Somut meseleler konuşmak ve AB

Erdoğan’ı AB referandumuna, ağzından bir kez çıkanı yapmaya yönlendirelim. Referandumdan hayır çıkarsa da 'bugünkünden daha mı kötü olacak?' diye düşünebilirsiniz.

Umarım Cumhurbaşkanı Erdoğan yerel seçim sandığı ile birlikte ya da belki biraz daha önce AB konusunda bir referandum düzenlemekten vazgeçmez.

Böyle bir referandumu neden çok istediğimi dünkü yazımda  (16 Ekim, Artı Gerçek) açıklamaya çalışmış idim; bu konu daha çok su kaldırır, üzerinde muhtemelen daha çok yazıp çizeceğiz.

AB sürecinin Türkiye’ye faydaları sonsuzdur ama yöntemsel olarak en büyük faydası tartışmaları afaki meselelerden çok nokta konulara indirgemesidir.

Mesela, yolsuzlukla mücadele konusunda sorarsanız herkes hatta en büyük yolsuzluk failleri bile "biz yolsuzluklara karşıyız" der ve tartışma anlamsız bir zemine oturur.

Oysa, yolsuzlukla mücadele konusu AB sürecinde somut, sınırları, kuralları, kurumları belli bir noktaya gelir, kamu ihalelerinin nasıl düzenleneceği çok detaylı bir biçimde belirlenmiştir, bunun dışında uyduruk ve buram buram yolsuzluk kokan nedenlerle ihale kuralları değiştirilemez, devlet yardımları meselesi çok belirgin konularla sınırlanmıştır, kurallar bellidir, yönetime yakınlık ya da siyasi destek temelinde devlet kimseye kaynak aktaramaz.

AB süreci yeniden devreye girerse bu konuları sınırları belli bir çerçevede ve somut bazda tartışabileceğiz ama kanımca da belirli çevreler de AB sürecine tam da bu nedenden karşı çıkıyorlar, "kurt puslu havayı sever" deyiminin çağrıştırdıkları bu çerçeveye çok iyi oturmaktadır.

Türkiye’de her konu biraz böyle tartışılmaktadır.

"Hukuk devletinden yana mısınız?" diye sorarsanız rahmetli Kenan Evren de, Çevik Bir de, bugün Erdoğan da muhtemelen, muhtemelen bile değil mutlaka "Tabii yanayız" diye yanıt vereceklerdi, vereceklerdir.

Ama, tartışmayı bir adım ileri taşıdığınızda, hukuk devleti kavramını kurumlarıyla, anayasa maddeleri bazında tartışmaya açtığınızda görüş farklılıkları hemen ortaya çıkmaktadır, hukuk devletinden yana olduklarını ifade edenlerin bazıları Anayasada resmi ideolojiden de, türklük bazında tanımlanmış vatandaşlıktan da yana olduklarını söyleyebilmektedirler ve böyle bir hukuk devleti de olmaz.

Türkiye’de büyük çoğunluk, Atatürkçüler de, muhafazakarlar da laiklik ilkesine doğrudan karşı çıkmazlar ama hiçbirisi de Diyanet İşleri meselesini tartışmaz, yüz otuz bin devlet memuru imamla laiklik nasıl olur meselesini konuşmaz.

Kürt meselesi bile biraz bu noktaya çekilmiştir.

Konunun özünde çok haklı olan, terörle arasına mesafe koyabilen kürt arkadaşlar kürt halkının özgürlük mücadelesini, saçma sapan, büyük bir demokrasi ayıbı olan yerel yönetimlerdeki kayyım meselesini, bölgede temel hak ve özgürlükleri çiğneyen kolluk gücünü ve yine haklı oldukları çok sayıda başka konuyu gündeme getirmektedirler ama nedense bu haklı tartışmayı bir türlü somut bir program önerisine çevirememektedirler.

Örnek olarak yerel yönetim meselesini ve yönetimde adem-i merkeziyetçilik konusunu verebiliriz.

En genel çizgilerinde haklı olan bu adem-i merkeziyetçi taleplerinin bir noktasında bu talebin yaşama geçebilmesi için zorunlu bir anayasal değişikliği, 7. Maddeyi nedense hiç gündeme getirmemektedirler.

Geçerken şunu da hatırlatmakta fayda vardır, adem-i merkeziyetçilik meselesi sadece küçük bir örnektir ama gereği sadece Diyarbakır, Şırnak için değil Edirne ve Muğla için de elzemdir, mesele böyle konmadığı sürece sonuca ulaşmak da zorlaşmaktadır.

Anayasanın 7. Maddesinde sadece yerel hizmetlerin finansmanı için gerekli yerel vergilerle ilgili bir parantez açılmadan ne adem-i merkeziyetçilikten ne de yerel demokrasiden bahsetmek mümkün değildir, mesele asla bir federal yapı meselesi de değildir, federal bir sisteme sahip olmadığı aşikar Fransa’da yerel meclisler yerel hizmetlerin finansmanına yönelik yerel vergilerin konusunu, matrahını ve oranını saptayabilmektedirler.

AB sürecine geri dönebilirsek tüm bu konuları afaki düzeylerden ayakları yere basan bir düzeye çekebileceğiz.

Daha etkin, daha demokratik, daha hukuksal yönetimler de, yolsuzlukla mücadele de ancak böyle mümkündür. 

Erdoğan’ı AB referandumuna, ağzından bir kez çıkanı yapmaya yönlendirelim.

Referandumdan hayır çıkarsa da "bugünkünden daha mı kötü olacak?" diye düşünebilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi