Murat Aksoy
Oy kullanmanın bedelini mi ödüyoruz?
Yerel yönetimlerde klasik demokrasi, yerini katılımcı demokrasiye bırakalı epey zaman oldu. Yani insanlar için artık sadece oy kullanmak yeterli gelmiyor. Çünkü oy kullanmak, en sıradan hak olarak demokrasinin olmazsa olmazı. İnsanlar artık sadece yöneticiyi seçmiyor. Yöneticilerin kendilerini ilgilendiren kararlara, bu kararların uygulanmasına, uygulamaların denetlenmesine ve varsa eksik, hataların düzletilmesi talebinde de bulunuyorlar.
Geçtiğimiz pazar günü vatandaşlar olarak yerel yöneticilerimizi seçmek için sandık başına gittik. Klasik demokrasiden kaynaklanan en temel, en basit ve tek hakkımız olan oyumuzu kullandık.
Normal şartlarda kullanılan oylar, ilgililer tarafından sayılır, sayım sonuçları denetlenir ve en çok oyu alan kişi, sonraki seçime kadar seçildiği görevi yerine getirir.
Elbette seçilen kişi, görevi sırasında sorumsuz değildir. Seçen vatandaşlar olarak aldığı kararları ve uygulamaları denetleyemesek de, devletin ilgili kurumları, belediyeleri ilgili yasalara göre bizim adımıza denetler. İşleyişte idari ve hukuki sorunlar varsa gereğini yerine getirirler.
YEREL DEMOKRASİ: BİR ŞANS
Türkiye’de merkezi yönetimin iyice merkezileştiği yeni sistemde doğal olarak demokratik teamüller de azaldı.
24 Haziran’da hayata geçen yeni yönetim sistemi, asgari demokrasi gereklerini dahi yerine getirmekten hayli uzak. Usuli oy verme dışında, güçler ayrılığının ortadan kalktığı bir sisteme, asgari düzeyde demokratik demek de kolay değil. Bu yüzden yerel seçimler, demokrasinin varlığı, işleyiş için hâlâ anlamlı ve değerli.
Ve şunu da hemen ekleyelim ki, var olan sistem içinde yerel yönetim seçimlerindeki işleyiş ve demokrasi standardı bağlamında genel idareden çok daha güçlüdür. Genel idare yapılanması ve işleyişiyle kıyaslandığında daha demokratiktir. En azından şimdilik.
Belki bu yüzden seçim gecesi Devlet Bahçeli yaptığı ilk değerlendirmede; muhalefet partilerinin kazandığı belediyelerden bahsederken, seçilen belediye başkanlarından yeni geçilen sisteme uyum sağlamaları gerektiğine özellikle vurgu yapma ihtiyacı duydu.
Bu uyum iktidar için önemli. Uyumsuzluk, genel idarenin anti-demokratik pratiklerini daha çok ortaya çıkaracağı için, iktidarın beklentisi sadece uyum değil aynı zamanda itaatdir de.
OLMAYACAK ŞEYLER OLMUŞ GİBİ
31 Mart’ta sandığa gittik oyumuzu kullandık. Elbette beklentimiz, sayımların sonunda çıkacak sonucun kabullenilmesi idi. Ama öyle olmadı. Özellikle İstanbul’da.
Hukuki olarak, olabilecek her hataya karşı tüm partiler tarafından seçim sonuçlarına itiraz edilmesi, ilgili kurulların gerektiği gördüğü halde sayımın tekrarlanması mümkün.
Ama olan bu değil. Yine özellikle İstanbul’da.
Bu haliyle şu çok açık ki, demokrasinin verdiği ilk temel hak olan oyumuza göz dikildi. Özellikle İstanbul’da.
Sandık başkanlarının devlet memuru olduğu, her partiden sandık görevlilerinin olduğu sayımda, iktidar partisinin oyunun eksik sayılması, insanın aklının kolay alabileceği bir şey değil. Ama iktidarın iddiası bu. Yine özellikle İstanbul’da.
Süreç işliyor, sonucu hep birlikte göreceğiz.
SUÇ: OY KULLANMAK
Ancak bu hukuki sürecin işleyişini beklemeden, sonucun ne olacağını bilmeden (ya da bildikleri için) medyada yazılanlara, ekranda söylenenlere bakınca insan gerçekten şaşırıyor.
Özellikle iktidardan çok iktidar, kraldan çok kralcı olan seçim sonuçlarını "darbe" olarak sunuyor. Normal bir insanın hayal etmesi güç düşünceleri, "gerçekmiş" gibi yazıyorlar.
Birbirinden farklı saiklerle oy kullanan milyonlarca vatandaşın hepsi, çıkan sonuçtan bağımsız olarak hedefe konuyor. Sadece demokrasinin en temel hakkı olan oy kullandıkları için suçlu ilan ediliyorlar. Bunu yapanların normal olduğunu söylemek de normal olmaz kanaatindeyim.
Verilen bu tür tepkilerin, akılla bağdaşmadığı ölçüde, bir açıklaması var; o da adı konulmamış bir çıkar ortaklığıdır.
MEDYANIN KENDİNİ TÜKETİŞİ
Verilen bu tepkilerin kaynağı yazılı ve görsel medya.
Kendileri dahil olmak üzere hepimiz biliyoruz ki, iktidara yakın medya, iktidarın yaşadığından daha ağır bir büzüşme yaşıyor. Bunu gazete satışlarından, TV izlenme oranlarının düşmesinden görüyoruz.
Bu bir sonuç. Çünkü bu kurumlar, siyasi iktidarla kurdukları ideolojik ve ekonomik ilişkinin sonucu olarak; bağımsızlıklarını yitirdikleri ölçüde, gazetecilikten uzaklaştılar.
O yüzden olsa gerek, habercilik değil iktidar adına düşünen, onlar adına fikir geliştiren ve bunu topluma sunan organik kurum ve organik aydınlara dönüştüler.
Bu ise sadece kendilerine değil meslek adına da hazin bir durum.