Süreci özetleyen iki portre: Perinçek ve Bahçeli

Türkiye’nin en karanlık tarih dilimine tanık olma talihsizliği de bizi buldu maalesef. Sadece tanık olsak yine iyiydi, bir de muhatabıyız.  12 Eylül döneminin en kötüsü olduğunu sanıyorduk, meğer beterin beteri varmış.

Birkaç gün önce Devlet Bahçeli bir konuşmasında, durup dururken sözü Perinçek’e getirdi ve "Eğer Doğu Perinçek ve hayırcı yoldaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa, kesinlikle ve istisnasız Sayın Erdoğan'ı tercih edeceğimizi herkes bilmeli ve kafasına sokmalıdır" dedi.

İşin ilginci Perinçek’in "Hayır" derken "Evet" dediğini bilmeyen pek yoktu. Nitekim Perinçek aynen şu yanıtı verdi: "Erdoğan'ı tercih edenler, Perinçek’i de tercih etmiş olurlar. Çünkü Erdoğan Silivri duvarlarının yıkılmasında ve FETÖ ile mücadelede bizim çizgimize geldi."

Perinçek bununla da yetinmedi, ülkücüler arasında seçim olsa Bahçeli’nin değil kendisinin kazanacağını da ekledi.

Ülkenin hali pür melalini bundan iyi ifade eden bir polemik olamazdı her halde.

Erdoğan’ı paylaşamayan bu iki adamın tarihlerini genç kuşakların bildiğini sanmıyorum. Hatta Perinçek’in adını bile son bir iki yılda duymuş olabilirler.

Kendilerini ‘sağ’da ve ‘sol’da tanımlayan bu iki siyasi şahsiyetin dinci-otoriter bir rejime hep birlikte yedeklenmeleri, inşa edilen ve referandumda alınacak onayla tahkim edilmeye çalışılan yeni rejimi anlamak için tek başına yeterli olacak kadar önemli.

Siyasi hayatı zig-zaglarla dolu Doğu Perinçek, 12 Eylül öncesinde de  çıkardığı Aydınlık gazetesi ile önemli görevleri yerine getirirdi.

‘Sol’ sıfatıyla sol cephede gedik açmaya çalışırken, gazetesinin manşetlerini solcuları polise ve paramiliter güçlere ihbar etmeye ayırırdı sıklıkla; isim, fotoğraf hatta adres yayınlayarak. (Merak eden arşivlerde bulabilir.) Ama en azından bu günkü gibi açıktan ülkücülere liderlik yapmaya soyunacak kadar ‘çıplak’lığı göze alamamıştı.

Anlaşılan artık ‘sol’ sıfatıyla takiyye yapmaya ihtiyaç duymayacak kadar kendisini güçlü, hatta iktidara ortak hissediyor!

Nitekim, Bahçeli’ye yanıtını Çin’den veren Perinçek, hangi sıfatla üstlendiğini anlayamadığımız görevini "Çin Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye’yi teröre karşı desteklemesi ve ekonomik olarak yardım etmesi için mücadele ediyorum" diye açıklıyordu.

Hizmet ettiği odaklar açısından çakıştığı Bahçeli ile hedef ortaklığında stratejik işbirliği yaparken, bir yandan da çatışıyor görünmesi ilginç değil mi?

Yüzde 13 oy oranıyla meclise gelmiş bir partinin genel başkanı dahil bütün milletvekilleri içeriye atılırken, yıllardır binde bir oydan fazlasını alamamış bir parti başkanının şu dönemde niye bu kadar itibar gördüğü de anlamlandırılması gereken özgün durumlardan.

Bu iki siyasi portre, Erdoğan rejiminin Gülen cemaati sonrası ittifak yaptığı ya da yapmak zorunda kaldığı  güçleri görünür hale getiren iki sembol elbette.

Çünkü Perinçek kadar Bahçeli de 12 Eylül öncesinin ‘önemli’ şahsiyetlerindendir. 70’li yılların o korkunç ‘battaniye’ ya da ‘çuval’ cinayetlerinin, ev baskınlarının, kitle katliamlarının faillerinin beslenip büyütüldüğü Ülkü Ocakları teşkilatları, örgütlenmenin başındaki Devlet Bahçeli’ye bağlıydı. "Davadan dönenin vurulduğu" ülkü ocakları yetiştirmeleri ya onca tanığa rağmen yakalanamaz, ya delil yetersizliğinden bırakılır ya da o günkü adıyla "örtülü tahliye"lerle cezaevlerinden sistemli olarak kaçırılırdı.

Yani Devlet ile ‘derin’ devlet her zaman işbirliği içindeydi. Aslına bakarsanız Bahçeli’nin, Yenikapı mutabakatını bozarak, "Başkanlık" meselesini gündeme getirmesi, onu iyi tanıyan Tuğrul Türkeş’i boşuna işkillendirmedi.

En yakın dava arkadaşı Yaşar Okuyan’ın "Bahçeli özel görevli biri, MİT ajanı" dediği, ülkücü camianın ideoloğu, hocası Namık Kemal  Zeybek’in  aynı iddiayı canlı yayında, bir TV ekranında tekrarladığı bir isimden söz ediyoruz.

Perinçek ve Bahçeli’nin yolları hep kesişirdi, bugün artık birleşti.  Bu kez hangi  görevle, hangi hesaplarla dinci-otoriter bir yönetimin etrafında kenetlendikleri konusunda elbette oldukça mantıklı spekülasyonlar yapabiliriz.

Ancak Erdoğan, Bahçeli, Perinçek üçlüsünün sonunun tıpkı Gülen-AKP ortaklığı gibi olacağını tahmin etmek için alim olmaya gerek yok.  Bu yeni karanlık ortaklığın sonunda kimin kime yedeklenmiş olduğu da açığa çıkacak da, daha önemlisi Türkiye’nin istisnasız tüm kesimlerinin ülkücüsü, muhafazakarı, solcusu hep beraber nasıl bir siyasi, ekonomik ve yaşamsal maliyet ödemek zorunda kalacağımız…

Umarım Türkiye’nin belki de en kritik seçiminde bütün kesimler "Hayır"da birleşerek, hem kendilerini hem ülkeyi kurtarırlar.

Bu kadar önemli bir süreçte en az süreç kadar kritik önemde yayına başlayan  Artıgerçek’in Türkiye tarihinde özel bir yeri olacağına inanıyorum.

Bu kadar saygın, onurlu, ilkeli isimlerle yol arkadaşlığı yapmaktan gurur duyuyorum.

Yolumuz "Hayır"lı olsun, "Hayır"lara vesile olsun, "Hayır"da tuzumuz olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi