Sandık, süreç ve demokrasimiz

Türkiye tarihte ulus-devlet olduğunu açıkladığı günden bugüne doksan yıl geçmiş olduğu halde hala 'aşiret devleti' gibi davranıyor.

Modern ulus devletin önünde iki yol var. Ya "ulus" olarak tanımlanmış toplumun içinde hakim olan kimliğin diğerleri üzerinde otoriter ve baskıcı bir yönetim uygulayarak var olacak ya da çok kimlikli toplumun farklı taleplerini içerebilecek yeni bir katılımcı demokrasi keşfederek varlığını sürdürecek. Birincisinde açıktır ki "çatışmacı" ve "iç savaşa" kadar gidebilecek gerginlikler yaratabilecekken, diğeri "uzlaşma arayarak" ve "taviz vererek" kimliksel farklılıkları sisteme içselleştirecek katılımcı bir yol bulmaya çalışacak. Bu dönemi her toplum tabii ki farklı yaşayacak ama açıktır ki popülist ve otoriter olan devletler bu dönemi daha sancılı yaşayacaklar.

Anlaşılabileceği gibi Türkiye’nin izlediği yol birincisi. Dolayısıyla toplum olarak bizi daha sancılı ve sıkıntılı günler beklediği açık. Türkiye tarihte ulus-devlet olduğunu açıkladığı günden bugüne doksan yıl geçmiş olduğu halde hala "aşiret devleti" gibi davranıyor. Bu lafa sinirlenecek "devletçiler" oldukça bol, her cinsten ve her partiden. Ama verdikleri tepkiler bile hemen her gün "Burası aşiret devletidir " demek anlamına geliyor.

Alın Cumhurbaşkanı’nın son açıklamasını: Cumhurbaşkanı belediye başkanlarının istifa etmeleri gerektiğini söylerken şöyle diyor: "Bizim siyasi terbiyemizde 'görev istenmez, verilir' anlayışı vardır. Sandıkla gelen elbette sandıkla gider ama o sandığa kadar olan süreci de kimse göz ardı edemez, kusura bakmasınlar".

Yani, "sandık" önemlidir ama "sandığa kadar olan süreç" de en az onun kadar önemlidir diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Peki ama kimin başkan olacağı konusunda "süreç", "sandık" kadar önemliyse ve "süreç" doğal olarak "sandık"tan önce geldiğine göre kimin başkan olacağı kararı "sandık"tan önce bu "süreç" tarafından belirlenmiş olmuyor mu? Bir başka deyişle halkın sandıkta oy vererek seçtiği kişi "sandıktan" önce "süreçte" belirleniyorsa, kimin başkan olacağı kararını bu süreçte biri veriyor olmalı. Peki ama kim bu kişi ya da kişiler? Tabii ki bu sorunun cevabı "parti kadroları" ve o partinin "başkanı" olarak verilmeli.

Zaten demokrasimizin temel sıkıntısı da bu değil mi? Sayın Cumhurbaşkanı yukarıda ele aldığımız cümleleri belediye başkanlarıyla ilgili olarak söyledi ama durum milletvekilleri bağlamında da böyle değil mi? Yani milletvekilleri de "sandıktan" önce "süreç" tarafından yani partinin kadroları ve de genellikle de başkan tarafından seçilmiyorlar mı? Toplum olarak sandığa gittiğimizde temsilcilerimiz olduğunu düşündüğümüz milletvekillerini "biz" mi seçiyoruz yoksa onlar da "süreç" tarafından, yani çoğunlukla "parti başkanları" tarafından mı seçiliyorlar? Bu durumda parti başkanlarının belirlediği milletvekilleri mi "milli iradeyi" temsil ediyor, yoksa "milli iradeyi" "süreçte" onları seçen birkaç tane parti başkanı mı temsil ediyor? Gördüğünüz gibi soruları artırmak mümkün.

AKP, 2019 seçimlerine giderken, sorunlu gördüğü belediye başkanlarının istifalarını istiyor. Eskiden her ne kadar "sandıkla gelen sandıkla gitmelidir" ilkesini seslendirmiş olsa da artık "sandığa" güvenmiyor. Daha doğrusu meğerse eskiden de "sandıktan" önce "sürece" inanıyormuş da, ilkenin bu kısmını ifade etmiyormuş. Anlaşılan şimdi yeri ve zamanı gelmiş ki Cumhurbaşkanı işin bu yanının da altını çizmek ihtiyacı hissetmiş. Böyle birkaç kişinin, sandıktan önce yine o birkaç kişi tarafından seçilmiş birilerinin "milli iradeyi" temsil ettikleri iddiasıyla "Burası aşiret devleti değildir" iddiası nasıl yan yana gelebilir ki?

Olsa olsa bu bir hikayedir ve bize de "Anlat anlat heyecanlı oluyor" demekten başka bir şey düşmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi