İnci Hekimoğlu
Tariş’ten ‘tahtakurusu’ direnişine
70’li yılların ikinci yarısından başlayarak, 1980 Darbesi’nin hemen öncesine kadar süren büyük Tariş direnişinin yaşandığı yıllar, pek çok yönden bugünkü ekonomik ve siyasal koşullara çok benzerken, işçi sınıfının o günlerden bu yana geldiği noktayı da çok iyi anlatır.
Bugünkü iktidar güçlerinin ‘ağababaları’nın oluşturduğu MC hükümetlerinin ilki 1975 yılında Adalet Partisi (AP) ve Demokrat Parti’den ayrılan 9 milletvekilinin desteğiyle kurulmuştu. Tıpkı bugünkü gibi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) de dışarıdan destek veriyordu.
Tariş’e ilk müdahale bu dönemde başladı. Ülkenin en büyük KİT’lerinden (Kamu İktisadi Teşebbüsü) olan Tariş, yaşanan ekonomik ve siyasal kriz nedeniyle özelleştirilerek, sayıları 10 bini bulan işçiler kapıya konulmak isteniyordu.
Sendikalaşmış işçiler, yükselen halk muhalefeti ve güçlü sol akımlar nedeniyle bunu yapmaları çok zordu.
İlk teşebbüste başarılı olamadılar.
Bugüne benzer şekilde sık sık seçimler yapıldığı için 2 yıl sonraki 1977 seçimlerinde CHP %41 oy alarak, 213 milletvekili çıkarmasına rağmen hükümet kuramayınca 2. MC hükümeti kuruldu. AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, AP-MSP-MHP 'den oluşan koalisyon hükümetinin başbakanıydı.
Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki hükümet bir yandan Tariş’e ülkücüleri sokuyor, bir yandan da medyanın, direnen Tariş işçilerine yönelik "hain, dış mihrak, terör yuvası" gibi tanımlarla kamuoyu oluşturması sağlanıyordu.
MHP’nin hükümet ortağı olmasıyla birlikte yüzlerce işçi işten çıkarılarak yerine ülkücü militanlar alındı.
Tariş adeta ülkücülerin üssü haline getirilmişti. Ülkücü militanlar kendilerinden olmayanlara, özellikle de kadın işçilere yönelik taciz, haraç isteme gibi çeşitli baskı ve şiddet yöntemleriyle işçileri ayrılmaya zorluyorlardı.
Tariş işçileri arasında Adalet Partililer de vardı.
Ülkücü militanların estirdikleri terör o noktaya gelmişti ki; AP’nin İzmir Milletvekili Talat Asal, Başbakan Süleyman Demirel'e bir mektup yazarak duruma müdahale etmesini istemişti.
2. MC Hükümetinin de ömrü uzun sürmeyince yeniden seçimlere gidildi, bu kez CHP azınlık hükümetiyle iktidar oldu.
Devran değişince, CHP’nin müdahalesi ve sosyalist sendika ve işçilerin mücadelesi ile faşist militanlar Tariş’ten tasfiye edilmekle kalmadı, verimlilik de yeniden yüzde 99’lara kadar yükseldi.
Ne yazık ki çeşitli kesintilerle 1975’ten 1980’e kadar süren mücadele, CHP’nin iktidardan düşmesiyle adeta başa döndü.
İktidar yeniden Milliyetçi Cephe’ye geçmiş, Süleyman Demirel Başbakan olmuştu.
Fikret Kızılok’un bir dönem yasaklanan şarkısındaki gibi: "Süleyman Demirel hep başbakan, hep başbakan!"
MHP ve MSP’nin dışardan desteklediği 3. MC hükümetinin yaptığı ilk iş Tariş yönetimini değiştirerek, işçi tasfiyesine başlamak oldu. Ancak bunu bekleyen işçiler fabrikalarda kolektifler kurmuş ve büyük direnişe hazırlanmışlardı.
Nitekim 22 Ocak 1980’de polis ve jandarmanın baskın yapmasıyla başlayan ünlü Tariş direnişi bir ay sürdü.
Sadece Tariş’le sınırlı kalmadı, bütün ülkeye dalga dalga yayıldı.
İşçilerin yoğun olarak yaşadığı Gültepe, Çiğli, Çimentepe gibi semtlerin yanı sıra üniversite öğrencilerinin ve diğer sendikaların da destek verdiği direnişe genel grevler eşlik etti.
DİSK’in İzmir’deki mitingine 50 bin kişi katıldı.
Bu sırada Yeni Asır, Hürriyet ve Milliyet gazeteleri "İşçiler polisle çatıştı", "İşçiler ‘Türk askerini vur, Rus askerine selam dur’ sloganları attı", "Kışkırtıcılar nerede?", "Terör İzmir’i cehenneme çevirdi" gibi çok tanıdık manşetler atıyordu.
Cumhuriyet Gazetesi ise, olayların arka planına pek değinmeden "İzmir’de çatışma, üç ölü" türünden başlıklarla durumu idare etmeye çalışıyordu.
Öte yandan bu manşetlerin üstünde, tepede "Dolar 70 lira oldu", "sendika yasası değişiyor" başlıkları ile zam haberleri yer alıyordu.
Bu arada Genelkurmay Başkanı Kenan Evren de sık sık sahneye çıkıyor, olayları "ülkeyi içten çökertmek" olarak tanımlıyor, "iç düşmanlar" diyordu.
Görüldüğü gibi onca yıldan sonra yalnız isimler değişti, hak ve adalet arayan herkesi ‘iç düşman’ olarak tanımlayan devlet klişesi hep geçerli ve işlevsel olmaya devam etti.
Bir ayın sonunda Tariş direnişi bastırıldı, binlerce işçi tutuklandı, işkence gördü, hatta darbe sonrası, işçilerden İlyas Has ve Hıdır Aslan idam edildi.
Ama Tariş direnişi de tarihe geçti!
Şunu da not etmek gerekir ki, Tariş direnişinin bastırılmasında CHP ve DİSK’in bir kısım işçiyi direnişten vaz geçirmeleri önemli rol oynamıştır.
Sonuçta, büyük dış borç ve döviz kriziyle sarsılan iktidar güçleri, solu bastırıp, muhalefeti ezmek için darbe yaparak, sermayeye dikensiz gül bahçesi armağan ettiler.
Boşuna "12 Eylül öncü darbeydi" demiyorum.
Gel gelelim sistem şimdi bir kez daha tıkandı ve adeta o günlere geri döndük.
Kuşkusuz 24 Haziran’dan bu yana bir darbeye ihtiyaç kalmadı.
Zaten geniş halk yığınlarını etkisine alan bir sol yok, örgütlenme yok, büyük işçi sendikaları yok.
O nedenle de Tariş işçilerinin "Operasyonlar durdurulsun, gözaltına alınan işçi arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın, hiçbir işçi çıkarılmayacak güvencesi verilsin" taleplerinden, "Karnımız doysun, önlem alınsın iş kazalarında ölmeyelim, yattığımız yerlerdeki pire ve tahtakuruları temizlensin, paralarımız ödensin" taleplerine kadar geriye gitti işçi hakları.
3. Havaalanı işçileri yalnız oldukları gibi, aradan geçen 38 yılda sınıf bilinci de erozyona uğradı.
Uzun yıllar sonra ilk kez bu denli kitlesel bir işçi eylemine imza atan 3. Havaalanı işçilerinin kurumsal olarak, tüm gücüyle yanında olan ne parti ne sendika var.
Maalesef medya, sermaye, iktidar güçleri değişmemiş ama işçiler değişmiş!
Bu değişimde en büyük pay, toplumsal hafızamızı sıfırlama başarısı göstermelerinde.
Oysa hatırlamak farkındalığı, farkındalık özgürlüğü, özgürlük adaleti getirir.
En başta ders çıkarmak, özeleştiri yapmak, yakın tarihi genç kuşaklara aktarmak için unutmayalım, unutturmayalım.