gösterdiğinden başka bir şey göstermezse... 2019’da Erdoğan kazanamayabilir, gayet mümkün bu. Fakat kimi çıkaracaklar karşısına, Kılıçdaroğlu’nu mu? Şimdiki Hayır bloku bir cumhurbaşkanlığı seçiminde yine sağlanabilir mi, bir aday etrafında. Zor görünüyor şimdilik. 2019’a kadar beklemediğimiz gelişmeler de ortaya çıkabilir, uç verebilir.
Ahmet Tulgar-Bu referandum sonuçları sağda ve solda yeni partileşmeye kapı aralar mı? Önümüzdeki günlerde nasıl bir siyasal tablo şekillenecek?
Mustafa Alp Dağıstanlı- CHP bir tıkaç. İki gün önce çıkan bir kulis haberine göre, CHP bir merkez sağ parti ihtiyacı olduğunu düşünüyormuş! Sen zaten bir tür merkez sağ partisin işte. CHP aslında bir bulamaçtır ya, neyse şimdi. Merkez sağ partilerden isimleri milletvekili yaptı. CHP’ye oy verenlerin bir kısmı eski merkez sağ partilerin seçmeni. Bu merkez sağ parti ittirmesini başka yerlerden de duymaktayız bir süredir. Bu biraz keşke olsa duygusuyla gazlanıyor. AKP’yi seçimde yenmenin imkânsız olduğu düşünüldüğü için, içeriden parçalamak veya işte bir "makul" sağ partiyle bazı milletvekillerini ve seçmeni aşırmak için. Bana şimdi buradan bakınca mümkün ve etkili bir yol gibi görünmüyor. Amaa Abdullah Gül'ün de içinde olduğu, AKP'nin kurucu kadrosundan liberal/imsi kimi isimleri barındıran bir parti AKP için bir yarma hareketi anlamına gelir, hırpalayabilir. Tabii, bunu şimdiye kadar yapmaları gerekirdi. Rahatsız olduklarını biliyoruz Son zamanlarda medyaya da yansıyan Gülcü/Davutoğlucu-Erdoğancı ayrımı, galiba bildiğimizden derin. Tabandaki izdüşümünü ölçemiyoruz tabii. Olursa göreceğiz. Bir de Meral Akşener ve arkadaşları bir şey yapacak galiba. MHP dumura uğradı çünkü. Doğrusunu isterseniz şöyle düşünüyorum ben uzun süredir: Mesela İsveç Sosyal Demokratik Partisi gibi bir parti olsa CHP, CHP seçmeninin çok çok büyük bir kısmı MHP’ye oy verirdi. Değer yargıları, Kürt meselesindeki tavırları, dış tehdit algısı, Kürt ve Ermeni antipatisi...gibi bakımlardan AKP’den de çok farklı değiller bence, ama İslami tonlu, MHP’ye çok yakınlar. CHP olmasa MHP’ye oy verirler. Tabii, Evetçi hale gelmemiş bir MHP’ye. Şimdi Akşenerler bir parti kurarsa, ona yönelecek CHP seçmeni olur bence. Gerçi, babadan kalma CHP’liler o alışkanlıkla, baba yadigârı diye birçoğu devam edebilir. Türkiye’de bir sosyal demokrat partiye ihtiyaç var ve CHP olamaz o. CHP bir tıkaç. CHP’yi dönüştürme çabalarına şahit olduk kaç defa, ı-ıh, imkânsız. Başka bir sosyal demokrat parti kurma girişimleri de oldu, onlar da canlanamadı. Neyse, bu uzun ve başka bir konu. Devam etmeyeyim.
İshak Karakaş-Sonuçlar AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da çok tatmin etmiş gözükmüyor. Bu sonuçlar 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çantada keklik olmadığını gösteriyor, gibi değerlendirmeler var. Ayrıca AKP’ye yakınlığı ile bilinen gazeteci Abdülkadir Selvi geçenlerde bir yazısında dipten gelen bir muhalefet dalgasından söz etti. Bütün bunlar dikkate alındığında AKP’nin yeni dönem politikaları yumuşama ve kitleyi yeniden kazanma doğrultusunda mı olur, yoksa daha fazla sertleşme politikası mı izler?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Yumuşama kimi ikna edecek, kimleri kazanabilecek! Durmadan yalan söyleyen, durmadan birbirinin tersini söyleyen ve yapan bir iktidardan bahsediyoruz. Yalancı çobanın hikâyesi bile Polyanna gibi kalır. Böyle bir başkanlık sisteminde yumuşama, iyilik diyebileceğimiz şey, hükümdarın bahşişidir, bahşettiği haklardan konuşabiliriz ancak. Zorlayıcı mekanizmalar geliştirilemezse. Ama öyle mekanizmalar zaten başkanlık sisteminin, yeni gibi sunulsa da köhne olan düzenin çökmesi demektir. Aslına bakarsanız bu "yumuşama" politikasına başladılar bile. Bu kadar sokak protestosu var ve polisi saldırtmıyorlar. Referandum öncesindeki gösterileri düşünün bir. En ufak gösteriye tomayla, gazla saldırıyorlardı. Şimdi durum farklı, oyları çaldılar, kitle farklı ve çok daha geniş, çok daha öfkeli. Rejim değişecek ve bunu kabul etmiyorlar. Ama iktidar da korkuyor üstlerine gitmekten. Azdırmaktan korkuyor. Böyle bir saldırıda hele birkaç kişinin can vermesinin işleri çığırından çıkarabileceğini, kontrol edilemeyecek bir hale gelebileceğini düşünüyorlar muhtemelen ve haklılar. Kendi kendine sönsün istiyorlar. Yok sayıyorlar, bir nevi. Yok sayma ne zamandan beri yumuşaklık oldu. Yok sayma açık bir şiddettir. İnsanın, toplumun benliğine saldırıdır. Kürt meselesi, Kürtleri tatmin eden bir çözüme kavuşmadan bu ülkeye demokrasi gelmez, dolayısıyla sahici bir yumuşama da imkânsızdır. Böyle bir çözümü Erdoğan’ın kafasında görmüyorum ben, önceki "çözüm paketi" sürecinde de görmemiştim, yoktu. O bir aldatmacaydı, oyalamaydı.
Ahmet Tulgar-Referandum sonuçları yeni bir rejim inşası aslına bakarsanız. Bu Kemalizm’i savunan kesimlerde yeni bir sivilleşme ve demokratikleşme sürecine yol açar mı? Eskiden merkezde idiler, şimdi çevredeler artık. Böyle bir olasılık görüyor musunuz?
Mustafa Alp Dağıstanlı-Dediğin gibi bir şeye yol açacağını sanıyorum. Ama bu tek başına ne kadar anlamlı. Bütün bu süreç, bir kesimin Kemalizm’de daha da kemikleşmesine yol açacak, açtı. Ta başta söylediğim gibi, geçenlerde Ali Nesin’in öz bir şekilde ifade ettiği gibi, 80 yıllık hukuksuzluklar olmasaydı bu hukuksuzluk yaşanabilir miydi? Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinde Anayasa Mahkemesi’nin verdiği 367 kararı gibi bir hukuksuzluğu bu Kemalist kitle iştahla hazmetmeseydi, alkışlamasaydı... Bunlarla hesaplaşmadan, yüzleşmeden demokratikleşme de olmaz, sivilleşme de. Kemalizm’den vazgeçmek değil mesele, AKP seçmenine salık verip durdukları eleştirel bakışın kendileri için de, herkes için de ihtiyaç olduğunu kabul etmek. Tabii yine CHP’ye geliyoruz. CHP himayesinde, CHP’yi silkelemeden, kendi partilerini yani, mümkün mü Kemalistlerin toparlanması?
İshak Karakaş-Referandumda MHP ve BBP, AKP’nin yanında yer aldı. Ancak milliyetçi taban merkezin politikasını kabullenmedi ve ezici bir çoğunlukla Hayır oyu kullandı. Bu, MHP’yi nasıl etkiler?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Sıkı bir MHP, milliyetçi hareket gözlemcisi değilim. Ama içeride derin sorunlar olduğu, dışarıya taşanlardan belli. MHP tabanının üçte ikisinin Hayır verdiği, parti merkezine posta koyduğu belli. Örgütten birçok istifa da bunu gösteriyordu zaten. O hareket içinde yeni şekillenmeler olması kaçınılmaz. Akşenerlerin nasıl bir yapıyla, nasıl bir siyasi kimlikle ve ideolojiyle ortaya çıkacağı önemli. MHP 6 ay önceki gibi kalamadı işte. Bu haliyle de kalamayacak. Devlet/Erdoğan Bahçesi’nin MHP’si bir daha asla Meclis’e girecek oyu alamayacak. Cumhurbaşkanlığı sistemi denen ucubede birkaçına bir süre bakanlık, danışmanlık falan koklatırlar, o kadar.
Ahmet Tulgar-Biliyorsunuz, Erdoğan’ın danışmanlarının referandumdan birkaç gün önce federasyon açıklamaları çok tartışılmış ve evet cephesinde krize yol açmıştı. Başkanlık sistemini referandumda geçiren AKP ve Erdoğan bu rahatlama ile yeniden çözüm sürecine yönelebilir mi?
Mustafa Alp Dağıstanlı- Bir şeylere yönelir belki de o yöneldiği ne kadar çözüm olur ki? Siz bir siyasi hareketin en güçlü partisini terörist ilan ederseniz, başkanını, milletvekilini, belediye başkanını hapsederseniz, dokunulmazlıklarını kaldırırsanız (teşekkürler CHP) neyin çözümünü getirebilirsiniz ki? Demin dediğim gibi, bazı "haklar" bahşedebilirsiniz sadece. Bahşetmekle barış gelmez, demokrasi gelmez, çözüm gelmez. Bahşiş istemiyoruz, Kürtler bahşiş istemiyor, haklarını talep ediyor. Birinin hak talep etmesi sadece Erdoğan'ı değil, Türkiye'nin yüzde 75'ini içeren her partiden milliyetçiyi de ifrit ediyor. Erdoğan'la aynı olan sürüsüne bereket CHP'li var. Erdoğan'ın gücünün bir kısmı da buradan geliyor (teşekkürler CHP). Ağzından köpükler saçarak "Büyük/Güçlü Türkiye" naraları atan bir zihniyet mi çözecek Kürt sorununu. Bu, dişlerini, tırnaklarını söküp, tüylerini yolup, güzelim gözlerine de mil çektikten sonra kucağına alıp "Benim güzel kedim" diye sevmeye benziyor.