İnci Hekimoğlu
Ortak görüş: 'İktidar anayasal sistemden çıktı'
Gazeteci ve siyasilere dönük saldırılar hız kesmeden sürüyor. Fiili saldırılara es verilmiş görünse de, iktidar odakları yeni saldırılar için motivasyon yaratmaya, zemini sıcak tutmaya devam ediyor.
Tekrarlamaya gerek yok, Devlet Bahçeli’nin kınamak bir yana Karar gazetesinden üç ismin daha listede olduğunu ilan eden konuşması, Erdoğan’ın kamuoyuna açık bir lanetleme veya önünü kesmeye yönelik hiçbir açıklama yapmaması, ‘yeni Türkiye’ inşasında atacakları son adımın eşiğinde olduklarının habercisi.
Koalisyon ortağı MHP Genel Başkanı, Genel Başkan Yardımcısı, milletvekilleri ve MHP’nin Ülkü Ocakları medya mensuplarını, siyasileri; hepsi bir yana savcıları alenen tehdit edecek kadar cüretkar olabiliyorsa bundan sonrasını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.
Seçimlere kadar toplumsal gerilim dozunu yükselterek; gerekirse toplumun sinir uçlarını tahrik ederek, kutuplaşmış tarafları sıcak çatışma ortamına sürükleyerek seçimli ya da seçimsiz ama mutlaka iktidarda kalmanın yolunu bu stratejide buldukları belli.
Bunu anlamak için yıllarca çeşitli medya kurumlarında Ankara temsilciliği yapmış, siyaseti yakından takip eden Gazeteci İsmet Demirdöğen’in anlattıkları yeter.
Dmirdöğen, doğrudan Ankara’da ülkücü camiadan bir siyasetçiye (!) bağlı organize bir suç örgütünden bahsediyor.
" Ankara'da yasa dışı ilişkilerle, işlerle ilgilenen bir kişi var. Bu milliyetçi camiaya çok yakın biri. Buna bağlı olarak da sokakta torbacılık yaptığı iddia edilen, başıboş gezen, işi gücü olmayan insanlar var. Bu kişilere HTS kayıtlarından hedef gösterilen kişilerin nerede olabileceği anlık bildiriliyor. Emniyet içerisinde de uzantıları var. Ankara'nın çeşitli yerlerinde büroları var ve bürolara bu bilgiler gidiyor."
ARTI TV'de ekrana gelen, Sibel Hürtaş'ın sunduğu Ankara Gündemi programında, organizasyonun dört ayağı olduğunu söyleyen Demirdöğen, "Birinci ayağı siyaset, ikincisi emniyet, üçüncüsü 'mafya' ve dördüncüsü de emniyetin dışında bürolarda örgütlenmiş emniyet bağlantılı kişiler. Onlar da sevk ve idareden sorumlular. Böyle bir çark kurulmuş vaziyette."
Kısaca bir kere daha "mafya-siyaset-emniyet" organizasyonu ile karşı karşıyayız. Ama bu kez 90’ları, Susurluk Skandalı’nı aşan boyutta; ‘tepeden aşağıya’ örgütlenmiş bir yapıdan bahsediliyor.
Buna polisin ve MİT’in kullanımına açılan TSK’nin ağır silahlarını, SADAT’ı, cihatçı yapıları (tarikat-cemaat) ve ülkücü-islamcı oluşumlara serpilmiş Selçuk Özdağ’a saldıran IŞİD sempatizanı gibi tetikçileri ekleyin.
Tam bu noktada, durumu bizden çok daha iyi anliz edecek deneyime sahip, iki emekli bürokrata bırakayım sözü.
Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk, gazeteci Selma Topçu’ya verdiği röportajda şunları söylüyor:
"Çok karanlık bir tablo var önümüzde. TSK silahlarının emniyet ve MİT’e devredilmesinde amaç belli. Tıpkı ABD’de Trump’un yapmaya çalıştığı bizde de yapılmadı mı? Nitekim, referandumda anayasaya aykırı kararlar alarak ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ demediler mi, İstanbul seçimlerinden sonra sonuçları tanımayıp tekrar ettirmediler mi? Kafalarında bir niyet olduğu, buna göre hazırlık yapıldığı belli. Muhalefet hem topluma anlatmalı, hem de iktidardaki partileri, demokrasi dışına çıkmanın seçimi kaybetmekten daha ağır sonuçları olacağına ikna etmeli. Aksi halde ülkenin sürükleneceği yeri düşünmek bile istemiyorum."
"Liberal demokrat" olarak tanımlanabilecek çizgisiyle bilinen emekli MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ise yazılarındaki değerlendirmeleri biraz daha açarak, hem ülke hem de toplum güvenliğinin risk altında olduğunu söylüyor.
Gazetecilere ve siyasilere yönelik saldırılar sonrası görüştüğüm Öneş’in uyarı ve önerilerinin altı çizilerek okunmalı:
"Yargı bağımsızlığının çözülmesi, güvenlikçi sistemin keyfi uygulamaları, ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi, medyanın ve sivil toplumun baskı altına alınması otoriterleşme, devlet içindeki tekelleşme, kurumların ele geçirilmesi gibi gelişmeler anayasal Sistemin dışına çıkıldığını gösteriyor. Tehlikeli olan da bu. Muhalefetin ötekileştirilmesi, kriminalize edilmesi, yargı baskısı, iktidarın anayasal sistemden çıkışını gösteriyor."
Cevat Öneş, "Peki bu ciddi bir suç değil mi? Bu suçu işlemeye nasıl cesaret ediyorlar?" soruma verdiği yanıt şu oldu:
"Evet, tabii ki ciddi bir suç! Az önce söylediğim gibi medya, yargı ve kolluk kuvvetleri dahil bütün kurumları ele geçirdikleri bir yapı bu."
Öneş, çıkışın tek yolu olarak "Türkiye Demokrasi İttifakını" gösteriyor. "Siyasal ve toplumsal muhalefetin; HDP dahil hiçbir ayrım yapmadan tüm toplumsal kesimlerin birlikte yaşayabileceği ortak bir anayasayı ve bir yol haritasını kamuoyunun önüne koymalıdır" diyen Cevat Öneş, muhalefetin önünde hem tarihi bir fırsat hem de tarihi bir sorumluluk olduğunun da altını çizdi.
"Muhalefet bunu başaramazsa?" sorusuna ise tek cümleyle yanıt verdi: "Bunu düşünmek bile istemiyorum."
Farklı görüşteki iki ismi " düşünmek bile istemedikleri" bir analizde birleştiren gidişat, muhalefet partilerini düşündürüyor mu acaba?
Mesela size "iktidardan gitmemek için her şeyi yaparlar" diyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun, destekçisi gazeteciler saldırıya uğrarken bile etkisiz cümlelerle geçiştirmeyi seçen Meral Akşener’in bu tarihi sorumluluktan haberi varmış gibi geliyor mu?