İnci Hekimoğlu
Siz ‘uyandığınızda’ atı alan Üsküdar’ı geçmişti
Sütun komşum Eser Karakaş iki gün önce "Ne zaman uyanmalı idik?" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Cesaretle özeleştiri yapması açısından önemli ve tarihe kayıt düşen bir yazıydı. Karakaş’ın attığı adımın devamını, Türkiye’nin en önemli aydınlarından Murat Belge başta olmak üzere diğer liberallerden de bekliyoruz.
Buna hakkımız olduğunu düşünüyorum. AKP’nin güçlenmesine verdikleri destekteki istekliliği ne yazık ki paylarına düşen sorumluluğu üstlenmekte göstermediler.
Bilen bilir ama yine de belirteyim; rejim değişikliğinin bütün faturasını "yetmez ama evet"çilere çıkaranlardan da, siyasal İslamcıların iktidara gelmesine ve gücünü korumasına yaptıkları katkıyı görmezden gelen ulusalcı/milliyetçilerden de olmadım hiç.
Ulusalcılardan ya da milliyetçilerden özeleştiri beklemenin manasızlığı açık ama bir ülkenin aydınlarının, kamuoyunu etkileme gücü olan kanaat önderlerinin, sıradan insanlardan farklı olarak gidişatı önceden görmesi ve olup bitenlerin analizini doğru yapması beklenir. Onların ağızlarından çıkan her söz, kamuoyunu yönlendirmenin yanı sıra iktidarın meşruiyetine ilişkin mihenk taşıdır aynı zamanda.
Ülke geleceğinde bu denli yaşamsal bir işlevleri varken, olmuşken sessizce kenara çekilmemeleri gerekirdi.
Hatta beklenen, tıpkı "yetmez ama evet" kampanyası sırasında yaptıkları gibi, toplu bir açıklamayla özeleştiri yapmaları, hem iktidarı hem de kamuoyunu uyarmalarıydı.
En azından 2010 referandumundan sonra…
İlk iktidar yıllarında, içeride dışarıda ben dahil demokrat, liberal, solcu pek çok kişi ve farklı kesimler, AB reformları, "işkenceye sıfır tolerans" sloganı, Kürt meselesinde demokratik çözüm gibi vaatleri nedeniyle AKP’ye destek verdi.
Tamam,
12 Eylul 2010 referandumundan sonra FETÖ’nün yargıyı ele geçirdiğini bas bas bağıran ‘Demokrat Yargıçlar’ı dinlemediniz, duymadınız,
Ergenekon davasında yargılama boyunca, Veli Küçük gibi Albay Hasan Atilla Uğur gibi Jitem’in en önemli isimlerine, kamuoyuna aktarılanın tam tersine neden Kürt illerindeki asit kuyularının, faili meçhullerin, gözaltındaki kayıpların sorulmadığını da sorgulamadınız,
Referandum öncesi başlatılan KCK operasyonlarının referandumdan sonra da sürmesi, askeri vesayet gerekçesiyle desteklenen bir iktidar açısından hiç mi kuşku kaynağı olmadı?
Hiç olmazsa Ahmet Şık gibi bir gazeteci ‘Ergenekon’la bğlantılı olduğu iddiasıyla alınıp "Onlar gazetecilikten yargılanmıyor" manşetleri atıldığında sesiniz çıksaydı.
Zaten sonrasında, AKP hızla devletleşirken ihtiyacının kalmadığı herkesi tasfiye etmeye, liberalleri de itibarsızlaştırmaya başladı.
Bu saatten sonra iktidar açısından söyleyecekleri hiçbir sözün kıymet-i harbiyesi yok elbet ama kamuoyuna özür borçları var.
Ulusalcılar/milliyetçiler devlet söz konusu olduğunda ne kadar körlük içindeyse, sağ ve sol liberaller de mesele asker karşıtlığı ise aynı ölçüde körlük içindeydi.
Benim ve benim gibi sayısız insanın en azından 2009-2010 yıllarında gayet net görebildiklerini, ülkeye kanaat önderliği yapan aydın ve entelektüellerin görememiş olmalarındaki tuhaflık, sorgulamayı da doğal olarak beraberinde getirir.
Eser Karakaş ile Artı Gerçek’ten önce yolumuzun kesiştiği Taraf’tan ayrılma nedenlerimi açıklarken 2010 yılında verdiğim bir röportajda şunları söylemiştim:
"'Türk’ basını 90’lardan bu yana çok kötü sınav veriyor. Medya genellikle Türkiye’de milliyetçi faşizan bir politika izledi. Şimdi değişen AKP anti-demokrasisiyle, TSK anti-demokrasisi arasında tercih yapan medya olması. Ama bu bazı ‘demokrat’larin sunmaya çalıştığı gibi devlet-yurttaş temsilcilerinin çatışması değil. İkisi de aynı oranda anti-demokratik, milliyetçi militer devletle-cemaat devleti arasındaki çatışma. Hatta artık çatışma da kalmadı. AKP bugün her anlamda iktidardadır ve tıpkı kendinden öncekiler gibi devletin (görünen-görünmeyen) tüm yapılanmalarını kontrolüne almış, istediği gibi kullanabilir durumdadır. Bana göre asıl tehlike demokratların, aydınların bunu hâlâ görememesi."
Bu röportajın tarihinden iki yıl sonra yazdığım bir yazıda ise, iktidarın anti-demokratik ve hukuk dışı uygulamalarını sıralamış ve hüküm süren aydın sessizliğine şu satırlarla isyan etmiştim:
" Darbe döneminde bile suç olarak gösterilemeyen, açıkça telaffuz edilmeden başka kılıflarla yapılan tutuklamalar, medya üzerindeki baskılar, bu iktidar döneminde ‘meşru’ hale gelebildi, hatta iddianameye yeni bir suç tanımı olarak girebildi.
DİHA muhabiri Ömer Çelik ve Birgün Gazetesi muhabiri Zeynep Kuray hakkında, ‘Türk Devletini sıkıntıya sokacak, kamuoyu önünde küçük düşürecek haberler peşinde koştuğu...’ ifadesinin yer aldığı türden bir iddianameyi şimdiye kadar gördüğümü hatırlamıyorum. Sıkıyönetim dönemlerinde bile böyle bir iddianame hazırlanmadı. Buna benzer cümleleri Mehmet Ağar’dan, Tansu Çiller’den, falan sık duyardık. Son zamanlarda bir de Erdoğan’dan duyar olmuştuk. Maşallah savcıların Başbakan’a paralel refleksleri çok hızlı çalışıyor.
Öte yandan, bu yıl ilk kez 1 Mayıs’a katılan Anti-Kapitalist Müslümanlar grubundan olduğu belirtilen İhsan Eliaçık’ın kızı, başka sol gruplarla birlikte gözaltına alınıyor. "Tek Din" diyen Başbakan’ın, başka bir din yorumuna da tahammülü olmadığını, ‘öteki’ Müslümanlara da ihtar çekme gereği duydukları anlaşılıyor.
Bu olup bitenlerin her biri manşetlik haber değeri taşırken, özellikle ‘demokrat’, ‘özgürlükçü’, ‘liberal’ geçinen Taraf gibi bir gazete, yalnız yazarlarıyla değil bu kavramlarla da yol ayrımına geldiğini ilan ediyor.
1 Mayıs 1977 kontr-gerilla katliamını bile, katliamcılarla aynı safta yer almaktan gocunmadan sistemli olarak solun üstüne yıkma politikası bunu gösteriyor."
Bu örnekleri "bakın ben neymişim" demek için değil, "o sırada sen ne yapıyordun" diye soracaklara yanıt olsun diye ekledim.
Ve tabii ki, bunca çıplak gerçek karşısında liberallerin neden ve nasıl kör ve sessiz kalabildiğini anlamaya, birilerinin anlatmasına ihtiyaç olduğundan yazdım.