Eser Karakaş
Shanghai Üniversitesi üniversiteler akademik sıralaması ve uluslararası ilişkiler
İki gün önce Shanghai Üniversitesi 2022 dünya üniversiteler akademik sıralamasını açıkladı.
En baştan söyleyeyim, bu yazıda bu sıralama ve Türkiye üniversiteleri hakkında bir görüş belirtmeyeceğim, zaten ortada söylenecek pek bir şey de yok; tıp dallarında güçlü üniversiteler, İstanbul, Hacettepe gibi, her sene bir yerlere tutunmaya çalışıyorlar, tıp fakültesi olmayan ama geleneksel olarak başarılı Türkiye üniversiteleri, mesela Boğaziçi, ODTÜ, Erdoğan yönetimi tarafından baltalanıyorlar zaten, geleneksel mezuniyet törenlerine bile izin verilmiyor, başka ne denebilir ki?
Shangai Üniversitesinin yaptığı bu sıralama dünyada bu konuda yayınlanan tek çalışma değil ama sonuçlar birbirlerinden çok da farklı çıkmıyorlar.
Bu üniversiteler akademik sıralaması çok önemli çünkü bilgi büyük ölçüde üniversitelerde üretiliyor, bir ölçüde de devlet araştırma kurumlarında ve özel şirketlerde üretilen bilgi zaten yine bu üniversitelerde yetişen bilim insanlarının yönetiminde.
2018 Nobel ekonomi ödülünün sahibi Paul Romer’in (ABD) endojen (içsel) büyüme teorisi, detaylarına girmeyeceğim, üretilen bilgi, artan getiri ve büyüme ilişkisini çok çarpıcı bir şekilde sunuyor.
Daha çok ve nitelikli bilgi üreten ülkeler, bölgeler önümüzdeki on yıllarda çok daha hızlı büyüyecekler, çok daha yüksek refah düzeylerine kavuşacaklar, çok daha güçlü olacaklar.
İki gün önce yayınlanan Shangai üniversiteler akademik sıralamasında ilk yirmi üniversitenin on yedisi ABD üniversiteleri, 3ncü ve 7inci sırada iki ünlü Birleşik Krallık Üniversitesi var, on üçüncü sırada da bir Fransız üniversitesi.
İlk yirmi tamamen batının kontrolünde; bu kontrolün anlamı bilginin en etkin bir biçimde ABD, Birleşik Krallık ve Fransa’da üretildiğini gösteriyor ama ABD’nin de bu alanda adeta bir tekeli var, Harvard Üniversitesi çok uzun bir süredir önemli bir katsayı farkı ile birinci çıkıyor her sene ve her araştırmada .
Bu konu, çok açık, sadece bir akademik sıralama ve yarış değil çünkü bu sıralama büyük ölçüde önümüzdeki senelerde küresel dengeleri belirleyecek.
Paul Romer’i 2018 Nobel ödülüne götüren kuram doğru ise ya da daha doğru bir ifade ile önümüzdeki senelerde yanlışlanmaz ise 21. Yüzyılın küresel gücü yaşadığı her türlü soruna rağmen ABD olacak; Birleşik Krallık ve Fransa ise biraz tık nefes de olsa ABD’yi izlemeye çalışıyorlar, Almanya’nın bu yarışta daha gerilerde oluşu ise ilginç.
Uluslararası ilişkiler dalında çalışanlar ise anlaşılmaz bir nedenden bu bilgi üretim süreçleri ve sonuçlarını küresel analizlerine kanımca yeterince dahil etmiyorlar.
Mesela, ABD’de Harvard, MIT, Berkeley, Stanford, Yale ve çok sayıda başkaları varken ve dünya bilgi üretimini belirlerlerken Çin’in 21. Yüzyılda dünyanın en büyük küresel gücü olacağını söylemek bir iktisatçı ve endojen büyüme kuramını bir ölçüde okumuş biri için hiç de anlamlı değil.
Bu anlamsız yorumun, Çin’in 21. Yüzyılda en büyük küresel güç olacağı iddiasının kanımca iki temel nedeni var.
Birincisi, uluslararası ilişkiler dalında çalışan ve belirleyici olan akademik kadronun bir ölçüde batı değerleri ile anlaşılmaz sorunu; bu sorun Türkiye’de çok daha baskın bir biçimde hissediliyor.
İkinci ve belki de daha önemli konu, uluslararası ilişkiler dalında çalışanların analiz biriminin hala "devlet" olması; iktisatçıların küresel ilişkiler üzerine daha nitelikli yorumlar yapmalarının belirleyici nedeni sakın analiz birimlerinin devlet değil de daha mikro birimler, insanlar, şirketler, kurumlar, piyasalar olması olmasın?
Analiz birimin devlet olunca analizi daha nitelikli yerlere taşımak zorlaşıyor anlaşılan.
Türkiye’nin AB’li günlerinde uluslararası ilişkiler konusunda çalışanların sürece nasıl kuşkulu yaklaştıkları ortada; ha, sonuçta onlar haklı çıktı ama bu durum onların analizlerinin doğruluğundan değil, bunu da hatırlatayım.
Neden öyle olduğunu zaten tartıştık, tekrar tartışırız.
İlk 500’e tık nefes bir, iki üniversite ancak sokan bir ülkenin 21. Yüzyılda dünya, bölge liderliği hevesi ise büyük bir mizah alanı sadece.