Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Sivil itaatsizlik derken

Murat, bizim insan hakları çevresinin harika çocuğuydu. Emil Abi, Murat’ı çok severdi. İHD İstanbul Şube Başkanlığı'ndan ayrıldığında yerini almasını istemişti.

Sockholm. Geçen gün İsveç’deki Human Rights Defender kurumunun panellerinden sonra, Murat Çelikkan’a verilen ödülün törenine katıldım. Türkiye’nin artık yeniden Myanmar (Burma), Sri Lanka, Etyopya gibi ülkelerle birlikte anılması acı, insan hakları düzeyinin bu kadar gerilemesi acı. Paneller içinde en çok sivil itaatsizlik ile ilgili panel dikkatimi çekti.

Murat 60 yılı devirdiğini söyleyince, inanamadım. 78 kuşağı da bir on yılı daha devirdi diye düşündüm.

Murat, bizim insan hakları çevresinin harika çocuğuydu. Emil Abi, Murat’ı çok severdi. İHD İstanbul Şube Başkanlığı'ndan ayrıldığında yerini almasını istemişti.

80’lerin sonunda  Kürt sorununun Türkiye’nin siyasal gündeminin göbeğine oturması, bir çok çevre gibi İHD’yi de yol ayrımına getirmişti.

İHD, 90 öncesi sol eğilimli siyasal tutsakların sorunları üzerine çok fazla yoğunlaşmakla eleştirilirdi.

Onbinlerce siyasal tutsak varken, bundan daha doğal ne olabilirdi. Aslında onların hakları da bütünüyle iade edilmedi, MHP’liler için bu sağlanırken.

Aslında 1991 yılında Türkiye solunu yasa dışı kılan 141-142. Maddelerin, siyasal islamı yasa dışı kılan 163. Maddelerin kalkması, biraz da bu alanda ülke içi ve dışında  insan hakları savunucularının verdiği yoğun mücadele sayesinde mümkün oldu.  Ne yazık ki burada bir ayrımcılık yapılarak Kürt solu bu yasallaştırma sürecinin dışında bırakıldı. PKK bahanesi ile. Ve kısa bir bahar havasından sonra çıkarılan TMY ile, Kürt sorunu terör sorunu ilan edildiği gibi, en önemli basın özgürlüğünü kısıtlayan engel haline geldi. Türk establishment’i solun artık bir tehlike olmadığını düşünrerek, derin ilgisini Kürt sorunu üzerinde yoğunlaştırdı. Establishment içindeki reformist kanat, SHP üzerinden Kürtlerin parlamentoya girmesini sağlarken, geleneksel kanat Demirel’in de desteği ile daha ağır bastı. DYP/SHP hükümeti, ANAP karşısında "demokratikleşme" programı ile başarılı çıktığı halde, bunu asla gerçekleştirmedi. Bir anlamda buna ihanet etti.

İHD, 90 sonrasında ise Kürt sorunu üzerine çok yoğunlaşmakla eleştirildi.

Aslında Kürt sorununu gündeme almak İHD içinde de gündeme almak o kadar kolay olmadı.

Herşey bir sivil itaatsizlik eylemi ile başladı. İHD’nin Diyarbakır Şubesi başkanı Vedat Aydın Ankara’da İHD’nin genel kurulunda anadilde konuşma hakkını hayata geçirmek istediğinde genel kurulda nasıl bir dehşet havası estiğini hatırlıyorum.

Genel Kurul başkanı Denizlerin cesur avukatı Halit Çelenk’ti. İHD zaten bir sürü dava ile yüzyüzeydi. 60’ların TİP’inde nasıl bir kapatılma korkusu varsa, o dönem İHD yönetiminde de bu vardı. Halit Çelenk ve kurulun üyeleri, açılacak bir davada, kendilerini savunabilmek için kürsüyü terk ederken, sadece Kürt/Alevi kökenli, Çankaya belediyesinde çaılşan bir bayan arkadaşımız kürsüyü tek etmedi. Bakışlarla kürsüyü terke zorlanmasın diye de, salona değil önüne bakıyordu sadece ve Vedat Aydın kunuşuyordu. Avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu da kendi inisiyatifi ile kürsüye çıkıp Vedat Aydın’ın konuşmasını tercüme etmeye başladı.

Kongre 12 Eylül sonrası oluşturulan toplum polisinin kuşatması altındaydı. Kongre çıkışında bir koridor oluşturdular ve Vedat Aydın ile Okçuoğlu’nu dışarı çıkarken gözaltına aldılar. İkisi de tuttuklandı derhal. Ama bir iki yıl sonra Evren cuntasının çıkardığı, dünyanın tek anadil yasaklayan yasasının çıkması sağlandı.

Vedat Aydın, daha sonra çatışma alanlarında "leş" diye bırakılan gerilla bedenlerine sahip çıkıp gömülmelerini sağladı. Bu da bir sivil itaatsizlik eylemi idi. Aslında yaptığı sadece Cenevre savaş konvansiyonunun bir hükmünü yerine getirmekti. Ama bu sayede aileler cenazelerine sahip çıkıp gömme hakkına sahip oldular. Şimdi ne yazık ki aynı günlere geri döndük.

Vedat Aydın bu sivil itaatsizlik eyleminin bedelini, kaçırılıp, işkence ile öldürülerek ödedi. 1990 gibi, brakın "Kürt renklerini", Kürt müziğini, "Kürt" ve "Kürdistan" sözcüğünün bile yasak olduğu, OHAL kararnameleri döneminde Ayşe Nur Zarakolu, İsmail Beşikçi’nin "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" başlıklı kitabını Alan Yayınlarında yayınlayarak, bir başka sivil itaatsizlik eylemi sergiledi. Ve DGM, 1991 yılında TCK 141-142. Madde kalktığı için, bu kitap hakkında beraat vermek zorunda kalacaktı.

Ama bu arada hissedarları Alan Yayınlarının tasfiyesine, yerine ANZ’nin yer almadığı Yeni Alan Yayınları kurulmasına karar verecek, ANZ Beşikçi’nin ve diğerlerinin Kürt sorununa ilişkin kitaplarını yayınlamaya devam edecekti. Bunların hepsi, 1991 yılında beraat ile sonuçlanacaktı. Bundan sonra ANZ bir başka tabu, Ermeni tabusu üstüne yoğnlaşacaktı.

İHD İstanbul Şubesi, "ihtiyatlı" tutumu terk etmişti ama bu tavır genel merkezde hala egemendi. Bunun değişmesi için, Akın Birdal’ın 1992 Nevrozu’nda yaşanan kitle kıyımına ve Sabah gazetesi muhabirinin nasıl vurulduğuna bizzat tanık olması gerekecekti.  Akın Birdal, bu Newroz’dan sonra, ANZ’den özür dileyecekti. 1993 yılında, uluslararası işkence kurbanlarının terapisiyle ilgili bir konferans sırasında Emil Abi’nin de bize hak vermesi beni son derece mutlu edecekti.

1990’lı yılların ortasında aydınlar Şanar Yurdatapan’ın öncülüğünde, Yaşar Kemal’in yargılanması ve mahkumiyetinden sonra bir başka sivil itaatsizlik eylemine destek vererek, Kürt sorununa ilişkin yasaklanan makale ve kitaplardan yapılan seçkilere imza verip, kendi kendilerini DGM savcılarına ihbar edip topluca yargılanmaya başladılar. Bu eylemler en azından kısmi af niteliği kazanarak, binlerce basın davasının infaz yasası aracılığı ile düşmesini sağladı.

Yeni Türkiye’de Başkanlık sisteminin bilfiil hayata geçmesiyle birlikte, Kürt basını baskılanmaya başlayınca, yeni bir sivil taatsizlik eylemi ile, önemli, büyük medya içinde de yer alan gazeteciler, aydınlar, insan hakları savunucuları, Özgür Gündem gazetesinin yayın yönetmenliğini bir gün için üstlenmeye başladılar. Darbe bahanesi ile ilan edilen ve kalıcılaşan OHAL’den yararlanarak, bu dayanışma eylemine katılanlar yargılanmaya ve mahkum edilmeye başlandı. Yine, içinde benim de yer aldığım dayanışma nitelikli Danışma Kurulu üyeleri hakkında müebbet hapis istemi ile dava açıldı. Bu arada basın yasına göre, genel yayın yönetmeninin herhangi bir yasal sorumluluğu olmadığını hatırlatalım. Ne diye, "fedai" olarak, "sorumlu yazı işleri müdürlüğü" kurumu ihsas edilmiş ki? (O zaman örneğin Hürriyet’in yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün geçmişte bir sürü basın davası olması gerekirdi. Ama konu bir Kürt gazetesi ise, yasaya ne gerek!

Özgür Gündem, yayın yönetmenliğini üstlenenlerden Murat Çelikkan hakkındaki mahkumiyet kararınında "her nedense" erteleme kararı verilmedi. Acaba neden? Onun üzerinden kimlere tehdit yöneltilmek istendi? Bu Putin, Oben tarzı insan hakları savunucularına ve tarihle yüzleşme, hafıza kurumlarına yönelik yüklenme tarzının bir ön işaretinden başka bir şey değildi. Ardından Osman Kavala’ya yönelik saldırının gelmesi de şaşırtıcı değil. Bu global sağ popülist  yükselişin yansımalarından sadece biri. Ankara, bu global gelişmede öncü olmakla ne kadar öğünse haklı!

Zaten Trump’ın başarısından sonra batı medyasının cingöz kalemlerinden biri, "Trump ne mi yapacak, merak ediyorsanız RTE’ye bakın" dememiş miydi?

Bir iki söz de, Türkiye’nin Hegelyen helozoni gelişimi üzerine edelim. Hem de Murat Çelikkan üzerinden… Tarihte bazı dönemler birbirini andırsa bile, bu elbette basit bir tekrardan ibaret değil. Ama bir yandan da Abdülhamit dönemii andırır bir yürüyüş içindeyiz. Muhbirlik almış başını yürümüş. Otosansür, büyük güçleri, yabancı basını nemalandırma.

Muat’ın anne tarafından büyük büyük dedesi Recaizade Mahmut Ekrem, 1878'de Rus-Osmanlı harbinden sonra kurulan, "İskan-Muhacirin" dairesini terk edip, gazeteciliğe başladığında, tehdit ve takip altında kalınca Malta’ya kaçmak zorunda kalacaktı. Saime adlı romanı İkdam gazetesinde tefrika edilirken yasaklanacaktı.

Oğlu Ercüment Ekrem de gazetecilik nedeniyle başını derde sokmayı becerecekti. "Alay" dergisi hakkında soruşturma açılacak, hatta tutuklanacaktı Müterake günlerinde. Onun kızı Esin, yani Murat’ın annesi, TRT’nin özerk ve en parlak döneminde Emil Galip Sandalcı'nın, televizyonun kurucusu Mahmut Tali Öngören’in takımındandı. Yabancı diller dairesi başkanı olarak harika işler yapacaklardı, dünya gelişmelerini izleme ve yorumlama açısından. "Dünya Sorunları" adlı belli sürelerle devam eden derlemeler, bir anlamda devlet erkanına da belli bir entelektüel düzey kazandırmayı amaçlıyordu.  61 Anayasası'nın "çok" gelmesi gibi, "entelektüel düzey" de çok geldi ve son sayı yasaklandı.

Elbette 12 Mart cuntası ile çatışmamaları mümkün değildi. Ne parlamentoda sorguya çekilmedikleri kaldı, ne işten çıkarılmadıkları. Denizlerin idamını engelleme için kampanya başlatılınca, tutuklandılar ve işkence de gördüler. Düzmece davalarla uçak kaçırma ile bile suçlandılar. Bu tür düzmece davalar yeni çıktı sanmayın!

Murat Çelikkan’ın bir 78’li olarak 12 Eylül ile başının derde girmemesi mümkün değildi. Gazeteciliğe "Demokrat"da başladı ve devam ettirdi 12 Eylül sabahı kapatılana kadar. "Demokrat"ın 1998’de denenen ve eski zenginliği ve yetkinleşmiş kadrosu ile yeniden çıkması projesinde de yer aldı. Neredeyse başarılacak olan bu proje, son anda engellenecekti. (Basın ve düşünce özgürlüğü önündeki tek engel devlet değil!)

2011 yılında aydınlara ve gazetecilere, tutuklamalar ile "Kürtlerden uzak durun" mesajı ilk kez verildi. Ve 2015-16 yılında rekor düzeyde artan davalar karşısında "Özgür Gündem" ile sembolik 1 günlük yayı yönetmenliğini üstlenme dayanışması, 90’lı yıllardaki davaları andırır biçimde devreye sokuldu. Ve Murat, bunun ilk "mahkumu" oldu. Niçin o seçildi, aleme ibret olsun diye! Hafızayı canlandırmaya çalıştığı için mi, tarihle yüzleşme çabasından dolayı mı kim bilir?

Belki de 4 kuşaklık entelektüel bir aileden geldiği ve her kuşak bir biçimde "başını belaya sokmayı" başardığı için... Kim bilir? Recaizade Mahmut’un başı Abdülhamit rejimi ile derde girerken, 140 yıl sonra Neo-Abdülhamit döneminde  büyük büyük torunu Murat’ın başının derde girmesi belki de hiç şaşırtıcı değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi