Fehim Işık
Tarih, onurun ve utancın sahiplerini unutmayacak!
Kemal Amca’nın talebi devlet katında nihayet 83. günde duyuldu. O da, Dersim ve Amed Baro başkanlarının Dersim Cumhuriyet Savcılığı ve Dersim Valisi ile görüşmelerinden sonra duyulabildi, bu ses.
Başsavcılık Baro başkanlarına, DNA eşleşmesi için Adli Tıp’a gönderilen kemiklerin kargoya verildiğini, ellerine ulaşır ulaşmaz baba Gün’e teslim edeceklerini söylemiş.
Amed Baro Başkanı Ahmet Özmen, İl Valisi ve Dersim Cumhuriyet Başsavcı’sından taahhüt aldıklarını, söylüyor. Özmen’in açıkladığına göre cenazelere ait kemikler ve diğer bulgular Malatya Adli Tıp’tan kargoya verilmiş ve 1-2 gün içinde Dersim’e ulaşacakmış.
Özmen’in konuyla ilgili söylediği son söz dikkat çekici; aslında bir güvensizliğin de ifadesi:
"Umarız ki bu taahhüt gerçekleşir. Bir an önce de yaşam hakkı ihlali yaşanmadan açlık grevi cenazenin teslimi ile sonlanır, diye umut ediyoruz."
Bir başka ülkede 83 gün sonra kurulan ilk diyalogda bu sözleri sarfeden bir yetkilinin bırakın yetkilerini sürdürmesi, insan yüzüne bakması olası değil. 70 yaşında bir insan, 83 gündür açlık grevinde ve tek istediği oğlunun kemikleri. O, elleriyle topladığı kemiklerin 235 km ötede olan, araçla en fazla 3 saat sürebilecek bir mesafeden getirilip kendisine teslim edilmesini bekliyor. Bu kemikleri almak için de canını ortaya koyuyor.
Bunu yapmakla görevli "yetkililer" o kemikleri bir türlü getirip teslim etmedi. O kemikleri babadan esirgedi ve hala –gelecekte tarihin yazacağı, bir ömür boyu utancını yaşayacakları bir meselede– 1-2 güne hallolur, diyorlar.
Kemal Amca’nın bu yanıtı veren "yetkililere" cevabı çok net:
"Ben bu devlete güvenmiyorum. Ellerimle topladığım kemiklerin hepsi bana teslim edilmeyene kadar, ben o kemikleri tabuta koymayana kadar açlık grevini bırakmayacağım."
Kemal Amca bir tek oğlunun kemiklerini değil, oğluyla birlikte öldürülen tüm gençlerin kemiklerini topladığını, torbaya koyduğunu ve onları teslim alıp tek tek gömeceğini, sözünün söz olduğunu, isteyen her aileye çocuklarının kemiklerini teslim edeceğini de belirtiyor.
Bir yanda sözüne güvenilmeyen, hepi topu 3 saat sürecek 235 km’den kemikleri getiremeyen, ne yazık ki sadece insan ölümünden beslenen, bu ölümler sayesinde ayakta kalabilen bir yönetim, öte yandan "sözüm sözdür" diyen, kendi evladı kadar başkalarının evladına da titreyen onurlu bir baba...
***
Peki, bu kadar insani, bu kadar ahlaki, bu kadar vicdani bir meselede yönetenler neden bu kadar duyarsız kalır, neden o kemikleri teslim etmek için bir adım atmaz, neden oğlunun kemiklerini almak için haykıran bir babanın sesini açlık grevinin 83. gününde duymayı tercih eder?
Bunun ilk cevabını Ankara’da aramak gerekir. Ankara, o kemiklerin verilmesini istemedi, o kemikleri vermeyi kendi politikalarının yenilgisi olarak algıladı ve yalnız Kemal Amca’yı değil, koca bir toplumu o kemikler üzerinden terbiye etmeyi denedi.
İkinci cevap da Dersim’dedir. Dersim’de Ankara’nın sesi olanlar kendilerini hukukun gereği olanı değil, Dersim’e gönderen "devlet"in dediğini yapmak zorunda hissettikleri için tüm dünyanın duyduğu o sesi duymadılar; duyacak cesarete de sahip değildiler. O sesi duydukları gün "FETÖ"cü ilan edilip görevden alınacaklarını biliyorlardı. O sesi duydukları gün açlıkla terbiye edilme sırasının kendilerine geleceğini biliyorlardı. Ya da kendilerine "o sesi duymayın" diyenlerle bir ve benzer düşünüyorlardı. Hukuk insanı değil siyasetin emir kullarıydılar.
Bu ikisinden hangisi olursa olsun; ister görevden atılmayı, açlıkla terbiye edilmeyi göze alamayan hukuk insanları olsunlar, ister siyasetin emir kulları olsunlar, şurası bir gerçek ki Kemal Amca onlara hayatları boyunca unutmayacakları bir ders verdi. Yalnız onlara mı, Ankara’ya da tarihi boyunca unutamayacağı bir ders verdi.
Bugünden sonra sonucu ne olursa olsun, Kemal Amca tarihe damgasını vurdu, geleceğe onurun ne olduğunu taşıdı.
***
Bir söz de Kemal Amcaları hala hiç görmeyen ya da ben de dahil günler sonra gören herkese...
Hiçbirimiz, Kemal Amca’ya duyarsızlığın ya da geç duyarlılığın sonuçlarından azade değiliz.
Kemal Amca günlerce oğlunun kemiklerinin peşinde dolaşırken yalnızdı.
Açlık grevine başladığında yanındaki insanların sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmiyordu.
Mücadelesi, o da ara sıra köşede bucakta haber olabiliyordu.
Neyse ki Kemal Amca’nın mücadelesinin haberini yazanlar hala vardı; neyse ki giderek onu ana gündem maddelerinden biri yapıp kamuoyunu harekete geçirmek için çırpınan, destek verenlerin sayısı, bu köşe bucakta yazılan, gösterilen haberlerle birlikte giderek arttı.
Ama şu "Barış Süreci"nin yılmaz savunucusu ana akımdaki "anlı şanlı gazetecilere", o televizyonlarda, gazetelerde çalışan, bazıları kendine "devrimci" yaftası yapıştıran editörlere ne demeli!
Hala Kemal Amca’yı görmeyen, hala Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya bir saldırı olduğunda polisi elinde çiçek, mağduru elinde sopa ile gösteren bu "gazetecilere" ne demeli?"
Bunlar, "Biz yapıyoruz ama yayınlamıyorlar" diyerek vicdanlarını rahatlatabilirler mi?
***
Tarih elbet, yalnız Kemal Amcalar ile onların taleplerini, mücadelelerini görmezden gelen yönetenleri değil; bugünleri yaşadıkları halde onurun ve hakikatin sesini duymayanları da yazacak.
Tarih elbet, onurun ve utancın sahiplerini unutmayacak...