Rejim çöktü, Türkiye’yi de çökertti

Hayırsız miras yedi gibi geçmişin tüm varlığını tüketen Erdoğan’ın tek yaptığı yokluk içinde kıvranan insanların kafasına çay paketi atmak oldu.

Türkiye 1999’da yaşadığı depremin ardından sistem olarak çökmüştü. Elektrikler kesilmiş, telefon bağlantısı kopmuştu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit bile bakanlarına ulaşamamış deprem üzerine gelen ekonomik kriz halkın iktidardan hızla uzaklaşmasına yol açmıştı.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın yangınlarla ilgili değerlendirmesi bu açıdan yerinde ve doğrudur:

"Geçtiğimiz pazar Manavgat’taydım. Genç bir arkadaşımız ‘Yangının başladığı günden itibaren burada devlet yoktu’ dedi. Bu çok ağır bir ifade. Vatandaşın evi yanarken, ülkenin ormanları, hayvanları yanarken ‘devlet yoktu’. Aklıma 99 depremi geldi. O gün de vatandaşımız ‘Nerede bu devlet’ diye feryat ediyordu.

O gün de halkımız zaten ekonomik krizin içinde tek başına can mücadelesi verirken göçük altında da yalnız bırakılmıştı. Tablo farklı değil. Cumhurbaşkanlığı envanterinde bildiğimiz kayıtlı sekiz makam uçağı var. Yangın söndürmek için bir tane uçak yok. Cumhurbaşkanlığı filosundaki en küçük uçağın fiyatına en az 10 tane yangın söndürme uçağı alınabiliyor. Geniş gövdeli uçağın fiyatına en az 50 tane alabiliyorsunuz."

1999 depremi sonrası arayış içindeki toplum Avrupa Birliği üyeliği, tam demokrasi ve refah vaad eden AKP ile popülist bir söylem tutturan Cem Uzan’ın Genç Partisi’ne yönelmişti. Merkez sağın çöküşü ve ANAP ile DYP’nin baraj altı bırakılarak cezalandırıldığı o seçim, gerçekten Yeni bir Türkiye umutlarını yeşertmişti.

AKP ilk döneminde bu söyleme uygun biz çizgi izledi. Alttan alta İslamcı bir tutturup sonradan devlet içindeki yapılanmasına izin vererek ülkenin yaşayacağı sıkıntılara zemin hazırlamıştı. Ancak Avrupa Birliği yolunda atılan adımlar, Obama döneminin Ilımlı İslama açtığı kredi ve AKP’nin kendisini Müslüman Demokrat olarak tanımlaması hem ülke atmosferine, hem de ekonomisine büyük katkıda bulunmuştu.

Ancak Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesi, Abdüllatif Şener’in partiden ayrılması ve kalanların lidere biat kültürü ve siyasi rant için liderin yanlışlarına sessiz kalması, Erdoğan’a önce parti içinde sonra da ülke siyasetinde tam hakimiyet yolunu açmıştı.

Gezi protestoları Erdoğan’ın zihninden hiç çıkmayan darbe paranoyasını ateşlemekle kalmadı, polis devletine giden baskıcı dönemin kapısını da açmış oldu. Ardından gelen 17-25 Aralık süreci Erdoğan’ı zayıflatmak yerine yargı, emniyet ve medya üzerinde demir bir pençe oluşturmasını sağladı.

Muhalefetin o dönemde de etkisiz kalması, Erdoğan’ın tüm kurumları ele geçirmesine, medyayı tamamen kontrolu altına almasına imkan verdi. Eleştirisiz, keyfi bir iktidar sahibi olan Erdoğan önce kaybettiği 7 Haziran seçimlerini devletin tüm desteği sayesinde geçersiz kılmayı başardı.

Devleti saran Kürt korkusu, HDP’nin yeni siyasette özel bir ağırlık sahibi olmasından duyulan endişe tüm sistem partilerinin Erdoğan etrafında birleşmesine ve önce yolu kanla döşenen 1 Kasım seçimlerini kazanmasına ardından da hileli cumhurbaşkanlığı referandumunu gerçekleştirmesine fırsat tanıdı.

MHP desteğiyle kurulan başkanlık sistemi keyfi, hesap vermeyen, yolsuzluk ve hukuksuzluğa bulaşmış bir rejime yol açtı. Damadını ekonominin başına getiren Erdoğan’ın keyfi yönetimi ekonomiyi resmen çökertti, Merkez Bankası rezervlerini eksiye düşürdü. Şu anda tablo 2000 bankalar krizinden daha kötü. Bankaların iyi-kötü ayakta kalması ise delik deşik edilen Kemal Derviş reformları sayesinde sağlandı.

Hayırsız miras yedi gibi geçmişin tüm varlığını tüketen Erdoğan’ın tek yaptığı yokluk içinde kıvranan insanların kafasına çay paketi atmak oldu. Herkesin üzerinde birleştiği nokta, ekonominin iflas ettiği ve yılbaşına doğru dikişlerin tamamen atacağı yönünde.

Bu krizin ardından gelen Ege ve Akdeniz orman yangınları, AKP-MHP Rejimi’nin kötü niyetini, beceriksizliğini, vurdumduymazlığını herkesin gözüne soktu. Kendi Saray’ının uçak filosunu her geçen gün zenginleştiren, Türk Hava Kurumu uçaklarını çürümeye terk edip 4 milyon dolarlık gibi bütçe açısından bir yük oluşturacak bakım parasını bile vermeyen Erdoğan, ülkenin doğal zenginliklerinin kül olmasını sadece izledi.

Ormanlar kül olana kadar yabancı ülkelerden yardım tekliflerini geri çeviren Erdoğan’ın bu tavrı, laik seçmenin bilerek cezalandırılması, rant için alan açıldığını düşünerek mutlu olduğu algısına yarattı. Ancak böylesi bir doğal faciada Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bile devreye sokmaktan aciz bir yönetimin sistemi çökerttiği anlaşılmış oldu.

Murat Belge içinde bulunan durumu doğru özetlemiş: "Türkiye yönetilemiyor’ diyenler, ‘yönetenler’in yönetme becerisine sahip olmadığını anlatmak için bu cümleyi kuruyor ve söylüyorlar. Bu da, Türkiye’nin dünyada bir eşi benzeri bulunmayan ‘başkanlık sistemi’ne geçişinden sonra böyle sık sık söylenir oldu. Onun için yöneten’ler" demek de doğru değil belki. ‘Yöneten yönetemiyor’ demek daha gerçekçi olabilir."

Evet, başkanlık rejimin ülkeyi ekonomi, hukuk, demokrasi, doğası itibarıyla felakete sürüklediği artık çoğunluk tarafından fark ediliyor. Metropoll şirketinin haziran ayı memnuniyet anketinden yüzde 60 gibi ağırlıklı bir çoğunluğun gidişattan memnun olmadığını söylemesi bunun göstergesi.

Temmuz ayı enflasyon rakamları, orman yangınları, giderek artan Afgan göçü dalgası sonucu bu rakamın Temmuz anketinde en az yüzde 70’lere ulaşması beklenebilir. Rejim çökmüştür, halk çoğunluğu nezdinde meşruiyetini kaybetmiştir. Aslolan muhalefetin yeniyi nasıl kuracağında anlaşmasıdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ergun Babahan Arşivi