Ali Duran Topuz
Taksim niye yasak?
1 Mayıs yasak değil, hatta artık resmi bayram ve tatil. Başka meydanlar yasak değil. Ama 1 Mayıs’ta Taksim yasak. Niye? Aslında sebebin önemli bir kısmını Anayasa Mahkemesi gayet güzel özetledi, izninizle:
“Sembolik bir değeri olan Taksim Meydanı 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü ile bağlantılı ele alındığında başvurucular, diğer sendikalar ve işçiler nezdinde öneme sahiptir. Bu nedenle işçi ve sendika kültürünü oluşturan yapı taşlarından biri olan Taksim Meydanı, yalnızca 1 Mayıs günü orada bulunanların dayanışmasını değil aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını göstermektedir. Bu durumda kendisini o kültürün bir parçası olarak gören her kişinin 1 Mayıs günlerinde Taksim Meydanı'nın ifade ettiği anlamı doğrudan tecrübe etmek ve edindiği tecrübeyi kuşaklar boyunca aktarmak için orada bulunma hakkı vardır. 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı ile özdeşleşmesi nedeniyle anılan mekânın sınırlanması aktarılmak istenen düşüncenin de sınırlanmasına neden olabilecektir.”
ÖZGÜRLÜK GEREKÇESİYLE YASAK GEREKÇESİ AYNI
Anayasa Mahkemesi, bu gerekçeyi Taksim’in yasaklanamayacağını anlatmak için kaleme aldı elbette fakat “idare” yani İstanbul Valiliği, demek ki ona emir veren İçişleri Bakanlığı, demek ki ona da emir veren Cumhurbaşkanlığı da tamamen aynı gerekçelerle yasaklıyor: Emekçilerin ortak hafızasını yok etmek ve tecrübenin kuşaklar boyunca aktarılmasını engellemek.
Anayasa Mahkemesi kararı bir “hukuk” kararı iken idarenin kararı bir “anti-hukuk” kararıdır. Aynı gerekçeyi, tam tersi (Kasım Akbaş hocama selam olsun, anti-hukuk değil de tersine hukuk diyelim, diye önermişti) bir sonuç elde etmek için kullanmak. 1 Mayıs’ta Taksim meydanını yasaklamak 12 Eylül generallerinin aklıydı, yıllar yılı yaptıkları anayasa eşliğinde sürdürüldü bu yasak. Yasağa karşı mücadeleler, şimdi en süper demokrat olduğunu öne süren iktidarın valisinin söylediği sözlerle küçümsenmiş, mücrimleştirilmek istenmiş, engellenmişti. Mehmet Akif Dalcı (17 yaşındaydı) bu engellere karşı Taksim’e çıkma mücadelesi verenlerden biri olarak polis kurşunuyla öldürülmüştü ki “yasakları aşan adam” diye sağ politik ağızlarda övülüp duran Turgut Özal, “Ne malum vuranın polis olduğu” lafıyla yasağın cinayetlerle de olsa korunması gerektiğini ilan etmişti.
Engeller 2010 yılında fiilen aşıldı, iki yıllık bir “serbesti”den sonra iktidar 2013’te Taksim’i yeniden yasak alan haline getirdi. O gün bugündür yasak.
Niye? Niyesine geçmeden biraz duralım: “Sivil anayasa yapmamız lazım muhterem” diye propaganda yağmuru yürüten iktidar, “askerlerin” 1 Mayıs Taksim yasağını niye bu kadar çok seviyor? Yukarıda değindiğimiz iki gerekçeyle birlikte, onları tamamlayan bir dizi gerekçe daha var, niyenin cevabı orada zaten.
İKİ PROTEZ MİTİNG ALANI
İktidar, Taksim’i yasaklamadan önce İstanbul’un iki yakasında iki miting meydanı yaptı, malum, biri Maltepe biri de Yenikapı. Milyon kişi alabilecek yerler buralar. Fakat buraların bir özelliği var: Buralarda bir araya gelen kişiler, sadece kendilerini görürler. Bu iki alan da denizden çalınarak yapılmış, şehre protez gibi eklenmiş alanlar. Hedef, siyasal buluşma ve gösterileri “şehrin günlük hayatının dışına” atmak.
Partilerin seçim mitingleri gibi birçok gösteri biçimi açısından bu alanlar işe yarıyor olabilir, lakin konu 1 Mayıs ise kutlama yürüyüş ve gösterileri şehrin dışında değil tam da göbeğinde olmak zorunda. 1 Mayıs’ı şehrin dışına atmak, 12 Eylül cuntacılarının pek çok sevdiği “Bahar bayramı bu, piknik yapalım” aklıevvelliğinin bir başka biçimiyle herkesi kandırmaya çalışmak demek. Anayasa Mahkemesi kararındaki “işçi ve sendika kültürü” ifadesiyle anlatılmak istenen, “ortak hafıza” ve “tecrübeyi kuşaklar boyunca aktarma” ifadesiyle vurgulanan şeye karşı getiriliyor bütün bu yasaklar. Anayasa Mahkemesi bir devlet kuruluşu olarak daha ileri götüremez lafı ya laf kendiliğinden daha ileri gider: Yasağın bir hedefi de sınıf mücadelesinin sembol mekanını işçilerin elinden almak ve aynı mücadelenin takvimli eylem gününü etki ve değerini yok etmek. Üreten ama yönetemeyen işçileri 1 Mayıs günü şehir hukuku da çiğnenerek oluşturulmuş denizin ortasındaki mekanlara sürmek, işçilerin görünme ve gösterme gücünü kısmak demek. Daha da basite indirgeyerek söylersek: Su kenarında size yer yaptık, orada oyalanın işte, demek bu.
MEVCUT REJİMİN KRİTİK TARİHİ: 2013
Yasağın yeni tarihinin başlangıç zamanı da tesadüf değil, 2013! Bu tarih tarihlere “Gezi Yılı” olarak geçti ama aslında bu tarih aynı zamanda bugünkü militarist polis devletine dayalı rejimin inşasının başladığı yıldır da. Yürüttüğü ekonomi politikaları 12 Eylülcülerin bekçiliğini yaptığı 24 Ocak kararlarının devamı olan iktidar, bu politikaların yol açacağı yokluk ve yoksulluğun yaygınlaşıp derinleşmesine karşı işçi sınıfından gelebilecek itirazlara karşı aldı bu tedbirleri: Bir yandan sınıf örgütlenmelerini tasfiye etme ya da yozlaştırma yolunu yürüyen iktidar, öte yandan her durumda olası itirazları görünmezleştirme, kenara sürmenin peşine düştü. Aynı zamanda şehri buradan gelecek itirazlara karşı yeniden düzenledi. Düzenlemenin bir boyutu mülksüzleştirme anlamına gelen yani servet birikimin bir aracı olan kentsel dönüşüm iken diğer boyutu toplumsal isyan ve itirazları kolayca bastıracağı yani militarize akla dayalı mekân şekillendirmeleri oldu. Şehrin bu yeni şekillenişinde işçilere “gösteri” ve “yürüyüş” imkanı yok, işte 1 Mayıs için 42 bin güvenlik görevlisinin fiilen sahada olmasının sebebi de bu.
YOK ANAYASA YAP ANAYASA
Toparlarsak: Anayasa Mahkemesi diyor ki Taksim’i yasaklayamazsınız. Vali diyor ki yasaklarım. İktidar diyor ki hadi gelin yeni, sivil bir anayasa yapalım. Görüşmeler de başladı, işte Numan Kurtulmuş, Özgür Özel ile bir araya geldi, DEM Parti’ye bile(!) gidecek. Anayasa tartışmalarını 1 Mayıs Taksim yasağı ile birlikte ele alırsak manzarayı umumiye şu olur:
İktidar, ülkenin en büyük şehrinde her şeyi işçi sınıfını kıstırmak, hafıza mekanlarıyla irtibatını kesmek, hafızayı kuşaklar boyu aktarmasını engellemek için düzenlemişken, anayasa tartışmaları ne demek olur? Şu: Muhalefeti bu sınıf düşmanı politikalarının devamı için araç haline getirmek. Taksim’in etrafına çekilen bariyerler, o bariyerleri korumak için sahaya sürülen on binlerce polis, iktidarın yapmak istediği anayasanın, yani tahkim etmek istediği yeni rejimin çekirdeğindeki sınıf düşmanlığının ilan edilmiş maddeleridir aslında. Mehmet Akif Dalcı’nın katli, kanlı 1977 1 Mayısındaki cinayetlerin aynı amaca yönelmiş devam cinayetiydi. Şimdi her yıl yükseltilen bariyerler, tıpkı 1977’deki “karanlık güçlerin” ya da 12 Eylül darbecisi generallerin olmasını istediği bariyerlerdir. Bu haliyle iktidar “sivil anayasa” yapma yetisine ve yetkisine sahip değildir, tam aksine askeriyle siviliyle egemen güçlerin çıkarını koruyan ve sömürülen sınıfların itiraz ve isyanlarını yok etmeye çalışan bir güç olarak vardır. Taksim’i çevreleyen bariyerlerin söylediği budur.
NOT
İstanbul Valisinin konuşması başlıbaşına bir vaka, o nedenle ona özel bir dikkat göstermek gerek. Sabrınız kaldıysa, buyurun, tırnak içindeki bold laflar valiye aittir:
"Tek isteğimiz vatandaşlarımızın burnu bile kanamadan bu süreçte 1 Mayıs'ın, anlamına uygun bir şekilde kutlanması.”
Vali, 1 Mayıs’ın “anlamına uygun” olan şeyin ne olduğunu biliyor, ama demek ki işçiler ve dostları bunu bilmiyor ki vali dertli dertli konuşuyor.
“İstanbul'da 40 tane toplantı ve gösteri yapılabilecek yasal meydanımız var. Şimdiye kadar bunlarla ilgili bir müracaat olmadı. Dolayısıyla İstanbul'da bu saat itibarıyla yasal olarak etkinlik yapma ile ilgili olarak herhangi bir kuruluşun, bir grubun müracaatı olmadı.”
Vali bey ne yasaları, ne anayasayı ne de anayasa mahkemesi kararını ciddiye alıyor, ciddiye alsa “yasal meydan” diye bir şey olamayacağını bilir. “40 yasal meydan” lafı özellikle hem yasaların hem de anayasa mahkemesi kararının üstünden atlamaya yönelik bir ifade, çünkü AYM kararı, “Taksim işçi ve sendika kültürünün hafıza mekânı” dedikten sonra ya susarsınız ya da böyle gelişigüzel konuşursunuz. Yine “yasal etkinlik” lafı, işçi sınıfını (ve aslında bütün toplumu) valilik hiyerarşisine tabi görmenin mümkün kıldığı bir laf. Çünkü “önceden izin almadan gösteri ve yürüyüş yapma hakkına sahip” eşit yurttaşlar toplumu ile her şeyi validen izin alarak yapan reşit olmayan kişilerden oluşan kalabalıklar birbirinden çok ayrı şeyler.
“Yarın daha çok yasa dışı gösteriler ile ilgili çeşitli çağrılar var. Bunula ilgili İstanbul'umuzun huzurunun bozulmaması için, vatandaşlarımızın herhangi bir sıkıntı yaşamaması için güvenlik tedbirlerini en üst seviyede tutarak, arkadaşlarımızla birlikte alana bakıyoruz."
Yasadışı gösteri lafı, Taksim’i hak sahibi işçilere yasaklayan iktidarın valiliğinin uydurmak zorunda olduğu bir laf, yoksa hukuki bir laf değil. “… vatandaşlarımızın en ufak bir sıkıntı yaşamaması için” güvenliği en üst seviyede tutmak, işçileri vatandaş saymamanın en güzel ifadesi, tebrik etmek lazım.
"Taksim başta olmak üzere bu 40 alanın dışındaki yerlerde herhangi bir yasa dışı gösteriye, toplantıya doğal olarak izin vermiyoruz, veremiyoruz. Kapalı sokaklar, caddeler var. Vatandaşlardan ricamız, olabildiğince bu bölgelere gelmemeleri. Trafik anlamında bir sıkıntı yaşanacak, bir yoğunluk yaşanacak. Yarın böyle olmasını biz de istemezdik.”
Nasıl ama! Bir hakkı engellemek için 1 Mayıs’ı bir gün önceden “yasa dışı” ilan etmek iyi fikir değil mi? Vatandaşlar bu bölgelere gelirse, geldiği an itibarı ile vatandaş olmaktan çıkacaklar, diyor vali bey bize. “Trafik anlamında sıkıntı” zaten 1 Mayıs dahil siyasal haklı gösterileri engellemek için çok kullanılan amiyane bir argüman: Elbette 1 Mayıs kutlanacaksa, işçiler, dostları, yoldaşları buluşacaksa trafik de tıkanacak, şehir de duracak! Yoksa ne anlamı var 1 Mayıs’ın? 1 Mayıs’ın anlamı zaten bu! Böyle olmasını istemiyorsanız, Taksim’e gelecek olanların güvenliğini sağlarsınız, gelecek olanlara karşı güvenlikçiliğe soyunmazsınız olur biter.
“İsterdik ki Yenikapı'da, Maltepe'de vatandaşlarımızın coşku içerisinde kutlayacakları bir alan olsun. Taksim'e de çocuklarının, eşlerinin elinden tutarak gezmeye gelsin.”
İşçiyi vatandaş saymadığı gibi, kalan yurttaşları da yetişkin saymıyor, kimin nerede ne yapacağını emrediyor vali bey.
"Herkes için belli bir sayıda Taksim'e çelenk koymak isteyenlere emniyet teşkilatımız rehberlik ederek Taksim'e kadar getiriyor. Çelenk sunmalarını ve kısıtlı sayıdaki kişinin karanfil bırakmasına rehberlik ediyoruz. CHP'nin şu an itibarıyla Taksim'e çelenk koyma ya da karanfil koyma ile ilgili bir müracaatı yok. CHP İl Başkanını aradım, kendisine de hatırlattım. Eğer yarın çelenk koyma isteniyorsa bugünden müracaatlarını yapmaları gerektiğini, müracaat yaparlarsa belli bir sayıdaki kişiye çelenk koyma, karanfil koyma ile ilgili rehberlik edeceğimizi söyledim."
Ana muhalefet partisi, Taksim’e “çelenk koymak” veya “karanfil bırakmak” için emniyet teşkilatının rehberliğine neden ihtiyaç duysun ki? Yolu mu bulamazlar? Çelengi koyacak yeri mi bilemezler? Karanfilleri nereye bırakacaklarını mı çıkaramazlar? Ana muhalefet partisi kendisini valiliğin, emniyetin arzusuna göre niye ve nasıl “sınırlı sayıda kişi”ye indirgesin? Sayı sınırını niye emniyet belirlesin? Peki muhalefet dışındaki “herkes” niye aynı şeyleri kabul etsin? Bu retorik sorulara valinin cevabı yine aynı retorik olur: Yasadışı, trafik, yasak meydan, serbest 40 meydan…