Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Osmanlı Tipi Kast Sistemi olarak millet sistemi
Günümüzde hayatın her alanında her an karşımıza çıkan kolektif kimlikler düzleminde eşitsizlikler hiyerarşisini, kast sistemi kavramsallaştırması ile tartışmanın faydası kadar sakıncaları da var elbette.
Ancak Osmanlı ve Türkiye bağlamında bu kavramı kullanmayı önermemin bir nedeni, Hindistan dışındaki örnekler için kullanıldığında genelde yapıldığı üzere, ‘analoji’ aracılığıyla bir başka hiyerarşik yapıyı, yani hukuki çerçevesi ve uygulamasıyla açık ve net bir eşitsizlik ilişki ağını anlatma çabasıdır. Elbette Hindistan örneğinin çok yaygın olarak bilinmesinden yola çıkarak kullandığım, bu tür eşitsizliklerin bariz örneği olan 'kast sistemi’ kavramını, Osmanlı-tipi sistemin özgünlüklerini unutmadan kullanmak gerekiyor.
*****
Her konuda olduğu gibi, tarihsel süreci, ‘Osmanlı ve sonrası’ olarak değil, ‘modern öncesi ve modern dönem’ kategorik farklılaşmasıyla ele almak doğru olur. Çünkü temel ayrımı bu fark oluşturur.
Bu bağlamda, modern dönemi de kendi içinde ‘modern Osmanlı’ ve ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olarak iki alt dönem halinde değerlendirmek doğru olur. Yani asıl kopuş, modern öncesi Osmanlı ile modern dönem arasındadır ve modern dönem, hem uzun 19. yüzyıl Osmanlı hem de Türkiye Cumhuriyeti dönemlerini kapsar. Bu nedenle 19. ve 20. yüzyıllar, devamlılık içinde iki alt dönem olarak sonuçta bir bütünlük arz eder ve tek bir (modern) paradigmaya tekabül ederken, 1790’lar öncesi ise farklı bir paradigmayı temsil eder.
Bu kısa uyarıdan sonra açıkça yazabilirim artık: Osmanlı tipi kast sisteminin temeli, ‘millet sistemi’ adıyla modern öncesi Osmanlı döneminde atılmıştır, ancak bu temel üzerinde yükselen modern dönem Osmanlı kast sistemi 19. yüzyıl modernleşme sürecinde yaşadığı radikal dönüşüm sonucunda, tamamen farklı bir nitelik kazanmıştır.
Günümüzde hâlâ geçerli olan ve ‘Türkiye tipi kast sistemi’ adını verdiğim, çok daha rafine, dolaylı ve zımni kast sistemi, bu dönüşüm sonunda ortaya çıkan, 19. yüzyılda inşa edilmiş farklı nitelikteki modern Osmanlı tipi kast sisteminin kesintisiz ve dolaysız devamıdır.
Bu farklı dönemleri teker teker açmakta fayda var, ama yer sorunu nedeniyle bu yazıda sadece modern öncesi dönemle ilgili bazı tarih tersleriyle yetineceğim…
Modern öncesi kast sistemi olarak millet sistemi
Aslen ‘millet sistemi’ adıyla anılan modern öncesi döneme ait bir yapı olarak ortaya çıkan Osmanlı tipi kast sisteminin İslami hukuk ve deneyime dayanan ön tarihini, Fatih Sultan Mehmed dönemindeki inşasını, sonraki dönemlerdeki evrimini ve en önemlisi özgünlüklerini tartışmak için yeterince zengin ve çoksesli bir literatüre sahibiz bugün. Modern dönem tarihçisi olarak fazla iddialı laflar sarf etmek istemediğim bu sistemle ilgili olarak –20. yüzyıl tarihyazımında mevcut olan konsensüse dayanarak– altını çizmek istediğim önemli bir tarih tersi şu olabilir: Müslümanlar ve ehli kitap dinlere mensup şahıs, grup ve kurumlar arasındaki ilişki ağına ve (İslami bir kurum olarak) devletin bu konudaki politikalarına genel hatlarıyla baktığımızda, kompartımanlaşma ve ‘barış’ içinde bir arada yaşamayı sağlayan hoşgörü/tolerans öne çıkmaktadır. Önde gelen tarihçilerin çalışmaları sayesinde son halini alan bu kanonik anlatıda, açıkça sorunsallaştırılmasa da Müslümanların açık üstünlüğü ve milletler arasında zımni eşitsizlik sabittir.
Her ne kadar millet sistemini hoşgörü ve barış güzellemesiyle anmak hâlâ yaygın olsa da – millet sistemi hakkında bilinenleri daha sofistike ve rafine hale getiren, özellikle Balkanlar ve Ortadoğu üzerine yapılmış vaka çalışmaları sayesinde– zamanla millet sisteminin dayanağı olan eşitsizlik bugün daha görünür hale gelmiştir.
Ancak bununla eşzamanlı olarak, 1990’lardan itibaren o sıradaki küresel dönüşüme paralel şekilde Türkiye’de rağbet görmeye başlayan çokkültürcülük tartışmaları çerçevesinde, popüler siyasi düzlemde muhafazakârlar, Osmanlı millet sistemini (sadece Türkiye’de değil, küresel düzeyde) çokkültürcülük için model olarak sunma derecesinde Osmanlı barışı/huzuru mitleştirmesine sarıldılar. Bu çabanın en olumlu yönü, Cumhuriyet rejiminin tekçi kültür ve kimlik politikalarına ilişkin eleştiri ve mesafeydi, ama –sonuçta mitleştirilmiş bir model önerilmiş olsa da– bu önerinin kültürel çoğulluk niteliğine/iddiasına dayanıyor olması çok değerli bir kazanımdı. (Maalesef günümüzde tekçi muhafazakâr İslam-Türkçü söyleminin hakimiyeti altında bu satırları yazarken ‘daha dün gibi’ o günler, gerçekten çok uzak bir geçmiş gibi görünmektedir.)
Esasen bu anlatıda pek sevilen referanslar olarak Avrupa’da aynı dönemdeki kanlı din savaşları düşünüldüğünde, Osmanlı’da huzur ve barışın hakim olduğunu söylemek mümkündür elbette, ama bunun asıl dayanağının bariz eşitsizliklerin kabulü üzerine kurulu kast sistemi olduğu görmezlikten gelindi, geliniyor.
Analojiye başvurarak bu olmaz olası barışı anlatmak üzere toplumsal cinsiyet düzlemine bakacak olursak, tamamen eşitsizlik üzerine kurulu ‘aile’ hayatının her şeye rağmen devamı mantığıyla, kadının eşitsizliği ve hatta şiddete varan baskıyı kabul etmesine dayalı anlayışla yuvanın yıkılmaması hedefini büyük ‘başarı’ saymak gibi bir şeydir bu barış ve huzur mitleştirmesi.
Ya da sınıfsal düzlemde, yarı kölelik koşullarında tüm sömürü ve baskılara rağmen efendisine sadık kalan ve hatta ‘karnını doyurduğu’ için minnettar olan köylülerin isyan etmemelerini, barış ve huzur gerçekliği olarak kabul etme ve hatta yüceltme tavrına benzer…
Ya da kendisini devletle özdeşleştirdiği için tüm haksızlıklara, eşitsizliklere ve hatta baskılara rağmen muti kalma tercih edildiğinden devlete karşı anarşi, isyan ve devrimci çıkışların olmamasını huzur olarak okumaya benzer. (Mahir Çayan’ın suni denge dediği bu muydu yoksa!)
Modern öncesi kast sisteminin açık ya da gizli ve dolaylı ya da dolaysız eşitsizlik uygulamalarına onlarca somut örnek verilebilir, ama asıl konum modern dönem olduğu için bu yazıda eşitsizlik alanlarının bazılarını yazmakla yetineyim: Alt-üst ilişkisinin nişanesi olarak belli renkleri giyme, at binme, silah taşıma, yeni ibadethane inşa etme, Müslümanlardan daha görünür kılan yükseklik sembolleri kullanma gibi konularda katı sınırlamalar mevcuttur.
*****
Osmanlı tipi kast sisteminde (millet sisteminde) üstünlüğün niceliksel büyüklükle (çoğunluk olmakla) ilgisi dolaysız ve çok büyüktür. Bu özelliğiyle, azınlığın radikal ayrımcılık rejimi olarak Güney Afrika tipi Apartheid sisteminden çok farklıdır.
Her ne kadar (muhafazakâr devletçi korku nedeniyle) ‘azınlık’ kavramının Osmanlı için bugünkü anlamıyla kullanılamayacağı söylense de çoğunluk-azınlık (ekalliyet) ilişkisi Osmanlı bağlamında güç ilişkilerinde belirleyiciydi, çünkü niceliksel çoğunluk ile hakimiyet olguları her zaman doğru orantılı olmuştur. Kullanımı tartışmalıysa da geçerliliği tartışmasız olan millet-i hakime kavramı, çoğunluğu oluşturan egemen dini grup konumundaki Müslümanlar için, millet-i mahkûme kavramı ise egemenlik altındaki gayrimüslim azınlık milletler için kullanılabilir. Yani hakimiyet ilişkisi tamamen çoğunluk ve azınlık olgusuyla örtüşür.
Diğer yandan, tek başına zimmi kavramı bile hiyerarşik ilişkiyi anlamak için yeterlidir…
*****
Kastlar arasında geçiş bağlamında baktığımızda Osmanlı tipi kast sistemi, bu geçişi engelleyen katı kurallara sahip olan Hindistan tipi kast sisteminden de farklıdır. Genelde doğuştan edinilen ve ölene kadar sürdürülen ‘statü’ ve (istisnai durumlar dışında) geçişin olanaksızlığı, Osmanlı için geçerli değildir. Zor ve istisnai olsa da Osmanlı’da geçiş mümkündür. Gerçi (özellikle mali) dengesini mevcut millet dağılımına göre kurmuş olan Osmanlı devleti –İslam dinine toplu geçişin (ihtida) hızlandığı 18. yüzyıl Kosova örneğinde olduğu gibi– bazen bu geçişleri dizginleme yoluna gidebilmekteydi. Çünkü zimmi konumundaki (koruma altındaki) gayrimüslimlerden koruma vergisi olarak toplanan cizye miktarı hesabı üzerine kurulmuş dengenin bozulma ihtimali, Osmanlı yönetimi tarafından tehdit olarak görülebilmekteydi.
*****
Esasen Osmanlı tebaası olan tüm gruplar için kullanılan millet kavramı, zamanla yaşanan anlam kayması sonucunda daha dar anlamda etnik gruplar için kullanılmaya başlanmıştır. Aslında orijinal kullanımıyla ‘millet-i İslamiye’, İslam dinini kabul ederek tek bir milleti oluşturan inanç merkezli kolektif kimliğe işaret eder. Zamanla onun yerine geçen ümmet ise esasen o kimliğin içindeki alt grupları ifade ediyordu. Şemseddin Sami’nin ümmet maddesinde uyardığı üzere, “galat-ı fâhiş olarak” kullanılan ‘ümmet-i İslamiye’ ve ‘millet-i Osmaniye’ kavramlarının doğrusu ‘millet-i İslamiye’ ve ‘ümmet-i Osmaniye’ olmalıdır. Ancak zamanla bu galat (hatalı) kullanım genel kabul görecektir. (Kabul eden demos olunca yapacak bir şey kalmıyor; yeter ki dayatma olmasın!)
Kısaca, zamanla millet kavramındaki anlam daralmasına paralel olarak ümmet kavramındaki anlam genişlemesi sonucunda ortaya çıkan kavram karmaşası, günümüz okuru için millet sistemi tartışmalarını anlamayı zorlaştırabilmektedir. Modern öncesi dönemde kolektif kimlikler esasen inanç merkezli olduğu için her iki kavram dini gruplar için kullanılabiliyordu, ama daha dar anlama sahip olan ümmet kavramı, daha geniş olan millet kavramı içinde alt gruplar için kullanılıyordu. Zamanın kavram dünyasını anlamamıza faydası olabileceği umuduyla, İsmail Kara hocadan özlü ilmihal ‘tekerlemesi’ni burada anmakta fayda var:
- Kimin zürriyetindensin?
- Hz. Adem’in zürriyetindenim.
- Kimin milletindensin?
- Hz. İbrahim’in milletindenim.
- Kimin ümmetindensin?
- Hz. Muhammed’in ümmetindenim.
Yani en geniş kavram olarak tüm insanlığa (nev-i beşere) referansla zürriyet ve en dar kolektif kimlik çerçevesi olarak bir inanç grubunun alt gruplarına referansla ümmet kavramı kullanılırken, asıl büyük inanç grubu için, yani ümmetten daha geniş anlamda millet kavramı kullanılmaktaydı.
Sözünü ettiğim bu anlam daralmasına ek olarak, daha sonra etnisite merkezli kolektif kimlikler için kullanılmaya başlanan millet kavramı, nihai olarak önemli bir anlam kayması nedeniyle, bugünkü anlamıyla ulus ile eşanlamlı kullanılmaya başlanmıştır.
19. yüzyıl sonu şaheseri Şemseddin Sami’nin Kamus-i Türki’si ve günümüzün şaheserlerinden Kubbbealtı Lugatı başta olmak üzere ansiklopedi-sözlükler ile İsmail Kara’nın çalışmaları başta olmak üzere son zamanlarda kavramların tarihi hakkında bilgimizi artıran zengin literatür sayesinde bu anlam genişlemeleri ve daralmaları ile anlam kaymalarını yakından izlemek mümkündür.
Bunları dikkate almadan meseleyi anlamak ve tartışmak olanaksızdır.
*****
Popüler seviyede bunları dikkate almayarak bu konuda yazılıp çizilenler, mevcut karmaşaya bir düğüm daha eklemekten öteye geçememektedir.
Tüm bu uyarılardan sonra, modern öncesi Osmanlı kast sistemini ve makro düzeyde modernleşme sürecinin parçası olarak yaşanan dönüşümü ve nihayetinde modern Osmanlı tipi kast sisteminin inşa sürecini tartışabilirim ki sonraki yazılarda bunu yapacağım.
Elbette, bu dönüşüme karşı egalofobik tepki nedeniyle millet-i hakime elitlerinin verdiği ‘aşağılama hakkı’nı (!) kaybetmeme mücadelesini unutmadan…
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])