Ayşe Yıldırım
Şiddeti çoğaltarak normalleştirmeye çalışıyorlar
İstanbul Sultangazi’de dört yaşında bir çocuk sokağa çıkıyor. Bayram nedeniyle uygulanan sokağa çıkma kısıtlamasının olduğu gün karşısında polisi görünce ağlamaya başlıyor. Polis, çocuğu kucağına alıp sakinleştirmeye çalışıyor. Ama çocuğun ağlaması kesilmiyor.
Polis bu duruma hayli içerlemiş olmalı ki, "Çocuklarınızı dışarı bırakıyorsunuz. Polisi gördüklerinde korkuyorlar. Biz Yunan polisi miyiz? Neden bizden korksunlar çocuklar. Ayıptır lütfen" diyor.
Bu noktaya nasıl gelindiğinin anlaşılması için yaşanan polis-bekçi saldırılarının görüntüleri apaçık ortadayken İçişleri Bakanlığı’nın böyle bir "resmi şiddet"i nasıl savunduğuna bakmak gerekiyor.
Çorlu’da evlerinin önünde bahçede oturdukları için polislerce darp edilip ters kelepçeyle gözaltına alındığı, İstanbul Kadıköy’de bir motokuryenin polis tarafından tokatlandığı gün İçişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü İsmail Çataklı bir açıklama yaptı.
Çataklı’ya göre bu görüntülerin sosyal medyaya yansıması ve büyük tepki toplaması "provokatif kampanya"ydı. Ve yine Çataklı’ya göre emniyet teşkilatı "kim olduklarını ve maksatlarını bildikleri bazı çevrelerce linç ediliyor"du. Ve bunlara "hukuk çerçevesinde mâni olacaklarını" söylüyordu.
Elbette söz konusu görüntüleri "polis zorbalığı" diyerek veren Tele 1 televizyonunu da hedef gösteriyordu. Ama o şiddeti uygulayan polislere dair en ufak bir söz etmiyordu.
Emniyet teşkilatının Coronavirus günlerinde ne kadar iyi çalıştığından dem vuruyordu, son günlerde hemen tüm hükümet temsilcilerinin yaptığı açıklamalarda olduğu gibi.
Bakan yardımcısına göre bu görüntülerin "doğruluğu teyit edilmemişti"!
Nasıl bir teyitten söz ettiğini anlamak zor Çataklı’nın.
Bakan yardımcısı bunları söylerken Tekirdağ Valiliği, "olayda aşırı güç kullandığı iddia edilen görevlilere işten el çektirildiğini ve haklarında idari ve adli soruşturma başlatıldığını" açıkladı.
Aynı şekilde İstanbul’daki olayla ilgili il emniyet Müdürlüğü de motokuryeyi tokatlayan polisin açığa alındığını ve idari işlemlerin başlatıldığını açıkladı.
Sonuçlarının ne olacağını tahmin etmek zor değil.
Elbette polisler bu tür şiddet olaylarında cezasızlık cesaretiyle hareket ediyor.
Ancak son günlerde polis şiddetine dair olayların artışı dikkat çekici. Üstelik hemen hepsinin de görüntüleri sosyal medyaya düşüyor.
Aslında bu görüntüler daha çok Kürtlerin çoğunlukla olduğu illerde yaşanıyordu. Şimdi ise Edirne’den Ardahan’a tüm Türkiye’yi kapsamış durumda.
Birçoğunun temel nedeni de "sokağa çıkma kısıtlaması"nı ihlal. Yani idari bir işlemle sonuçlanması gereken bir durum. Ama polis, vatandaşı dövüyor, sürüklüyor, gaz sıkıyor, havaya ateş açıyor, küfrediyor… Bunları yaparken başkaları tarafından görüleceğini, kayıt altına alınacağını bilmiyor mu?
Elbette bu mümkün değil.
Aksine görünür olmasını istiyorlar.
"Korku imparatorluğu" yaratmak istiyorlar.
Polisi, bekçiyi görenin köşe bucak kaçmasını istiyorlar.
Henüz tam başaramadıkları suskun toplumu yaratmak istiyorlar.
İstanbul’da polisi görünce ağlayan dört yaşındaki çocuk gibi herkesin onlardan korkmasını istiyorlar.
Bakmayın bu görüntülerin yayınlanmasından rahatsızmış gibi davrandıklarına.
Bu görüntülerin hiçbiri iddia ettikleri gibi "münferit" filan değil.
Şiddeti çoğaltarak normalleştirmeye çalışıyorlar.
Ne de olsa başlarında uyuşturucu satıcıları için kanunları hiçe sayıp polise "kolunu bacağını kırın, suçu bana atın" diyen bir Süleyman Soylu var.
Onun başında da oturduğu koltuktan kalkmamak için ülkenin yarısını temizlenmesi gereken bir "virüs" olarak gören "şahsım" var.