Koray Düzgören
‘Tek Adam’ mı Edirne zindanındaki rehinesi mi daha güçlü?
Edirne zindanındaki siyasi rehine Selahattin Demirtaş’ın mahkemedeki konuşmasını (savunmasını değil!) hatta suçlamalarını okuyorum. Duruşmaları izleyen arkadaşlarımız, karşısındaki savcı ve yargıçların sus pus olmuş onu dinlediklerini anlatıyorlar.
Demirtaş’ın sözleri yenilir yutulur cinsten değil. Savunma ne kelime, karşısındaki heyeti ağır bir dille suçluyor.
"Beni siz tutuklamadınız, size bu emri veren irade tutukladı" diyor.
"Sizler birer piyonsunuz, siyaseti siz temsil ediyorsunuz, hukuku da ben temsil ediyorum" diye devam ediyor:
"Ben, temsil ettiğim iradenin onurunu korumakla yükümlüyüm. Erdoğan'a boyun eğseydim hapiste değil Saray'da olurdum. Erdoğan'a boyun eğmediğim için buradayım, bu hukuksuzluğa asla boyun eğmem. Siz de bana boyun eğdiremezsiniz."
Kendisini rehin alan iradeye ve o iradenin mahkemesine meydan okuyor:
"Başından beri adil yargılama koşulları yok. Bunu biliyorum da şu anda üç AKP'li, bir HDP'liyi yargılıyor. Hissiyatım budur. Samimiyetle söylüyorum. Bu da ağırıma gidiyor. Ne anlatayım size? Artık neyi ortaya koyalım ki, biz suçsuzuz diye?"
Sesi mahkeme salonunun duvarlarında yankılanıp yargıçların kulağına çarpıyor. Bir etki yapıyor mu? Birini etkilemiş besbelli.
Tutukluluğun devamı kararına katılmayanını…
Demirtaş sorgulamaya ve suçlamaya devam ediyor:
"AİHM kararı için Adalet Bakanlığı'ndan görüş istediniz. Adalet Bakanlığı, AİHM yargılamasında karşı taraftır. Siz dosyadaki tarafa, 'Ne diyorsunuz uygulayalım mı bu kararı' dediniz. AİHM kararlarının nasıl uygulanacağını bilmiyorsanız nasıl hâkim oldunuz?"
"BURADA TUTUKLU DEĞİL SİYASİ BİR REHİNEYİM"
"Sizden hiç tahliye talep etmedim. Şimdi de etmiyorum. Burada 90 yaşıma gelsem, ağzımda diş kalmasa da yine sizden tahliye talep etmeyeceğim. Siz beni kendi iradenizle tutuklamadınız ki tahliye edebilesiniz. Ben burada tutuklu değilim, bir siyasi rehineyim. Ve siyasi rehineler tahliye talep etmez."
Demirtaş bu durumun sürekli olamayacağını, elbet bir gün bu iktidarın da değişeceğini ve bu siyasi kumpasların ortaya çıkacağını söylerken önemli bir uyarı da yapıyor:
"Krala yaslanan düşer. Tekrarlıyorum. Bu dünya Sultan Süleyman'a kalmamış, Erdoğan'a mı kalacak?"
Demirtaş’ın mahkemede söyledikleri tarihî bir ders niteliğinde.
Bu lafları işiten, bu suçlamalara muhatap olan bir yargıcın aslında o kürsüde bir dakika bile kalmaması gerekir.
Türkiye bir gün demokrasiye yöneldiğinde Demirtaş’ın suçlamalarının hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacağına eminim. Yargıçların adlarını ise hiç kimse hatırlamayacak.
Demirtaş’ın suçlanırken kendisini suçlayanları nasıl suçladığına bakarken, "Ben bu tavrı, bu onurlu ifadeleri bir yerden hatırlıyorum" diye düşündüm. Tarihte buna benzer ‘savunmalar’ var. Savunma derken lafın gelişi.
Ve hemen aklıma, ünlü Bulgar komünist lider Dimitrov’un savunması geldi. 1933 yılında Leipzig’de kendisini yargılamaya çalışan Nazileri, savunmasıyla yargılanan pozisyonuna düşürerek perişan ettiği ünlü ‘savunma’sı nasıl unutulur?
Hafızamı tazelemek için arşivlere yöneldim.
DİMİTROV İKTİDARIN MAHKEMESİNDE NAZİLERİ SUÇLUYOR
Bulgar Komünist lider Dimitrov, 1933’te Berlin’de parlamento binası Reichstag’ın yakılmasından sorumlu tutularak tutuklanan komünistler arasındaydı.
Binayı kimin yaktığı bulunamamış ama o sırada mutlak iktidara yürümekte olan Naziler, suçu iktidarları için en büyük engel olarak gördükleri komünistlerin üzerine atmışlardı. Bu sırada komünistler seçimlerde hâlâ milyonlarca oy alabilmekteydi.
Naziler o süreçte komünist örgütlenmeyi ortadan kaldırmak için düzmece suçlar ve kanıtlarla birçok komünist ve solcu lideri hapse attılar...
Hatta o sırada Almanya’da bulunan yabancı devrimcileri da tutuklayarak, bunun Almanya’ya karşı uluslararası bir komplo olduğu yalanına sarıldılar.
Yangın, komünistlerin üzerine yıkılınca hemen ertesi gün hak ve özgürlükleri kısıtlayan KHK’yi (Evet, çok tanıdık(!) kanun hükmünde kararnameler) çıkarttılar ve bunu o zamanki tüm muhalif kesimlere yönelik (milletvekilleri de dahil olmak üzere) bir tutuklama dalgası izledi. (Yaşadıklarımız o günlerin bir kopyası mı yoksa?)
Toplama kamplarının kurulması da bu KHK ile oldu. (Ülkemizdeki cezaevleri de o toplama kamplarını pek aratmıyor) KHK’lerin hızla yürürlüğe konulması, her şeyin önceden planlandığının bir göstergesiydi.
Duruşmalar başlamadan hemen önce Dimitrov resmî avukatını azletti. Kendi istediği avukatlara izin verilmediği için de kendi kendini savunmaya karar verdi. Nazi İçişleri Bakanı Göring tanık olarak çağrıldı. Dimitrov, bakanın bu yangınla ilgili yalanlarını ortaya çıkarmak için titizlikle çalıştı; onu açıklamalarındaki tutarsızlıkları yakalamak üzere bir hukukçu gibi sorguladı. Dimitrov’un bu tarihe geçen sorgulaması karşısında Göring köşeye sıkıştı.
Dimitrov daha sonra mahkemeyi propaganda amacıyla kullanmak isteyen Goebbels’i yerin dibine batırdı. Goebbels o sırada Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı'ydı.
Sonunda mahkeme, elinde Dimitrov’u suçlayacak herhangi bir kanıt olmadığı için beraat kararı vermek zorunda kaldı.
Dimitrov, delil yetersizliğinden beraate itiraz etti; suçsuz olduğu için beraat edilmeleri gerektiğini söyledi. Delil yetersizliği hükmü, suçu hâlâ onların üzerine atma çabasını gösteriyordu. Dimitrov sözlerini bitirirken Galilei’yi andı, "Biz hâlâ ‘dünya dönüyor’ diyoruz" dedi.
Tabii savaştan sonra ortaya çıkan belgeler de parlamento binasını Nazilerin yakıp suçu komünistlerin üzerine attıklarını kanıtladı.
Gerçekler ortaya çıktı. (*)
Dimitrov’un yargılanırken, kendisini yargılamak isteyenleri nasıl suçladığını herkes hatırlıyor. Yargıçların adını bilen bile yok.
DEMİRTAŞ KENDİSİNİ SUÇLAMAK İSTEYEN İRADEYİ SUÇLUYOR
Demirtaş başından beri kendisini suçlamaya çalışan siyasi iradeyi ve onun mahkemesini, ‘savunma’sıyla değil, konuşmalarıyla suçluyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan duruşmalarda bu suçlamalarını, "İtham ediyorum" çizgisine getirdi.
Haklı bir davayı savunmanın özgüveni ve inancıyla suçladı.
Suçlamalarını esaslı bir hukuki temele dayandırdı. Sırf siyasi bir suçlama değildi onunki. Kendisini rehin alan iradenin kendi yasalarına ve yargılama kurallarına bile uymadığını, altına imza attıkları uluslararası anlaşmaları ve sözleşmeleri hiçe saydığını birer birer ortaya koydu.
Kendisini yargılamaya çalışan mahkemenin aslında bir yargı yeri olmadığını, bir mahkeme olmadığını, bir siyasi iradenin emrinde olduğunu mahkemenin kararları ve işlediği suçları sıralayarak belgeledi.
Dimitrov da böyle yapmıştı.
Bu durumda sormak lazım. Kim güçlü diye.
Onu AİHM’in de belirttiği gibi, siyasi gerekçelerle tutsak alan ve bağımlı bir mahkeme ile suçlayıp mahkûm etmeye çalışan irade mi güçlü?
Yoksa kendisini suçlamaya çalışan bu iradeyi suçlayan ve hatta mahkûm eden Edirne zindanı rehinesi mi?
Tarih kimi yazacak dersiniz?
(*) Biamag, Ulaş Bardak Gezgin’in "Georgi Dimitrov: Sizi Halk Adına Yaşama Mahkûm Ediyorum" başlıklı yazısından yararlandım.