Ahmet Nesin
Susurluk’tan günümüze Ergenekon, Ağar, Soylu ve Erdoğan (I)…
3 Kasım 1996 Susurluk ilçesinde siyah bir Mersedes yol alıyor, o zaman bişeyi fark ediyorum, dünyada siyasetçilerin, bürokrasinin ve bir de mafyanın arabaları siyah olmak zorunda. Size çok basitmiş gibi gelebilir ama bu siyasetle mafyanın iç içe geçmesinin ilk işareti olabilir mi acaba!.. Siyah Mersedes yolun boş olduğu bir saatte bir kamyona çarpıyor, içindekilerden siyasetçi Sedat Bucak ağır yaralanıyor, emniyetçi Hüseyin Kocadağ, ülkücü-mafya Abdullah Çatlı ve Gonca Us ölüyor.
4 kişi, hepsi birbiriyle ilintili ve o yüzden siyah Mersedes onların yan yana geldikleri son yer. Mafyanın mafya olabilmesi için emniyetten destek görmesi gerekiyor, emniyetin destek verebilmesi için siyasi ayağının ve arkasının kuvvetli olması gerekiyor. Bunun en güzel kanıtı da beraberinde adaletin de onlara çalıştığını görmek esasında, çünkü tek sağ kalan Sedat Bucak hakkında dava açılıyor ve istenen ceza 2 yıl. Bu kadar büyük bir olayda 2 yıl istenmesinin sadece bir açıklaması olur, o da işin üzerine gidilmeyeceğidir. Eski bir adliye muhabiri olarak, deneyimlerime dayanarak daha hukuksal dille anlatmam gerekirse, bu dosyadan yargılanan birisi, ya en az 24 yıl yada müebbet hapis cezası alır yada kendisine komplo kurulduğunu belgeleriyle kanıtlar ve beraat eder. Oysa Sedat Bucak sadece 1 yıl 15 gün ceza almıştır.
Esasında daha da gerilere gitmek gerekiyor, önce kısaca Turgut Özal, arkasından da Tansu Çiller dönemine. Turgut Özal ile Kenan Evren ilişkisinde çok az kişinin bildiği ama bilenlerin de konuşmaktan ve yazmaktan çekindiği bir olay vardır. Bunu okurken belki şaşıracaksınız ama Türkiye’de eyalet sistemini Turgut Özal’a ilk öneren Kenan Evren’dir ve Özal bunu reddetmiştir. Evren’in bunu önermesi siyaseti, Kürt sorununu ve demokrasiyi bildiğinden, hatta eyalet sisteminden anladığından değil, 12 Eylül darbesini yaptıran ABD’nin sözcüsü olmaktan kaynaklanmaktadır. Turgut Özal da bu öneriyi ANAP kurulmadan önce darbenin başbakan yardımcısıyken reddetmiş ve gerekçe olarak Türkiye’nin hazır olmadığını öne sürmüştür. 80’li yıllara baktığımızda haklı gibi gözükse de kendi başbakan olunca Kürt sorununa sarılışı ayrı bir tartışma konusudur.
Turgut Özal sözüm ona demokrasi adına başbakan olduğunda siyasetteki askeri sivilleştirmeye çalıştı ama bu çabalar biraz da komikti. Şortla askeri selamlayınca işe başladıklarını sandılar ve liberal solcuların da desteğini iyice yanlarına çektiler. Ama en önemli konu MİT’ti, çünkü MİT hep başbakanlığa bağlı olmasına karşın hiçbir darbeyi dönemin başbakanına bildirmemişti ve gerekçesi de bence çok basitti, MİT’in başında hep asker vardı. Ve Özal başbakanlığı döneminde sivilleştiremediği MİT’i cumhurbaşkanlığı döneminde yaptı. Özal’da da aynı Erdoğan’ın Suriye ve Esad takıntısı gibi Irak ve Saddam takıntısı vardı. Sönmez Köksal’ın MİT müsteşarı yapılmasında eski Bağdat büyükelçisi olmasının etkisi ne kadardır bilemiyorum ama siyaseti sivilleştirmeye çalışan Özal cumhurbaşkanlığıyla bu fırsatı kaçırdı ve son dönem yeni bir parti kurma fikrini bile ortaya attı.
Ve arkasından Süleyman Demirel’in de cumhurbaşkanı olmasıyla gelen Tansu Çiller dönemi var. Ve Çiller Özal’ın yapamadığını yapmaya çalışıyor, Çiller Özel Örgütü adıyla anılmaya başlanıyor ve kendilerine göre muhteşem bir ekip kuruyorlar.
Bucak milletvekili oluyor ve Kürtlere karşı akıl almaz bir şekilde silahlandırılıyor. Abdullah Çatlı uyuşturucu ticaretinden tutuklu olduğu İsviçre hapishanesinden kaçıp İstanbul’a geliyor. İstanbul emniyeti özel harekât şube müdürü İbrahim Şahin’le, arkasından da İstanbul Emniyet müdürü Mehmet Ağar’la tanışıyor. Bu arada özel harekât komutanı Korkut Eken ve MİT kontr-terör daire başkanı Mehmet Eymür’le de tanışıyor. İlginçtir bu 2 kişi 1987’de yayınlanan 1. MİT raporundan sonra MİT’ten atılmışlardı.
Ve geldik 1993 yılına, 4 Kasım günü Tansu Çiller bir otelde "Türkiye milis hareketi niteliğine dönüşmüş ve yaygınlaşmış terör hareketiyle karşı karşıyadır. PKK'nın haraç aldığı iş adamları ve sanatçıların isimlerini biliyoruz, hesap soracağız." diye bir açıklama yaptı.
Açıklamadan sonra ortaya çok ciddi bir huzursuzluk yayıldı, fazla gecikmediler, bu açıklamadan yaklaşık 2 ay sonra Behçet Cantürk öldürüldü. Bu arada ilginç bişey oldu, Mehmet Özbay kimliğiyle can güvenliğinden dolayı ruhsatlı silah istedi ama valilik uygun bulmadı ve reddetti. Ancak 4 Temmuz 1994 günü içişleri bakanlığı onayıyla, "emniyet genel müdürlüğü uzmanı" kimliği ve silah ruhsatı verildi. Sürpriz değil, imzalayan: Mehmet Ağar. Yani interpol tarafından kırmızı bültenle aranan bir kişiye içişleri bakanı ruhsatlı silah verdi. Bu yetmedi, Çatlı yurt dışına çıkarken sıkıntı yaşadığından dolayı bir de Mehmet Özbay adında yeşil pasaport sahibi oldu.
Bu arada ilginç bişey oldu, daha önce MİT’ten kovulan Mehmet Eymür tekrar MİT kontr-terör daire başkanı oldu, Korkut Eken de emniyete alınarak Mehmat Ağar’ın danışmanı oldu.
Ve korktuğum başıma geldi, Susurluk’tan günümüze gelmeye çalışınca tek yazıyla bitmiyor, sanırım 2 yazı daha olacak.