İnci Hekimoğlu
Süleyman Soylu’ya sağlam bir izah ve AYM
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, HDP'nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın tahliye edilmesi ve diğer adaylarla eşit koşullara sahip olmasını isteyenlere çok kızmış.
Tabi özellikle Millet İttifakı’na dahil partilere…
Millet İttifakı’ndaki partilerin hiç biri, Demirtaş’ın tutuklanması öncesi ve sonrasında yaşananlara, iktidarın medya organları eliyle yürüttüğü linç kampanyalarına, yargılama sırasındaki hak ihlallerine, hukuk skandallarına değinerek konuya temelden itiraz etmedi.
Asıl olarak HDP’nin baraj altında kalması kendi siyasi geleceklerini de ilgilendirdiğinden seçim odaklı kısmi bir demokrasi talebini dillendirmekle yetindiler.
Epeydir suskun duran Süleyman Soylu, Demirtaş’a savcılığın bile yöneltmediği suçlamaları yönelterek "53 kişiyi bir talimatla katledilmesine sebebiyet veren o insan içeride durmayacak da kim duracak bunu biri bana izah etsin?" diye meydanlara çıkmış.
17/25 Aralık dosyalarını FETÖ kumpası olarak adlandırıp kapatan, soruşturmaları yürüten ve ilgililer hakkında tutuklama kararı veren savcı ve hakimleri içeri attıran, bakanlarını aklayan iktidarın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da izah etmesi gerekenler var.
Demirtaş’ın tutuklu olmasının nedeni, 12 FETÖ savcısının hazırladığı fezleke ve sahte deliller.
FETÖ’cülerin açtığı davalarda mağdur olanların davaları düşürülecek sözü vermişlerdi ama meğer iktidar mensuplarına özelmiş bu açıklama.
Asıl büyük skandal duruşmalar sırasında ortaya çıktı.
Aynen Demirtaş’ın mesajından aktaralım:
"2012’de Cemaat savcılarınca uydurulan (ki bunlar şu anda tutuklu) MERCEK adlı sözde gizli tanığın beyanlarını, sırf ben tutuklanayım diye bu dönemin savcıları da dosyama koydular.
Ama yargılandığım mahkeme, MERCEK denen gizli tanığın tüm beyanlarını Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan isteyince gerçek ortaya çıktı. Beni tutuklatmak için bu sahte FETÖ delilini dosyama koyan aynı savcılık, bu defa da ‘böyle bir gizli tanık beyanı yok’ diye cevap yazdı."
Gelelim 6-8 Ekim Kobani olaylarına…
Tutuklanmasına zemin yaratmak üzere iktidar ve borazancısı medya eliyle yürütülen linç kampanyasını hâlâ gerçek olmayan iddialarla sürdüren İçişleri Bakanına yine Demirtaş kendisi versin yanıtı:
"6-8 Ekim nedeniyle hakkımda şiddeti tahrik veya suç işlemeye azmettirmekten açılmış ne bir soruşturma ne de bir dava vardır.
Çünkü yapılan savcılık soruşturmasında 6-8 Ekim’e dair tek bir çağrım veya açıklamam bulunamamıştır. Bulunamamıştır, çünkü yoktur. Bu konuda bana atılan iftiralar siyaseten beni karalama amaçlıdır. Ben 6-8 Ekim nedeniyle yargılanmıyorum, öyle bir suçlamadan tutuklu da değilim.
Dava, Parti MYK’miz hakkında izinsiz gösteriye teşvikten dolayı açılmıştır. Olayları tahrik ettiğimiz iddiası bile yoktur. Bu gerçek de, yargılama sırasında tümüyle ortaya çıkmıştır.
Ancak o kadar fazla ‘Demirtaş’ın Kobani çağrısı’ başlıklı yalan ve iftira atılmıştır ki, kamuoyunda benim gerçekten böyle bir çağrı yaptığım algısı yaratılmıştır. Oysa böyle bir çağrım yoktur.
Benim 7, 8 ve 9 Ekim’de yaptığım üç çağrı vardır, üçü de şiddetin ve provokasyonların durması çağrısıdır. Hakkımda yürütülen kampanya, ne yazık ki siyasi bir rakibi yıpratmak amacıyla yapılmış, tarihimizin en büyük karalama kampanyalarından biridir. Hakikat bundan ibarettir."
Soylu ikna olmazsa, Demirtaş’ın "Efkan Ala, bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var diyordu" iddiasına sessiz kalan selefine de başvurabilir.
Demirtaş 21 Mayıs tarihinde avukatları aracılığı ile yaptığı bu açıklamada "Herkes üç maymunu oynuyor" diyerek, muhalefete de mesaj vermişti.
Eh, "anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz" ifadesiyle iktidarın söylemine ve dayatmalarına esir düştüğünü itiraf eden muhalefet ne desin şimdi… O günden ipotek koymuştu zaten bugüne.
Ama telafi edebilirler.
Demirtaş’ın tahliyesini istemek yetmez.
Önce içtenlikli bir özeleştiri, ardından Demirtaş ve genel olarak HDP’ye yönelik hukuk ve ahlak dışı operasyonları teşhir etmekle başlayıp, Kürt illerindeki seçim ablukasına karşı dayanışma planlarını açıklayarak devam edebilirler.
Ancak topyekun bir kamuoyu baskısıyla Anayasa Mahkemesi, Demirtaş’ın tutukluğuna ilişkin başvuruya belki hukuka uygun bir kararla yanıt verir.
İktidar ister AYM yapar yani
Seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek diğer başvuru da bilindiği gibi CHP’nin seçim yasasının bazı maddelerinin iptali ve yürütmesini durdurma talebiydi.
İktidar kalemi Selvi açıkça AKP’nin AYM’ye seçimleri iptal ettirebileceğini yazdı.
Ülkenin geldiği durumun özeti.
İktidarın AYM’ye istediği kararı aldırabildiği yazılıp çizilecek kadar sıradanlaşmış.
Üstelik Selvi, olası bir iptal kararının siyasi sonuçlarının CHP’ye yazılacağını haber vermekte de sakınca görmemiş. Oysa CHP bu başvuruyu yaptığında ‘acil seçim’in lafı bile yoktu ortalıkta.
Şimdi CHP’nin alelacele yaptığı "biz seçimlerin değil sakıncalı maddelerin iptalini istedik" açıklaması ne kadar etkili olur bilinmez.
24 Mayıs tarihli "AYM galiba çay daveti bekliyor" başlıklı yazımda bunu anlatmaya çalışmıştım.
AYM’nin vereceği kararları ve olası sonuçları üzerine halkı bilgilendiren, Kürt illeri başta olmak üzere ülkede demokratik, eşit ve özgür koşullarda seçim yapılabilmesinin koşullarını anlatan bir kampanya başlatmaları gerekiyordu.
AYM başvurusuna neden olan anti demokratik ve hukuk dışı seçim yasası değişikliğini gündemde tutmayarak, bu yasayla yapılacak seçimin meşru olmayacağını haykırmayarak, yapılan değişikliklerin neden olacağı sonuçları madde madde anlatmayarak, CHP önemli bir fırsatı kaçırdı.
"Milli irade gaspı" ve meşruiyet meselesi bütün kesimleri ortaklaştıracak bir kampanya olabilirdi.
Üstelik seçim iptali ya da ertelemesinin gündemde olduğuna ilişkin iddialar dolaşıp dururken CHP’nin kendi başvurusuna sahip çıkmayıp, yumurta kapıya gelene kadar suskun kalması gerçekten çok tuhaf.
Açıklanmaya muhtaç bir konu.
Bakalım AYM gerek CHP’nin gerekse Demirtaş’ın başvurusuyla ilgili alacağı kararlarla "Ankara’da hakimler varmış" dedirtecek mi?