İnci Hekimoğlu
‘Suruç’un aydınlanması IŞİD’li imamın iznine bağlı
-Sevgili Nart, sevgili Ferdane ve yol arkadaşları/mız
Sizi unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız!-
***
Geleceğimizin en güzel, en umutlu yanını paramparça ettiler. 33 canımızı bizden aldılar. Onlarcasının bedeninde ve ruhunda hiç geçmeyecek yaralar bıraktılar.
Suruç katliamının anılmasına bile tahammül edemiyorlar. Çünkü Suruç’u hatırlamak; suçluları unutmamak, IŞİD’i koruyup kollayanları teşhir etmek anlamına geliyor.
İstanbul’daki anmaya polisin sert müdahalesi, özellikle HDP ve CHP milletvekillerini hedef alarak plastik mermi ve gaz sıkmasının iki yönlü bir anlamı var.
İktidarın epeydir kullandığı "HDP terörün uzantısıdır. HDP ile yan yana duran da teröristtir" söyleminin sahadaki karşılığı olduğu kadar, bundan böyle HDP’li vekillere yönelik kolluk güçlerinin yasadışı uygulamalarının CHP’li vekiller için de geçerli olduğunun mesajı veriliyor.
CHP bu mesaja AKmedyada dolaşıma giren "milli birlik" ruhuyla mı yanıt verir, demokrasi güçleriyle birlikte durma kararlılığını mı gösterir?
Buna hâlâ kamuoyunun net bir yanıt verememesi CHP siyasetinin en önemli handikaplarından biri olsa gerek. (Örneğin CHP’nin S-400 ile ‘milli’ söyleme katılması v.b)
Suruç’u anmak dışında, kaç milletvekili, kaç sivil toplum oluşumu, kaç gazeteci Suruç davasını takip ediyor, bu da ayrı bir soru…
İstanbul’daki davalara gösterilen özen Suruç davasına da gösterilseydi eminim mahkeme, insanı hayrete düşüren o kararları veremez, davanın bir numaralı sanığı olması gereken kişi Ankara’da koruma altına alınamazdı.
Evet, eldeki en önemli isim basbayağı koruma altında!
Halen davada sanık olarak yargılanan tek kişi var: Yakup Şahin
Diğer iki sanık Deniz Büyükçelebi ve İlhami Balı’nın Suriye’ye kaçtığı da iddia ediliyor, öldükleri de.
Katliamın en kritik ismi Abdullah Ömer Arslan ise davada tanık olarak bulunuyor ve müdahil avukatların bütün taleplerine rağmen mahkeme sanık listesine almayı reddediyor.
Peki ama niye?
Katliam sırasında fotoğraf çekerken vatandaşların yakalayıp polise teslim ettiği kişi Abdullah Ömer Arslan.
Suruç’a geliş güzergâhına ilişkin çelişkili bilgiler veren, çantasından IŞİD bayrakları çıkan Abdullah Ömer Arslan ilk sorgusunun ardından serbest bırakıldı.
Hatta imam olup olmadığı bile açıklığa kavuşmamış olan Arslan kısa bir süre sonra Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevlendirilerek Suruç’tan uzaklaştırıldı.
Avukat Sezin Uçar mahkemede, "kendisi ve ailesinin IŞİD ile bağlantısı var mı, yine kullandığı 2 telefonun HTS kayıtlarının dosyaya celbine, yine ilk kez, olay günü ifadesini alan polisler kim, sakalını kim kesti, masumluğuna kim karar verdi, bunların araştırılmasını talep ediyorum" dedi ama talep kabul edilmedi.
Kabul edilen tek talep, Arslan hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki bilgilerin sorulması oldu. Ankara İl Müftülüğü'nden gelen sicil dosyasına ilişkin bilgide Arslan’ın IŞİD’lilerle yaptığı görüşmelerin telefon kayıtları olduğu bilgisi yer aldı.
Bu durumda adil bir yargılamada Arslan hakkında suç duyurusunda bulunulması ve davaya sanık olarak eklenmesi gerekir. Ama öyle olmadı. Belli ki Arslan’ın tanık olarak kalmasında yarar görülüyor.
İşte burası gerçekten "çok önemli"!
Tanık sıfatını taşıdığı sürece, Arslan’a ait iki telefonun incelenmesi talebi Arslan’ın iznine bağlı.
Yani ancak Arslan buna izin verirse o telefonlar incelenebilecek.
Tam bir karakomedi sergileniyor davada.
Davanın seyrini ve amacını da, herhalde bundan daha iyi anlatan bir yargılama usulü olamaz.
Son duruşmada da, Diyanet’ten gelen bilgilere rağmen Arslan’ın tanıklıktan sanık durumuna geçirilmesi talebi reddedildi.
Böylece olay yerinde keşif yaptığı, bombacılarla temas kurduğu ve planlamanın içinde olduğuna ilişkin tüm veriler karanlığa terk edildi.
Aslında katliamı "karanlıkta bırakma" gayretini ilk ifade edenlerden biri kamu görevlisiydi.
Katliamda sorumluluğu olduğu gerekçesiyle "görevi kötüye kullanma" suçlamasıyla yargılanan iki polisten biri olan Ahmet Oğuz Davarcı iki yıl önceki ifadesinde, sorumluların "İstihbarat Daire Başkanlığı, Adıyaman İstihbarat Şube Müdürlüğü, Antep İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Urfa İstihbarat Şube Müdürlüğü" olduğunu söylemiş ve "MİT'i söylemiyorum bile. Söyleyince 'MİT'ten sana ne' diyorlar" demişti.
Bir emniyet mensubunun verdiği bu ifade yalnız önemli merkezleri işaret etmiyor, katliamın aydınlatılmasının önündeki engelleri de bir tür sorumluluk silsilesi halinde tanımlıyor.
IŞİD ve Türkiye’deki yapılanmasıyla ilgili yurt dışı, yurt içi pek çok bilgi akışı oluyor yıllardır.
Irak ve Suriye’de tutuklu bulunan IŞİD üyeleriyle yapılan röportajlarda, MİT, TSK ve emniyet birimleriyle kurulan bağlantılara ilişkin çeşitli iddialar yer alıyor.
Bu bağlantılar ve bu iddialar açıklığa kavuşmadan Suruç’un ya da Gar katliamının aydınlanması mümkün görünmüyor.
Zincirin bir halkası Suruç ise diğeri Ankara.
Karanlıkta bırakılan her katliam ve cinayet, IŞİD’i yaratan zihniyetin, vahabiliğin ve selefiliğin artık bu topraklara da tohum atmış olduğunun göstergesi.
"Milli"de buluşan devletçi muhaliflerin bu gerçeği görmesi için daha ne olması gerekir?