İnci Hekimoğlu
Siz korkarken biz yazıyorduk
Üstünden 26 yıl geçtikten sonra gazeteci Cüneyt Özdemir günah çıkarmış ama bunu yaparken kendi sorumluluğundan ustaca sıyrılmaya çalışmış.
Mesele Madımak Katliamı’na ilişkin gerçekler ve merkez medyanın sansürü!
Gazeteci Cüneyt Özdemir, Youtube kanalından şu itirafta bulundu iki gün önce:
"Hâlâ cevabını bulamadığım bir soru var. Ve o dönem yayınlamamıştık. Dosyayı Can Dündar hazırlamıştı, ofiste çok tartışma çıktı ‘yayınlayalım mı yayınlamayalım mı’ diye. Birand 'Yayınlamayalım' dedi.
90’lı yıllarda CNN Türk’te yayınlanan ve Mehmet Ali Birand’ın yapımcısı olduğu 32. Gün ekibinde yer alan Cüneyt Özdemir, Madımak Katliamı dosyasını 32. Gün’deki ekip arkadaşı Can Dündar’ın hazırladığını da belirttikten sonra yayınlamadıkları görüntüleri de tarif etti:
"Sivas Katliamı'na baktığımız zaman, büyük bir halk geliyor ve ‘yakın la yakın’ diyorlar. İnsanlar otelde sıkışıyor. Ve ellerinde silahlarla bir grup asker geliyor. Ve sonra o asker çekiliyor. Sonra da bildiğiniz olaylar oluyor. Hep merak ettiğim şu: Asker neden çekildi? Kim çekti o askeri oradan?"
Gazetecilerin asıl işi "askeri kim çekti oradan" diye sormak değil, yanıtını vermektir. Ki eminim ‘merkez’e bağlı 32. Gün ekibine bu konuda da istihbarat gelmiştir.
"Olay çok sıcaktı ve o dönem halkı askerlikten soğutmak diye bir suç vardı. Yani ya çekindik ya korktuk ya da ne oldu bilmiyorum ama o görüntüleri yayınlamadık. O da benim içimde hâlâ bir gazetecilik uhdesidir" diye de ekliyor Özdemir.
Özdemir’in 26 yıl sonra da olsa "gazetecilik uhdesi" hissetmesi de bir şeydir ama ona "gazetecilik uhdesi" denebilmesi için en azından Katliam sansürünü bütün boyutlarıyla anlatması gerekir. Kaldı ki böyle bir insanlık suçunun sansür edildiği yerde çalışmayı sürdürmek için gazetecilikte değil para, kariyer, popülarite gibi başka faktörlerde değer bulmak gerekir.
Hazırladığı dosyanın sansürlenmesine ortak olmakla itham edilen Can Dündar ise twitter üzerinden "kullandık" açıklamasıyla söz konusu dosyanın linkini vererek Özdemir’i yanıtladı.
Cüneyt Özdemir’in "Sevgili Can belki 32. Gün ofisteki tartışmayı unutmuşsun. ‘Çekilmekten başka çareleri ‘yoktu’ dedik metinde oysa ‘vardı.’ Sadece havaya ateş açarak bile durdurabilirlerdi. Emir geldi asker çekildi..." sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla Birand ve ekibi Madımak Katliamı’nı sansürleyerek, gerçeği tahrif ederek yayınlamışlar.
Katliamın aktörleri
Merkez medya başka hangi devlet suçlarını çarpıttı, sansür etti, tahrif etti tek tek sayılabilir ama ben şimdilik, Madımak Katliamı’na ilişkin korkakların yayınlamadıkları bilgilere döneyim.
Madımak Katliamı’na ilişkin soruşturma da dava da aylarca yıllarca sürüncemede bırakıldı, bilindiği gibi sorumlular ya gizlendi ya da cezasız kaldı.
Üstelik medya da araştırmak yerine rutin haberler arasında yer vererek, başka gündemler arasında eritmeye başladı.
Katliamın birinci yıldönümüydü. Israrlı takibimiz üzerine önemli bilgilere ulaşmayı başarmıştık.
Yayın yönetmenliğini yaptığım Yön Dergisi’nde ilk kez yayınlanan bilgilerle "Sivas Katliamı- Yeni İddialar, Önemli İpuçları" kapağı ile çıktık.
Katliamın ardından 12 kişilik bir Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. Komisyon üyeleri arasında, bazıları bugün de siyasette olan Bülent Akarcalı, Abdüllatif Şener gibi isimlerle birlikte Mustafa Kul, Nami Çağan, Haydar Oymak vardı.
6.7.1993 tarihinde kurulan ve görev süresi 15 günle sınırlanan Komisyon, yarım yamalak bir araştırma sonucu alelacele bir rapor hazırlayarak görevini sonlandırdı. Ama Komisyon üyeleri arasında yaşanan sert tartışmalar, rapora itirazlar ve tespitler medyada yer almıyordu. Daha doğrusu, üstünden bir yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen Madımak’a ilişkin hiçbir iddiaya yer verilmiyordu.
Nedenini Komisyon üyesi Haydar Oymak "Katliam unutturulmak isteniyor. Basının bile kulağı çekildiği için hiç yer almadı" sözleriyle açıklıyordu.
Katliam sırasında SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, başbakan yardımcısı olmasına rağmen gerçeğin açığa çıkması için en önemli mücadeleyi veren SHP Manisa milletvekili Haydar Oymak olmuştu.
Karamollaoğlu’nun açıklamadıkları
Oymak’ın ısrarlarına rağmen üstüne gidilmeyen, araştırılması istenmeyen olaylardan bir tanesi Belediye öncülüğünde düzenlenen "Hicret Koşusu"ydu.
Oymak’ın Temel Karamollaoğlu’nu da içine alan itirazlarından biri "Olaylara karışanların çoğu 13-17 yaş grubunda. Okulların kapalı olduğu bir dönemde bu kadar çok sayıda çocuk ve gencin orada nasıl bulunduğu, vakıf, dernek veya belediye dahil resmi kurumların işlettiği yurtlarda barındırılıp barındırılmadıkları, ilk defa düzenlenen Hicret Koşusu organizasyonun nasıl yapıldığının araştırılmaması" idi.
Devamı da vardı:
"Komisyon üyesi olarak bir Sivas milletvekilinin görevli olması bilgi verenleri bir anlamda manevi baskı altında tutmuştur. Sivas'ta yerel kadroların oluşmasında (özellikle güvenlik görevlileri ile din görevlilerinin atanmasında) geçmişte Ankara'da uzun süre üst kademelerde görev yapan Belediye Başkanının etkin rol oynadığı yolunda yaygın kanaatin olduğu gerek komisyon çalışmaları gerekse olaylardan hemen sonra parti adına Sivas'a gidişlerim sırasında tarafımdan gözlenmiştir."
Kilit isim Komutan Yücetürk
Çok önemli bir başka olgu ise Tugay Komutanı Ahmet Yücetürk’ün komisyona ifade vermek istememesiydi.
Konu Oymak’ın muhalefet şerhinde şu cümlelerle yer aldı:
"Sivas'taki çalışmalar Valilik binasında komisyona ayrılan bir odada yapılır, bilgisine başvurulan şahıslar buraya çağrılırken Tugay Komutanının, Valinin talimatına rağmen zamanında ve yeterli sayıda asker göndermediği yönünde çok ciddî suçlamalar, kuşkular varken ve uzun tartışmalar sonunda SHP ve CHP'li 3 üyenin gitmeme yönünde tavır almasına rağmen Tugay’daki çalışma odasına gidilerek bilgisine başvurulması etkili, tarafsız ve eşitlikçi davranışa gölge düşürmüş, komisyonun titrinin de zaafa uğramasına neden olmuştur...
… Saat 20.08'de Tugay komutanı, sevk edilen acemi erlerle beraber topluluğun bulunduğu bölgeye gelmiş; topluluk tarafından asker lehine tezahürat yapılmış; Tugay Komutanının arabası sarsılmış, Tugay Komutanı olay yerinden ayrılmış, ancak erler topluluğun arka tarafında beklemeye başlamıştır."
Katliamın hemen öncesinde 305 kişilik komando bölüğü ve özel harekat timinden çoğunu Sivas dışına gönderen (Emekli) Tuğgeneral Ahmet Yücetürk, dönemin valisi Ahmet Karabilgin’in sorumlu olduğunu iddia etse de komisyon raporu bunu doğrulamıyordu.
Yine Sabah gibi yandaş gazetelerin, sözümona askeri vesayetin bittiği AKP-Erdoğan iktidarında hâlâ Tugay Komutanını aklayarak, rapordaki ifadeleri cımbızlayarak dönemin valisi Ahmet Karabilgin’i tek sorumlu olarak göstermeye devam etmeleri dikkate değer olduğundan not etmeden geçmemek gerekir.
Kısaltılan telsiz görüşmeleri
SHP’li Haydar Oymak’ın altını çizdiği ve sorumluların açığa kavuşmasında en önemli kanıt niteliğindeki iki itiraz konusu ise dilekçede şu sözlerle vurgulanıyordu:
"Komisyona sunulan telsiz konuşmalarının çözümünü içeren metnin önemli yerlerinde ‘çözülemedi’ şerhleri vardır. Olaylar sırasında ikisi emniyetçe birisi ÎHA'ca çekildiği ifade edilen video kasetlerin tamamı 3-3,5 saatte dinlenebilmektedir. Bu durum kasetlerin çok kısaltıldığını, bir anlamda da terbiye edildiğini göstermektedir. İşin ilginç yanı özellikle emniyetçe çekilen kasetler kalabalığı geniş çapta gösterecek yerlerden değil tersine öndeki sıraları gören, arkadakileri görmeyecek konumlardan görüntülenmiştir."
Araştırma Komisyonu üyelerinden RP milletvekili Abdüllatif Şener de muhalefet şerhi koyanlardandı. Şener, olaylar sırasında kurşunla yaralanan ve ölenler olmasına rağmen balistik inceleme bile yapılmadığına dikkat çekerek, "Madımak"ın ısrarla unutturulmak istendiği konusunda CHP ve SHP milletvekilleriyle ortaklaşıyordu.
Görüldüğü gibi 26 Haziran1994 tarihli dergide yer alan "Sivas yakıldığıyla kaldı" başlıklı dosyada yer alan bu bilgiler o tarihte ilk kez yayınlanıyordu.
"Merkez" medyanın bugün de çarpıtmaya, sansürlemeye çalışmasının tek bir nedeni var: Siyasal İslamcılar dün de bugün de karanlık odakların operasyon aparatı olmuştur.
***
90’lı yıllar, muhalif gazetecilerin tıpkı bugün olduğu gibi türlü tehditler ve hakaretler eşliğinde ama yine de gazetecilik yaptığı yıllardı. Gazetecilik yaptığımız için de ‘merkez’ medyada pek yer alamaz, alsak da oralarda ömrümüz pek uzun sürmezdi. Sosyal medya da yoktu, korumalarımız, kurşun geçirmez yeleklerimiz de. Paramız da olmadı hiç, popülaritemiz de.
En fazla ‘yazamayan’ gazeteci ‘büyüklerimizin’, imza attığımız dosyalar için tebrik telefonları açmasıyla gururlanırdık. Kısaca gazetecilik bizim için her zaman "onur" meselesiydi.
Onlar korkar, biz yazardık.
Yazıyoruz…