Candan Yıldız
'Tek mezar' muştusu!
Güncelden girecek olursak köşe yazısına, ABD'de televizyon dünyasının Oscar'ı kabul edilen Emmy Ödülleri'nin en kıymetlisi, karanlık dönemlerin kültürel üretim dili olan distopik roman ve Türkçe'ye 'Damızlık Kızın Öyküsü' olarak çevrilen 'The Handmaids's Tale dizisine verildi.
Diziyi izlemedim ama uyarlandığı kitap, dualizme indirgenen bir sistemi anlatıyor. O sistemde 'doğuranlar ve doğurma yeteneği olmayanlar' var. O sistemde doğurabilen kadınlar sadece 'rahim' den ibaret. Sistemi yeniden üretenler kıymetli. Diğerleri düşman, hain. Ankara'nın orta yerinde mezar taşı 'bahşetme' cüretini gösterenler de bu ikilikten besleniyor. Ya vatansever ya düşman. Ya Türk ya düşman. Ya Sunni ya düşman. Ya Müslüman ya düşman.
O distopik ülkede "Hiçbir şey bir anda değişmez. Derece derece ısınan bir küvette farkına varmadan haşlanarak ölürsünüz. Elbette gazetelerde öyküler vardı, hendeklerde ya da ormanlarda bulunan cesetler, ölesiye dövülmüş ya da sakatlanmış, eskiden dedikleri gibi saldırıya uğramış; ama bunlar başka kadınlar hakkındaydı ve bunları yapan erkekler başka erkeklerdi. Hiçbiri tanıdığımız erkekler değildi. Gazete öyküleri bizim için rüya gibiydi, başkalarının gördüğü kötü rüyalar..."
Ne kadar tanıdık değil mi? "Biz ne zaman bu hale geldik" kör naifliği hiçbir zaman gerçeği görmek istemez zira. Bu öyküler hep başkalarının öyküleridir, bize bulaşmaz ne de olsa.
O yüzden gerçek, üretilmiştir distopik ülkelerde. O yüzden bir cenazenin ardındaki gerçek "algı operasyonu" olarak sunulur. Gerçeği bükerek yeniden tarif eden bu kavram siyasi propagandistlerin elinde kullanışlı bir maymuncuğa dönüşür. Her şeyi açıklamaya muktedir hale gelir. Mesela ne diyor nabız yoklayıcı Abdülkadir Selvi İçişleri Bakanı'nın ırkçı saldırganla çekilmiş fotoğrafı için; "Bir kare fotoğraf üzerinden algı operasyonu yapmak yerine büyük fotoğrafa odaklanmakta fayda var. Hatun Tuğluk'un cenazesiyle birlikte bu ülkede yeni bir toplumsal barış zemini doğdu. 'Tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet'e milletimiz 'tek mezar'ı ekledi."
"Tek"liğin yarattığı bu ucubeleşmeyi örterek, bir cenazeye yönelik ırkçı saldırının ardındaki gerçeği saklayarak, saldırıya yönelik tepkileri "tek mezar" a bağlamak üzerinde çalışılmış bir planı anlatır. Mezarların "tek"leşmesinden hayır umulmasını belirten bir gazeteciye sormak gerekir, bu ülkede sana benzemeyen, benzemek de istemeyen, kendisi olabilmenin bedelini ödeyen, ödeyegelenleri neden yok sayıyorsun? "Tek"likten olmasın? Yas evlerini yıkmanın altında ranta bağlı "tek"çilik olmasın?
Emmy ödülü alan dizinin esinlendiği kitaba dönersek sözü bağlamak için, kimsenin kimseye güvenmediği Gilead rejiminde, gerçek duygularını söylemek yasak, savaş gerekçesiyle muhafızların egemen toplumun her alanına, kuralları çiğneyenler idam ediliyor, ibret olsun diye görünür yerlerde teşhir ediliyor, imtiyazlı bölgeler yaratılarak başka bölgelerde yaşananlara ses çıkarılmasına engel olunuyor, bu rejimde geçmişe dönük hafıza silinmeye çalışılıyor.
Distopik olan bir bilim kurgu değil, yanı başımızda olan. "Biz ne zaman bu hale geldik" diyenleri şimdiki zaman sınıyor. "Tek mezar" ise ütopyanız, açılan mezarlara gömeceğiniz benzememekte direnenler olacaktır. "Tek"li haliniz hayırlı olsun!