Peki şimdi ne olacak?

Vaziyeti yumuşatmaya hiç gerek yok. Tüm muhalifleri, özellikle de HDP/YSP’yi kolay günler beklemiyor. Fakat tarihsel ve ideolojik olarak sol yapıların ayağa kalkması çok hızlı olur. Bu nedenle, aydınlığın bu coğrafyaya mutlaka geleceğini unutmamalıyız.

‘’Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde, sakın pes etme! Çünkü işte orası, gidişatın değişeceği yer ve zamandır.‘’

Mevlâna

Muhalif bakış açısına sahipseniz, seçim sonrası muhtemelen artık siyaset hakkında konuşmak ve okumak istemiyorsunuzdur. Diğer yandan bu ruh halinizle bile özgür basına göz atıp, seçim değerlendirmelerine baktığınıza eminim.

Duyduğum sohbetlerin ana konusu, ülkenin yüzünü Ortadoğu ülkelerine daha fazla çevireceği üzerineydi. Gelecek kaygısı oldukça artmış durumda. Yani seçim sonrasında neredeyse tüm muhaliflerde yenilginin getirdiği yılgınlık hissi hâkim. Bu durum da gayet doğal.

Eğer bu seçimlerde neyin doğru ve neyin yanlış yapıldığını merak ediyorsanız, kısaca görüşlerimi paylaşmaya çalışacağım.

En başından beri, CHP’nin adayının Sayın Kemal Kılıçdaroğlu olması gerektiğini savundum. Bugün bile bunun en doğru tercih olduğunu ısrarla söylemeye devam edeceğim. Kemal Bey, ne olursa olsun artısıyla eksisiyle tüm muhalif yapılar arasında köprüyü kuracak kişiydi. Aldığı oy, başta iktidar açısından olmak üzere son derece önemlidir. Bu oy oranı, neredeyse her iki kişiden birinin değişim yanlısı olduğunu gösteriyor. Dünya genelinde yaygın olan sağ otoriter başkan imajı karşısında bu oyu alabilmek, basit bir durum olarak görülmemeli. Türkiye’nin yurtdışı imajında da alınan oyun etkisini gelecekte fark edilecektir. Muhalefet daha fazla muhatap alınacaktır.

DERSİMLİ ALEVİ KILIÇDAROĞLU’NA TEŞEKKÜR

Kim ne derse desin, Dersimli Alevi Kemal Bey’in milliyetçilik ve ırkçılığın tavan yaptığı bir ortamda %48 oranında oy alması çok değerli. Bu, gelecek için büyük bir umut kaynağıdır. Hiçbir şey ilelebet değildir ve Ak Parti de ilelebet iktidarda kalmayacak. Seçimin başından beri, özellikle Alevilik çerçevesinde Kemal Bey’in aday olmaması gerektiğini çeşitli kesimlerin dillendirdiğini duyduk ve okuduk. Yıllardır siyasetini eleştirdiğim Kemal Bey’in Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiği çabaları için kendi namıma bir teşekkür etmem gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, ötekileştirilmiş bir toplumun bir ferdi olarak, Kemal Bey’in aldığı oyu, bu coğrafyada değişim isteyenlerin oyu olarak görmek ve geleceğe daha umutlu bakılmasına vesile olacağı şeklinde okumak gerekir.

Kılıçdaroğlu’na teşekkür edilmesi gereken bir başka nokta ise, o karmaşık kadro içerisinde, beş farklı yapı arasında ve tabii parti içi muhaliflere karşı da gösterdiği mücadeleydi. İktidarın elinde bulunan tüm medya ve trol videoların karalamalarına karşı dimdik durdu. Seçim sonrası yaptığı açıklamaya da ayrıca şapka çıkarmak gerekiyor.

MUHALEFET NEYİ YANLIŞ YAPTI?

Gelelim neyin en büyük yanlış olduğuna ve buna eşlik eden diğer yanlışlara. Daha önceki yazılarımda defalarca ifade ettiğim gibi, aralarında kan uyuşmazlığı olan ve kendi seçmenini bile ahengine ikna edemeyen siyasi bloklar, bu seçimde tüm muhalif yapıların en büyük hatası oldu.

Altılı Masa stratejisi benim gözümde sadece ütopik bir siyasi denemeydi. Bu masada, tek sol yapı olan CHP’nin kendinden daha az oy alan sağ partilerle birlikte hareket etmesi, sağ siyaseti benimseyen seçmenin oy verme ihtimalini bence azalttı. Ayrıca, sol seçmeni de fazlasıyla zorladı. Özellikle CHP’nin kalesi olan yerlerde seçime katılımın düşük olmasının gerekçesinin bu olduğunu düşünüyorum.

Aslında olması gereken, sağ partilerin ayrı bir blok oluşturarak Cumhurbaşkanı adayı çıkarmasıydı. Muhtemel ikinci turda, kim kalırsa kalsın, herkesin muhalif adayı desteklemesiydi.

CHP’nin de ayrı bir blok oluşturarak, Kemal Bey’i Cumhurbaşkanı adayı göstermesi en doğru seçenek olurdu.

Diğer yandan CHP’nin en büyük eksikliği, yaklaşık dört sene önce kazandığı büyükşehirlerde gerçekçi bir siyasi çalışma yapamamış ya da yapmamış olmasıdır. Bugün yıllar sonra başta Ankara ve İstanbul belediyelerini kazandığı büyükşehirlerde, oy artıramaması seçimin kaybedilmesindeki en önemli faktör olarak görüyorum. Benzer bir durum vekil seçimleri için de geçerli.

Geçmiş yıllara baktığımızda, İstanbul Belediyesi’nin başında olan Sayın Erdoğan’ın çıkışı tamamen belediye üzerinden gerçekleşmişti. Fakat bu seçimi analiz ettiğimizde açıkça eksikliklerin görüldüğünü söylemek gerekiyor. Kazanılan belediyelerdeki dört yıllık süreçte, CHP’nin muhalif fikirlerini kendi bileşenleri ve destekleyen bileşenleri haricindeki seçmene, yani iktidar seçmenine ifade etmeyi başaramadığı ve onları ikna edemediği ortada. Tabii bu durum sadece İstanbul, İzmir ve Ankara belediyeleri için değil, kazanılan diğer il ve ilçe belediyeleri için de geçerli.

Büyükşehir belediyelerinin HDP seçmeninin yoğun desteğiyle kazanılmış olması, genel seçimlerin de bu enerjiyle kazanılacağı yanılgısına kapanıldığını gösteriyor. Bu yanılgının rehaveti de getirdiğini görüyoruz. Bu rehavete, Cumhurbaşkanlığı adaylığı belirlenirken Sayın Meral Akşener’in masadan kalkmasını da eklemek lazım.

İstanbul, Ankara gibi şehirlerde iktidar baskısı ve belediye meclisinde iktidarın çoğunlukta olması mazeret olarak kullanılmamalı. Bu baskıların gerektiğince ifşa edilemediği ortada. İktidarın, İstanbul Belediyesi’ndeki usulsüzlükleri bile halka anlatılamadı.

Yaşamış olduğumuz durum, çok uzak olmayan bir zamanda yapılacak belediye seçimleri için de tehlike çanlarının çaldığını açıkça gösteriyor. Aman dikkat!

Aslında ne yapılmalı sorusuna verilecek cevap net. Belediye seçimleri sürecine kadar Kemal Bey gemisinin kaptanı olarak kalmalı. Eksiklikler hızlıca belirlenmeli ve Altılı Masa temsiliyetlerinin nerede daha çok etki gösterebileceği il il, ilçe ilçe belirlenmeli. Bu çalışmalara göre aday kadroları oluşturulmalı. Bugünden itibaren seçim çalışmaları, toplumun farklı katmanlarına dokunmalı ve özellikle iktidarın gri alanındaki seçmenine ulaşılmalı.

EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI

Başta strateji olarak ilk tur için bir Cumhurbaşkanı adayı belirlemek doğru bir hamle olabilirdi. Özellikle HDP seçmeninin beklentisi bu yöndeydi.

Ancak desteklediğim Emek ve Özgürlük İttifakı, maalesef bu seçimde en başarısız sonucu alan ittifak oldu. Kurulan ittifak seçim öncesi koordinasyon eksikliği yaşadı. TİP’in ayrı olarak seçime girmesi, yapıların birbiriyle ittifak ekseninde olgunlaşmış bir diyalog kurmadığının kanıtı niteliğindeydi.

HDP’nin zorunlu olarak Yeşil Sol Parti’yi tercih etmesi, özellikle batıdaki büyükşehirlerdeki seçmenine çok iyi anlatılamadı. Doğal olarak da bunun negatif etkileri seçim sonuçlarında net bir şekilde görüldü.

Öte yandan, HDP’nin geçmiş dönemlerdeki başarısında rol oynayan etkenlerin en başında gelen halkların ve inançların temsiliyeti vekil aday listelerinde yeterince yer bulamadı. Eskiden olduğu gibi renkli ve çeşitli temsiliyetlerin yeterince olmaması büyük bir boşluk yarattı.

Kesinlikle cezaevinde rehin alınan siyasetçilerden birkaçı (Selahattin Demirtaş, Gülten Kışanak, Figen Yüksekdağ) aday gösterilmeliydi. YSK kabul etmese bile topluma mesaj olurdu.

YSP/ HDP’nin, özellikle batıda, AK Parti’nin muhafazakâr seçmenini etkileyecek vekil adayı profiline sahip olmaması stratejik bir eksiklik olarak görüldü. Muhafazakâr seçmen, kendi yansımasını partide göremedi.

Tüm bu eleştirilere rağmen, bölgede Yeşil Sol Parti’yi destekleyen seçmenlere özel bir yer vermek gerekir. Genel seçimlerde, daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tüm zorluklara rağmen dik durdular. Politik birikimlerini bir kez daha ülkeye gösterdiler. Yeşil Sol seçmeninin bu duruşunu, seçimin en umut vadeden ve en değerli sonucu olarak görüyorum.

Yeşil Sol ve Emek ve Özgürlük İttifakı gelecek için ne yapmalı sorusu, en önemli konulardan bir tanesi. İttifak, eğer ittifak olmanın gereklerini yerine getiremeyecekse, özellikle TİP ile olan birliktelik uzatılmamalı. İlk olarak bu karar alınmalı. Aksi takdirde, özellikle HDP/ YSP’ye destek veren Kürt seçmenin, Türkiye solu ile olan ilişkisi çok daha fazla zarar görebilir. Benzer bir durum, TİP’i destekleyen kesim için de geçerli.

Geçmişte olduğu gibi parti içi toplantılar, halk toplantıları hızlı bir şekilde yapılmalıdır ve yapılacaktır da.

Bunun yanı sıra, parti kuruluşunda yer alan ancak şu anda parti çalışmalarında aktif olmayan kesimler ve bireylerle yeniden görüşmeler yapılmalı ve çok renkli siyaset için çaba harcanmalıdır.

Bileşen ve ittifak politikaları, yeni bir bakış açısıyla tekrar değerlendirmelidir. Bireyin temsiline daha fazla yer veren bir siyasetin önü açılmalıdır. Bunun yapılacağına dair hiçbir şüphem yok.

Elbette, seçimin tüm doğrularını ve eksikliklerini bir makaleye sığdırmak kolay değil. Vaziyeti yumuşatmaya hiç gerek yok. Tüm muhalifleri, özellikle de HDP/YSP’yi kolay günler beklemiyor.

Fakat tarihsel ve ideolojik olarak sol yapıların verdiği tepkiler ve ayağa kalkması çok hızlı olur. Bu nedenle, aydınlığın bu coğrafyaya mutlaka geleceğini unutmamalıyız.

SON SÖZ

Seçim sonucundan sonra umutsuzluğa kapılanların, batı ülkelerine göç fikrini çok sık dillendirmeye başladıklarını sanırım hepimiz gündelik hayatımızda fark ediyoruz. Ben böyle zamanlarda Hrant Dink Ağpariğin sözlerini hatırlamak gerektiğine inanıyorum: "Biz yaşadığımız cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardık." Evet, şimdilik cehennemin kapısını tamamen kapatamadık ama alınan yüzde %48 oyla kapıyı kapatmak için az da olsa hamle yapıldı. Şimdi ayağa kalkma vakti…


Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi