Soykırımın sürgüne 40 yıl önceki darbesi…

5 Kasım, sürgündeki en acı günlerimden birinin, tam 40 yıl önce Ermeni diasporasının 80’ler kuşağından yazar, şair ve devrimci Nubar Yalımyan dostumuzun Hollanda’nın Utrecht kentinde katledilişinin 40. yıldönümüydü.

İki gün önceki 5 Kasım, sürgündeki en acı günlerimden birinin, tam 40 yıl önce Ermeni diasporasının 80’ler kuşağından yazar, şair ve devrimci Nubar Yalımyan dostumuzun Hollanda’nın Utrecht kentinde MİT tetikçileri tarafından katledilişinin 40. yıldönümüydü.

1957'de Ermeni Varto Aşireti’nin bir üyesi olarak doğan Nubar 1969'da ailesiyle birlikte İstanbul'a göçmüş, öğrenciyken 1974-75 yıllarında devrimci harekette yer alarak Partizan saflarında örgütlenmiş, 1978'de Hollanda'ya giderek 12 Eylül cuntasına karşı yurt dışındaki direnişte aktif olarak yer almıştı.

Hollanda’da Baykar (Combat) adlı Ermeni gazetesi ve Hollanda Ermeni Gençlik Derneği'nin kurulmasında yer alan Nubar, Kürt, Türk ve Ermeni örgütleri arasında bağlantı görevi de üstlenmişti.

Belçika Demokrat Ermeniler Derneği’nin verdiği bilgilere göre, 26 Nisan 2015 tarihinde Komutan Armenak Bakırcıyan'ın onuruna Türkiye'nin Dersim bölgesinde dikilen bir anı taşının üzerine Hrant Dink, Manuel Demir, Kevork Çavuş, Monte Melkonyan, Antranik Ozanyan ile birlikte Nubar Yalımyan’ın da adı kazınmış, ancak anıt Türk ordusu tarafından tahrip edilmiştir.

Bu acı ölüm yıldönümü nedeniyle İnfo-Türk adına sosyal medyada yaptığımız paylaşıma Hazar Yüksel’in gönderdiği mesaj beni son derece duygulandırdı. 1981 yılında Kürt dostlarımızın örgütü Tekoşer’in Brüksel’de düzenlediği Newroz gecesindeki konuşmacılar arasında benimle birlikte Nubar Yalımyan’ın da konuştuğunu anımsatıyordu.

Evet, siyasal mücadele yaşamımda ilk kez o gece bir Ermeni devrimciyle mikrofon paylaşmıştık…

Ermeni diasporasıyla örgütsel ilişkiler kurmamız da ancak Nubar Yalımyan’ın aile yakınları ve yoldaşlarının Belçika Demokrat Ermeniler Derneği’ni kurmasıyla mümkün olmuştu.

İlk Türk Göçmen ya da Devrimin İsimsiz Kahramanları adlı heykel sergisinde Nubar Yalımyan’ın büstüne de yer veren Hollanda’nın ünlü heykeltıraşlarından Suat Öğüt, serginin İstanbul’da açılışı nedeniyle 2 Ocak 2015 tarihli Agos gazetesinde yayınlanan röportajda Nubar Yalım’ın yaşadıkları ve yaptıkları nasıl dahil oldu projeye? sorusunu şöyle yanıtlıyor:

“Belçika’ya yeni taşındığım dönemde, 60’larda yapılan ‘konuk göçmen’ anlaşmasını ve bu anlaşmanın uygulandığı dokuz Avrupa ülkesinde göçmen meselesini araştırmaya başladım. Aslında bu mesele, bugüne dek fazlasıyla işlenmiş. Ben, daha farklı nedenlerle göç eden insanları araştırıyordum. Zaten görünür olan göçmenlik konularının yanı sıra, bunun alt başlıkları ilgimi çekiyordu. 60’lar, 70’ler ve 80’ler Türkiye için pek de iç açıcı dönemler değil. Askeri darbeler ve çeşitli olaylar sonucunda birçok insan Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı. Politik göçmenler, Türkiye’de de, Avrupa’da da, tarihsel bir çerçevede pek ele alınmamış, arada kalmış bir mesele. Sergideki devrimin isimsiz kahramanları onlar. Bu, alternatif tarihe odaklanan araştırmalarımı ve biyografik yaklaşımımı yansıtan bir başlık.

“Araştırmam esnasında, 70’li yıllarda Türkiye’yi politik nedenlerden ötürü terk eden, Ant Dergisi’nin kurucularından olan Doğan Özgüden ve eşiyle tanıştım. Özgüden’in, iki ciltlik, ‘Vatansız Gazeteci adlı bir kitabı var, 50’lerden bugüne hem Türkiye’nin, hem de Avrupa’nın politik duruşunu işliyor. O kitap, projemin önemli kaynaklarından. Kitapta Nubar Yalım’dan da bahsediliyor.

Özgüden’in kitabında ne anlatılıyordu Yalım’la ilgili?

“Genç yaşta öldürülen Yalım hakkında bilgiye ulaşmak çok zor. 1978’de Hollanda’ya göç etmiş. Daha sonra cunta yönetiminin aldığı kararlar sonucu, Avrupa’da yaşayan Ermenilere karşı bir hareket başlatılmış. Kitapta da, Nubar Yalım’ın cunta yönetiminin kararıyla Türk gizli servisleri tarafından öldürülmesinden bahsediliyor. Susurluk olayının ardından bulunan belgeler ve yapılan açıklamalar da buna işaret ediyor. Yalım 1982’de Hollanda’da, Utrecht’teki evinde ölü bulundu. Faili meçhul cinayete kurban gitti.

“Aris Yalman Nalcı aracılığıyla Yalım’ın kuzenine ulaştım, hakkındaki hikâyeleri ondan öğrendim ve Ermenice yayımlanan şiir kitabını gördüm.

Kitap nerede basılmış?

“Sanırım Brüksel’de. Yalım’ın o dönem Hollanda’da çıkardığı dergilerde ve Türkiye’deki gazetelerde yayımlanan şiirlerinin yer aldığı bir kitap. Sanatçı arkadaşım Hera Büyüktaşçıyan, kitaptaki şiirlerin büyük bir kısmını benim için çevirdi. Şiirler çevrildikçe benim için bazı şeyler daha da netleşmeye başladı. Dil üzerinden bir diyalog oluştu.

Neden özellikle ‘Eğer Ressam Olsaydım’ şiiri?

“Yalım hem bir devrimci, hem de şair. Şiirlerini öncelikle kendisi için yazsa da, düzenli olarak Ermeni gazetelerinde yayımlamış. Şiirlerinde, genellikle, yaşamı boyunca verdiği mücadeleyi anlatmış. 1977’de yazdığı, bir devrimcinin mücadelesini bir ressamın gözünden aktardığı ‘Eğer Ressam Olsaydım’ da bunlardan biri. Benim asıl ilgimi çeken nokta, sanat ile devrim arasında kurduğu bağ. Yalım, yaşadıklarını bir şairin bakışıyla anlatıyor. Ben de, bir sanatçı olarak, kendi yaptıklarımı onun gözünden nasıl yorumlayabilirim diye düşündüm. Bir devrimcinin şiir ve sanat üzerinden kendi durumunu ve verdiği mücadeleyi değerlendirmesi ile benim onun hayatına bakışım arasında bir ilişki kurdum.”

ERMENİ DOSTUMUZ VAROUJAN SİRAPİAN’DAN

1915-1999 ARASI DÖRT ERMENİ KUŞAĞININ ÖYKÜSÜ

Sürgündeki Ermeni dostlarımdan Varoujan Sirapian’ın hem soykırım inkarcılığına karşı mücadelede, hem de gazetecilik ve yayıncılık yaşamında özel bir yeri var. En son, Fransa’da yönettiği Europe et Orient Dergisi’nin Ocak-Haziran 2022 tarihli sayısında benim “Bozkurtlar ve Belçika Siyaseti” başlıklı uzun bir makaleme yer vermişti.

1915 Soykırımı’ndan kurtulabilmiş bir Ermeni ailesinin çocuğu olarak tüm öğrenimini Türkiye’de görmüş, 60’lı yılların gençlik hareketlerinde olduğu gibi müzik etkinliklerinde de aktif yer almış bulunan Varoujan, Siegest Yayınevi tarafından yeni yayınlanan Palou-Paris* adlı kitabında 1915-1999 yıllarına ait dört Ermeni kuşağının Türkiye ile Fransa arasındaki öyküsünü anlatıyor.

Kendisinin isteği üzerine bu kitaba yazdığım sunuş yazısında duygu ve düşüncelerimi şöyle dile getirdim:

“Anadolu'nun Türklerce fethinden önce Rumlar, Asuriler ve Kürtler gibi Ermenilerin de vatanı olmasına rağmen, hayatımda iz bırakan Ermeni dostlarımın büyük çoğunluğuyla Türkiye'deyken değil, yarım asrı aşkın süredir yaşadığım sürgünde tanıştım. Nedeni çok açık… 1915'teki soykırım ve tehcirden sonra Ermeni ulusunun Türkiye'deki varlığı birkaç milyondan on binlere düşerken, Türkiye dışında milyonlarca Ermeni’den oluşan bir diaspora oluştu. Sürgündeyken, hem Türkiye'deki baskıcı rejimlere karşı mücadeleyi sürdürmek, hem de içinde bulunduğumuz ülkenin çok kültürlü yaşamına birlikte katkıda bulunmak için Ermeni diasporasından yüzlerce arkadaşım ve yoldaşım oldu.

“Türkiye'deki Ermeni arkadaşlarımı genel olarak sol mücadele içinde tanıyordum. Kuşkusuz unutamadıklarımın başında değerli meslektaşım, büyük fotoğraf ustası Aram Güleryan geliyor...

“Meslektaşım Ohannes Yaşar Uçar'ın meslek yaşamımda özel bir yeri var... Bu kitabın kahramanı Vartan'ın ünlü bir müzik grubunun gitaristi olarak İstanbul'da, İzmir'de ve Anadolu'nun dört bir yanında konserden konsere koştuğu yıllarda, aynı yaşlarda olan Ohannes de, 1967'den itibaren Yaşar Kemal'le birlikte çıkardığımız Ant dergisinin ilk sorumlu müdürlerinden biriydi. Ant'ta yayımlanan yazılar nedeniyle yargılandı, 12 Mart 1971 darbesinden sonra hemen tutuklandı, işkence gördü ve yıllarca hapis yattı.

“Kitabın kahramanı Vartan’ın İstanbul Üniversitesi'nde okurken karşılaştığı ırkçı tutumlara ilişkin anılarından özellikle biri beni çok etkiledi. Ünlü sosyolog Profesör Cahit Tanyol, Edebiyat Fakültesi'ndeki ilk dersinde ‘Türk milletinin dört irsi düşmanı vardır’ demiş, ardından bu düşmanların isimlerini tahtaya yazmış: "Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve... Ermeniler..."

“Vartan, genç bir Ermeni olarak o günkü haklı tepkisini kitapta çok güzel ifade ediyor: ‘1966'da, Ermenilerin katledilmesinden elli yıl sonra, üniversitede entelektüel düzeyde böylesi bir milliyetçilik ve ırkçılıkla karşılaşılabiliyorsa, bu ülkede zihniyetlerin değişeceğine dair çok az umut vardır.’

“Bunu neden yazıyorum? Çünkü o profesörün üniversitede Oya Baydar gibi genç solcu asistanların kariyerlerini engellemek için yaptığı kirli manevraları Ant dergisinde ifşa etmiştik. 68 direnişinin liderlerinden biri olan ve 1972 yılında askeri cunta tarafından iki yoldaşı ile birlikte idam edilen Deniz Gezmiş de, 26 Aralık 1968 tarihinde Cahit Tanyol'u protesto etmek için İstanbul Üniversitesi rektörlüğünü işgal etmişti.

“Ancak bu kitabın kahramanının da haklı olarak söylediği gibi, 1960'larda Türkiye'de sol hareketlerin yükselişine rağmen, 1915 soykırımı ilerici çevrelerde bile tabu olarak kalacak, ancak 2007 yılında Ermeni meslektaşımız Hrant Dink'in Agos gazetesi önünde alçakça katledilmesinden sonra sınırlı bir şekilde de olsa tartışılmaya başlanacaktı.

“12 Eylül 1980 darbesinden sonra Avrupa’ya siyasal göçün yoğunlaşması ve özellikle metropollerde Ermeni, Asuri ve Kürt örgütlerinin oluşması nedeniyle, 1915 soykırımının tanınması mücadelesi Türkiye'ye kıyasla sürgünde daha erken gündeme gelmişti. Bu mücadele döneminde, Türkiye'dekilerle kıyaslanamayacak kadar çok sayıda Ermeni arkadaşım oldu.

İnci Tuğsavul ile Brüksel'de öncülüğünü yaptığımız ve 50'den fazla milliyetten göçmen ve sürgünlerin bir araya geldiği Güneş Atölyeleri, aynı zamanda Ermeni dostlarımızın da bir eseridir...

“Sürgünde tanıdığım Ermeni dostlarımdan biri de hiç şüphesiz Varoujan Sirapian'dır… Palou-Paris adlı kitabında bu romanın kahramanı Vartan'ın hayat hikâyesini büyük bir duyarlılıkla anlatıyor.

“Avrupa Parlamentosu'ndaki bir konferansta tanıştığım Varoujan, son yirmi yıldır Belçika'da düzenlediğimiz etkinliklere her zaman destek oldu ve görüşlerimizi yöneticisi olduğu Europe et Orient dergisine yansıttı.

“Belçika'daki siyasal sürgün örgütleri adına 13 Mart 2006 tarihinde Brüksel Anakent Belediyesi'nde düzenlediğimiz ‘Baskıcı rejimlerin Avrupa ülkelerine kitlesel göç üzerindeki etkisi’ konulu kolokyumun en önemli katılımcılarındandı, 8 Aralık 2010 tarihinde Info-Türk adına düzenlediğimiz ‘Türkiye militarizmden gerçekten arındırıldı mı?’ başlıklı konferansın konuşmacılarından biri de Ragıp Zarakolu ile birlikte Varoujan Sirapian'dı.

Varoujan Sirapian'ın bu son kitabı, 1915 soykırımı ve tehciri hakkında bilmediğim birçok noktayı açıklığa kavuşturmakla kalmadı, aynı zamanda beni 1960'lı yıllar Türkiye'sinin Robert Kolej ve İstanbul Üniversitesi'ndeki atmosferiyle ilgili anılarımı yeniden canlandırdı.

“Kitabın beni en çok etkileyen bölümlerinden biri de şu oldu: Vartan 30 yaşındayken bile Ermeni tarihi hakkında ya çok az şey biliyor ya da hiçbir şey bilmiyordu. 1915-1922 katliamlarının 20. yüzyılın ilk soykırımı olduğunun farkında bile değildi, resmi Türk tarihi bu acılı dönemi tamamen karanlıkta bırakırken kendi ana ve babasının ya da hayatta kalan diğer kişilerin dağınık anlatımları da, bu sistematik katliamlar ve boyutları hakkında tam bir fikir vermiyordu.

Varoujan'ı, Fransa'da yaptığı çalışmalarla Türkiye tarihini örten bu karanlığı yırtarak gerçeği araştırmaya başladığı için, sadece 1915 soykırımının değil, Türkiye'deki tüm insan hakları ihlallerinin tanınması için verilen mücadelede aktif rol aldığı için, bunu bir Fransız vatandaşı olarak yaptığı için ve yayınladığı kitaplar ve makaleler sayesinde ortak mücadelemizin duyulmasını sağladığı için yürekten kutluyorum.”

*Varoujan Sirapian, Palou-Paris, Sigest

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi