Nurcan Kaya
Sur’da yıkım ve yüzleşme gayretimiz üzerine…
Herkes doğup büyüdüğü şehir için böyle hissediyor mu bilmiyorum ama pek çoğumuz aşkla bağlıyız Diyarbakır’a. Nereye gidersek gidelim, hangi ülkede, hangi şehirde yaşarsak yaşayalım, burnumuzda tüter şehrimiz. En sevdiğimiz insandan, vefalı bir dosttan bahseder gibi bahsederiz Diyarbakır’dan. Diyarbakır’la ilgili türküleri aşk şarkılarından ayırt etmeden aynı içtenlikle, sevgiyle ve hasretle söyleriz. Ve Diyarbakır demek vefa, şükran, minnet demektir biraz da. Bize verdikleri, bizi biz yaptığı için minnetle anarız şehrimizi.
Kimileri Diyarbakır der, kimileri Diyarbekir, Amed, Dikranagerd der. Herkesin ayrı bir Diyarbakır’ı vardır ancak herkes için esas olarak Sur’dur Diyarbakır. Sur ise kiminin geçmişi, kiminin bugünüdür ancak herkesin kalbidir en çok.
2015 yılının sonbaharında başladı Sur’da çatışmalar. 100 yıl sonra yeniden ölümle, yıkımla ve göçle anılmaya başladı kalbimiz. Yüzlerce insan öldü, on binlerce insan evinden barkından oldu. Çatışmalar bitti ama Sur’un çilesi bitmedi. Bir yılı aşkın zaman geçti üzerinden ama Sur’da yasaklar da yıkım da devam etti. Ta ki Xançepek mahallesi tamamen yok olana kadar. Bir zamanlar nüfusunun büyük bir kısmı Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve Musevilerden oluşan, Mıgırdiç Margosyan’ın kitaplarında anlattığı nam-ı diğer Gâvur Mahallesi.
Gâvur Mahallesi’nin Ermeni kimlikleriyle bilinen sakinlerinin hemen hepsi 80’li yıllarda terketmişlerdi Diyarbakır’ı. Onların şehirden gitmeleriyle beraber tarih boyunca çeşitli badireler atlatan1500 yıllık, Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi sahipsiz, cemaatsiz kalmıştı. Öyle ki tavanı dahi çöken kilisenin içinde yerlerde ot bitmişti. Bir mezarlığı andırıyordu o perişan hali.
Ve artık herkesin bildiği üzere son yıllarda Surp Giragos Kilisesi küllerinden doğmuş, bir diriliş öyküsüne dönmüştü. Kilise, Surp Giragos Ermeni Kilisesi Vakfı tarafından, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin de maddi katkısı ile bin bir fedakarlıkla restore edilmişti. "Diyarbakır’da artık Ermeniler yaşamıyor olsa da, bir zamanlar Ermenilerin burada yaşadığının delili olsun istedik" diyor Surp Giragos Ermeni Kilisesi Vakfı Başkanı Ergun Ayık, kiliseyi neden restore etmeye karar verdiklerini anlatırken. Sırf civardaki minarelerden daha yüksek diye 1914 yılında top atışıyla yıkılan çan kulesinin yeni çanı 2012 yılında takıldıktan sonra kilisenin yeniden ibadete açılması üzerine Gâvur Mahallesi’nde yeniden çan sesleri yükselmeye başlamıştı. İlk ayine Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında yaşayan yüzlerce Diyarbakırlı Ermeni katılmıştı. Sonraki yıllarda da dünyanın dört bir yanından Ermeniler geliyordu Surp Giragos’a ve Diyarbakır’a. Kimi atalarının izlerini arıyor, kimi çocukluk anılarını yad ediyordu. "Burası sizin de eviniz, gelin burada hep beraber yaşayalım" diyen belediyenin daveti karşılıksız kalmıyor, bazı Ermeniler yılın birkaç gününü dâhi olsa memleketlerinde geçirmenin yollarını arıyorlardı.
Ermenilerin mecburen arkalarında bıraktıkları evler, sokaklar, büyük bir yıkıma, değişime maruz kalmıştı geçen yıllar içinde. Bununla karşılaşmak kolay değildi. En önemlisi, zamanla iyileşmeyen 100 yıllık bir yara vardı. ‘Kılıç’, ‘qefle’* ya da ‘fermana filehan’** diyordu kimileri bu yaraya. Diyarbakırlılar olarak son yıllarda o yaraya biraz olsun derman olmaya gayret etmemizin, 1915’le ve sonrasında yaşananlarla yüzleşmemizin adresi olmuştu Sur ve Surp Giragos Kilisesi. Dünyanın dört bir yanından gelen Diyarbakırlı Ermenilerin yaralarına uzatılan merhem nedeniyle belki biraz olsun iyileşmelerine vesile olan ya da olabilecek bir dünyaydı Sur. "Ermeniler geliyordu Diyarbakır’ı ziyaret etmeye. Geldikçe değişiyorlardı, kızgınlıkları azalıyordu. Diyarbakırlıların arkalarında bıraktıkları gibi olmadıklarını görüyor, onlarla yakınlaşıyorlardı. Diyarbakır’a gelen bir tek Ermenin‘Geldiğime pişman oldum’ dediğini duymadım" diyerek anlatıyor Ergun Bey Ermenilerin Sur’la iyileşme sürecini.
Gâvur Mahallesi’ni yıkarak, adeta haritadan silerek, yalnızca komşularımızın hatıralarını ve binlerce yılda inşa edilen bir medeniyeti değil, onların yarasına merhem uzatma, yüzleşme şansımızı da elimizden aldılar.
Kürt hareketi tarafından bütün bölgede inşa edilmesi vaat edilen, çok etnili, çok dinli, eşitlikçi ve geçmişle yüzleşilecek olan ‘yeni’ dünyanın prototip modeliydi Sur. Surp Giragosumuzun restore edilmesine katkıda bulunmaktan ibaret değildi belediyelerin bu yeni dünyayı inşa etme çabası. Sur Belediyesi mesela, çok dilli hizmet veriyor, Müslümanlaştırılmış, asimilasyona maruz kalmış Ermenilerin Ermenice öğrenebildikleri kursa destek oluyor, başka kiliselerin ve bir havranın da restore edileceğini müjdeliyordu. Üstelik bu yeni dünyada yüz yıl boyunca kimliğini gizleyerek yaşamak zorunda kalmış Ermenilere, Müslümanlaştırılmış Ermenilere, Kürtlere ve nineleri Ermeni olan, dolayısıyla ‘bizde Ermenilik de var’ diyen Kürtlere de yer vardı. Herkesin tanışma, buluşma mekanıydı. İnşa edilen bu yeni dünya rahatsız ediyordu muktedirleri; yerle bir etmek için bir fırsat arıyorlardı belki de, kim bilir. Ülkenin her köşesinde doğayı ve tarihi, canavarca bir iştahla yok eden, Sur’da da elde edilmesi hayal edilen rantın yanı sıra tüm bunların yok edilmesi için de fırsat kolluyordu belki de muktedirler. Kilisenin içinde bir özel harekatçı tarafından silahla poz verilerek çekilen o fotoğraf bu yeni dünyaya meydan okuyordu belki de.
Burada sorumluluğun yalnızca muktedirlerde olmadığını söylemek bir Diyarbakırlı olarak boynumun borcu. Belediyelerin yüzleşme ve çok kültürlü bir dünya inşa etme gayretleri ‘tüm kesimlerce’ içselleştirilmiş olsaydı, gelişmeler, en azından yıkımın başlama süreci farklı olabilirdi. Çatışmaların Diyarbakır’ın başka yerlerine yayılmış olması halinde dâhi, Sur’a varmaması için çaba harcamalıydı ‘tüm kesimler’ ve Diyarbakırlılar; Sur’un etrafına etten duvar örmeliydiler. Sur’un tek bir taşını dahi riske atan herhangi bir adımın atılmasından, tek bir kazmanın vurulmasından kaçınılmalıydı olabildiğince. Tarihi, kültürel mirası hasar görmüş bir şehir ne şekilde kimler tarafından yönetilirse yönetilsin hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı zira. Oysa Diyarbakır’daki çatışmalar Sur’da başladı. Buna tepki gösteren çok az kişiden biri olan Tahir Elçi Sur’a siper olmaya çalışırken kurşunların hedefi oldu. Görünen o ki, Sur’u yıkmanın farklı yollarını arayacaktı muktedirler ancak buna teşebbüs etmeleri halinde de yine Sur’a siper olup korumak için seferber olunmalıydı.
Surp Giragos neyse ki bugün ayakta hâlâ. Epeyce hasar görmüş ama bu badireyi de atlatacak gibi görünüyor. Kamulaştırma kararının Vakfın başvurusu üzerine iptal edildiğini, kilisenin ibadet yeri olarak kalacağını söylüyor Ergun Bey. "Ermenilerin orada yaşadığının bir delili olsun istiyorduk. O delil yerinde duracak ama artık hayat eskisi gibi olmayacak" diye ekliyor, bütün Diyarbakırlılar gibi Sur’un başına gelenlere üzülerek. "Diyarbakır bitti. Surlar kaldı bir tek. Birkaç kilise, birkaç cami kaldı, o kadar" diyor son olarak… Haksız mı? Gâvur Mahallesi ve başka mahalleleri yok edilmiş bir Sur’un içinde ayakta kalan birkaç tarihi yapı ve ibadet yeri, Diyarbakır’ı Diyarbakır yapmaya yeter mi?
*qefle: kafile
**fermana filehan: Ermenilerinfermanı