Hüseyin Çakır
Otoriter rejim altında muhalefet!
Başlık bile başlı başına bir baskı, egemenlik ve iktidar hegemonyasını üstünüzde hissettiriyor. Bu durumun idrakinde olunca muhalif olmanın, muhalefet yapmanın özü ve biçim de normal koşullardaki gibi olabilir mi?
Bu ne demek? Öncelikle normal olmayan koşulların nedenlerini anlamak lazım. Sonra bu koşullarda: Nasıl muhalefet yapılır? Nasıl yeni seçenekler sunulur? Ve nasıl toplumun rızası muhalefet lehine kazanılır? Bu sorulara yeni politikalarla cevap vermek gerekir. Düşünsel, politik ve örgütsel konfor bozulmadan, yani alelade muhalefet, alelade popülist söylemle siyaset yaparak gerçekçi yeni yanıtlar verilemez.
Yükselen otoriter eğilimleri toplumsalın ürettiğini anlamadan, otoriterizme karşı muhalefet seçenekleri üretmek kolay iş değil. Hem iktidarı hem iktidarla halvet olmuş devleti ve de toplumu, toplumsalın "bildiği bilgi" ve zihin dünyası durumunu analiz ederek, iktidarın popülizm tuzağına düşmeden yeni bir muhalefet üretebilmek gerekiyor.
Otoriter liderle, seslendiği toplumsal kesim arasında kurulan politik popüler dil, algı ve politik zihniyet zinciri otoriter rejim kurulmasına toplumsal alan açıyor ve toplum çoğunluğu böyle kazanılıyor. Lider ve otoriter rejime razı ve rıza gösterme durumu oluşuyor. Bu rıza oluşumunun arkasındaki toplumsal ve siyasal kültürün; toplum hayatındaki aileden başlayarak, sosyal hayattaki bütün mikro iktidarlarda, yöneten ve yönetilen ilişkisinin ve işleyişinin, otoriter rejimlere rıza gösterilmesinde doğrudan bağlantısı var. Muhalefet yapan reel siyasetçiler bu bağlantıyı anlayarak ve görerek, demokratik işleyiş siyaseti üretmeliler.
Türkiye ve dünya otoriter rejimlerinin pratiklerinde görüldüğü gibi, otoriter liderler toplumsal kültürün "apolitik, lümpen bilincine" sesleniyorlar. Aydınların, entelektüellerin ve üniversite hocalarının her türlü yeni fikirlerinin ve eleştirilerinin; "millet" in değerleri dedikleri ideolojileştirilmiş "geleneklere" karşı olduğunu söylüyorlar. Böylece toplumsal kesimlerle, onlara seslenen aydın, entelektüel ilişkisinde güvensizlik ve nefrete dönüşen karşıtlık büyütülüyor. Sıradan olan en alt düzeydeki bilgi ve bilinç yüceltiliyor. Bu toplumsal kesim ve bilinç, karizmatik lider üretiyor ve yüceltiyor.
Karizmatik otoriter bir lider, toplumun -bireylerin- zihin ve iç dünyasına seslenen popülist söylemi iyi kullanıyorsa, bütün gerçekleri; din, milliyet, cinsiyet, gelenek, kültür vs. vs. istediği gibi eğip bükerek, kendisi ile toplum özdeşliği yaratıp içselleşen bir otorite kurabiliyor. Burada kurulan otorite siyasala tahvil ediliyor veya siyasalda kurulan otorite, toplumun içinde/özünde taşıdığı otorite ile içselleşiyor. Kurtarıcı, "bir bilen", otorite ve otoriter lider kültünü toplum böyle yaratıyor. Otoriter lider ve otoriter rejim ile muhafazakâr toplumun önemli bir kesimi arasında, ideolojik, kültürel ve devlet kaynaklarının paylaşımından doğan maddi çıkar ilişkileri kuruluyor. Bu lider kültü ve otoriter rejimi mutlak ve ebedi gibi algılansa da, toplumsal tarihin bir zamanında mermer çatlıyor, parçalanıyor ve akıl başa geliyor.
Otoriter siyaset siyasal boşluk yaratıp orayı kendisi dolduruyor
Son yıllarda ülkemiz dâhil pek çok ülkede toplumlar, otoriter rejimleri baş tacı yapıyor. Otoriter rejimle yönetilen hiçbir ülkede askeri darbe ile iktidara gelen yok. Küreselleşme karşıtlığı, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, Batı’da "İslami terör", Türkiye’de bölücülük, Batı düşmanlığı, "antiemperyalizm" yoluyla, toplumun "rızası" sağlanıyor ve seçimlerle iktidara geliyorlar.
Otoriter rejimler, bir yandan baskı ve görünür görünmez şiddetin dozajını artırırken, öte yandan siyasal muhalefetin, sınıfsal ve sosyolojik tabanı ile ilişkisini kopartacak algı oluşturma yöntemlerini çok iyi kullanıyorlar.
Bugünün dünyasındaki otoriterleşmenin arka planına bakmak için, Hanna Arendt'in yarım yüzyıl önce, şiddet, otorite, totalitarizm hakkında yazdıklarını yeniden okumak ve üstüne düşünmek gerekiyor.
Arent, günümüz dünyasındaki sosyal, sınıfsal ve kimliğe dayalı temsili muhalefet siyasetinin, otoriter rejimler tarafından nasıl etkisiz hale getirildiğini Otoriterizmin Kaynakları'nda mealen şöyle anlatıyor: "Sınıfsal temsile dayalı siyasal örgütler etkin olarak var olduğu zaman sistem demokratik normatiflerle sürdürülebilir. Sınıfların ve sosyal kesimlerin siyasal temsiliyet bağları koptuğunda veya kopartıldığında başıboş kalanları radikaller ve otoriter (özcü siyaset yapan) siyasetçiler kendi etraflarına mobilize ediyorlar." Arent bu çıkarımı, Nazizmin yükselişinin sosyolojik ve siyasal analizinden kalkarak yapıyor.
Türkiye pratiğini göz önüne getirin. HDP Kürtlerin siyasi temsilcisi iken Türkiye’de demokrasi talep edenlerin siyasi temsilcisi olmaya doğru yol alıyordu, kriminalize edildi, parti ile partinin sosyal tabanının ilişkisini kopartacak şeytani senaryolar üretildi. HDP ile Kürtler ve HDP’ye oy verenler arasında siyasal boşluk yaratılmaya çalışıldı.
HDP’yi PKK ile özdeşleştirmek ve oradan Suriye YPG bağlantısı kurup, bunu kullanarak; Kürtlerin, devletin ve iktidarın politikaları dışındaki her talebi terör, teröre destek, hainlik ve düşmanlık olarak ilan edildi. Zaten aynı gerekçe ile başkanları, eş başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, il ilçe başkan ve yöneticileri tutuklandı.
Buna rağmen HDP TBMM’de siyaset yapıyor, meşru alanda söz hakkını sonuna kadar kullanıyor. Bu koşullarda muhalefet yapma azmini bugün idrak edemeyebiliriz; bu günler geçtiğinde ve Türkiye’nin demokrasi mücadele tarihi üstüne konuşulmaya başlandığı zaman Kürtlerin ve HDP’nin değeri, anlamlı duruşu ve direnci anlaşılacaktır.
2019 seçimlerinde "boşluk yaratma" teorisinin Kürt seçmenlerde ne kadar etkisi olduğunu hep birlikte göreceğiz.
İkinci boşluk yaratma sırası aydınlara geldi. Toplumun her kesiminde öyle veya böyle etkisi olan aydınlar için, akıl, izan, hukuk ve adalete merhamet okutacak komplocu suçlamalar üretildi. Sonuç olarak sağ popülizmin bütün dünyada yaptığı, aydın, entelektüel düşmanlığı ve aşağılamasını gözlerimizi pörtleterek izledik ve izliyoruz.
İktidar, aydın ve entelektüelleri de, "yerli ve milli" olmamakla, "her türlü terörle işbirliği" yapmakla ve "güvenilmezlikle" suçlayarak, bu alanı da boşalttı.
Nihayet ana muhalefet partisi (CHP) ile sosyal tabanı arasında boşluk yaratmaya sıra geldi. İki argüman sahaya sürüldü. Birincisi, CHP’nin PKK ve FETÖ ile ilişkisi. Böylece CHP’nin laik, cumhuriyetçi ve Atatürk milliyetçisi-Türkçüleri’nin içine kurt düşürmek. İkincisi, içine bu kurt düşenleri, devletin ve iktidarın yeni Mustafa Kemal söylemi ile avlamak. CHP ile geleneksel sosyolojisi arasında boşluk yaratmak.
Arent’in dediği gibi "bu boşluk yaratıldığında mobilize etmek kolay." Bu alanda ne kadar başarılı oldular kestirmek biraz zor.
En görüneni, Kürtlerin sokak muhalefetinin engellenmiş olması.
Sosyal medyada muhalefet yapanlar, trollerin hafiye takibi ile art arda gelen tutuklamalar sonucunda, kendi kendilerine oto sansür uygulamaya başladılar.
Yükseköğrenim gençliğinin muhalefeti Cumhuriyet tarihinin en "pasif/pasifize edilmiş" dönemini yaşıyor. 12 Eylül’ün ilk yıllarında bile, yükseköğrenim gençliği akademik, demokratik hakları için mücadele ediyordu. Öğrenci derneklerinin kurulması mücadelesi ve Nisan 1987 eylemleri gençliğin muhalif ruhunun dışa vurumuydu. O zaman da "kökü dışarda, devlet düşmanı" deniliyordu. Önüne gelene "terörist" suçlaması daha icat olmamıştı.
Siyasette hamaset değil gerçekçi cesaret gerekir
Böylesi dönemlerde muhalefetin alternatif siyaset biçimleri araması gerekiyor. Hayatı derinlikli anlamak için felsefe gerekiyor. Eğer değişim diye bir derdiniz var ise: Toplumsal değişim için dönüştürücü siyaset felsefesi ve buna göre yapılması gereken politik pratik olmalı. (Bu başka bir yazı konusu)
Bizde ana muhalefet CHP ne yapıyor? Var olan olguları, kendi tazeliği, yeniliği ve koşulları içinde kavramak yerine, ha bire kendi muhafazakar paradigma çerçevesine uydurmaya çalışıyor. O çerçeve de çok eskide kaldığı için bugünün gerçekliklerine bir cevap vermiyor. Kendi içine, kendi çevresine konuşup heyecan yaratmayı, politika ve sert muhalefet zannediyor. Bu haliyle ana muhalefet sürekli siyasal boşluk yaratıyor.
Hal böyle olunca iktidar aparatlarının ana muhalefeti pasifize edeceği ve tabanı/seçmeni arasında boşluklar yaratabileceği demagojik manevra yapacakları çok geniş alan açıyorlar.
Siyaset cesaret gerektirir. Öyle an gelir ki, size yaşa var ol diyenleri karşınıza alma cesaretini göstererek doğru bildiğinizi söyleme korkusuzluğu gerektirir. Çevrenizdeki şakşakçı, değişimden korkan, değişim olursa hiç olacağını düşünen muhafazakârla karşı karşıya gelmekten korkulmadığı zaman, kendini değiştiren muhalefet, -bu muhalefet kim olursa olsun- ülkeyi de değiştirmeye aday olur. İktidarın ve devletin sizi boşluğa düşürdüğü değil, sizin onları boşluğa düşürerek, toplumun size yüzünü dönmesini sağlayacak bir yeni muhalefet olma cesaretini göstermeniz gerekiyor.
Arent, "Politik alanın, sürekli bir çabayla, tekrar tekrar oluşturulması gerekiyor" diyor. İktidar demokrasiyi araçsallaştırdıkça, politik alanı daraltılıyor. Muhalefet bu koşullarda var olan duruma, erkin pratik-politikasına karşı muhalif olmanın ötesine geçerek politik alanı yeniden kuracak seçenekler sunmalı. Bunun anlamı, Saadet Partisi'ne, İYİ Parti'ye gösterilen samimiyeti HDP’ye de göstermeli ki, siyasal alanın çoğulculuğu ile siyasal alan genişletilebilsin.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır TESEV’in " 2019’a Doğru Stratejik Değerlendirmeler’’ araştırma sonuçları ile ilgili CHP PM, YDK üyelerine yaptığı sunumda: "Sisteme karşı demokratikleşme mücadelesi vermelisiniz. Özgürlüğü seslendirmelisiniz, toplumun yüzde 80’inin temel beklentisi adaletin tesis edilmesi. Toplum adalet, özgürlük ve eşitlik istiyor." "Şunu dersem şu şekilde damgalanırım, iktidar bizi şöyle tarif eder" gibi korkuları aşmaları tavsiyesi veren Ağırdır, bu korkuların hiçbir karşılığı olmadığının altını çizerek, "İktidar size siyaset sınırını çizmesin, siyaset yapma alanı zaten daralıyor. Bu alanı yeni fikirlerle, radikal kararlarla, dinamik bir yapı ile çözebilirsiniz" önerisi yaptı.
Umalım ki; bütün bu söylenenler dikkate alına…