Candan Yıldız
Tekmili birden 'habersizlik' zamanları!
Türkiye basın tarihinin cemaziyelevveli sansür, oto sansür ile doludur… Basındaki "müesses nizam" ın sahipleri, taşıyıcıları, gönüllüleri hep olagelmiş, "evrensel ilkeler" kriteri, ulusal çıkarlara takılmıştır.
Altan Öymen bir anlatısında, Milliyet’te Saddam Hüseyin (Körfez işgali yılları) röportajının, Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde nasıl rahatsızlık yarattığını, o haberin "hükümetin dış politikasına aykırı" olarak suçlandığını aktarır.
Çiller döneminde Turan Yavuz’un Çiller ailesinin ABD’deki mal varlığı ile ilgili haberi de örnek gösterir Altan Öymen. O haberin çıkardığı gürültüye rağmen yayınlanabildiği iklimi anlatır. Belki koalisyon hükümetleri döneminin çatlaklarından sızabilmenin realitesidir. Artık o çatlaklardan sızabilecek "patchwork" bir basın yok. Maşallah mermer mermer!
Tek parti iktidarı dönemlerine gelince…
AK Parti-Cemaat ittifakının nemalandığı manşetlerin günahlı gazetesi Taraf’ın misyonunda basındaki niteliksel çözülmenin payı olduğu tartışılmaz. Ancak daha büyük bir çözülmeyle karşı karşı olduğumuz da gerçek.
"Batsın senin gazeteciliğin" ile başlayan tasfiyeye bakalım mesela…
Çözüm sürecinin bahar ikliminde, henüz daha savaş ilan edilmemiş, henüz hiç kimse hain ilan edilmemişken, "İmralı Tutanakları"nın Milliyet’te yayımlanması sonrası başbakan Erdoğan, "Çözüm sürecini sabote etmek isteyenler var. Art niyetli haberlere, söylentilere, medya aracılığıyla kurulan tuzaklara itibar etmeyin. Gazetelerde çıkan haberlere itibar etmeyin. Çözüme katkıda bulunacaksan, böyle bir haber yapmamalıydın. Böyle yapacaksan, batsın senin gazeteciliğin. Biz bir açıklama yapmadan, bütün söylentiler yalandır, iftiradır, asılsızdır" demişti.
O manşetin ardından tasfiyeler başlar dalgalar halinde… Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, o dönemi anlattığı kitabında Erdoğan Demirören’in kendisini sabah erkenden arayarak, "Bu manşeti niye attın?" diye sorduğunu, ikinci sorunun da "Haberi kimin sızdırdığı?" olduğunu aktarır.
Derya Sazak o günler için şöyle der: "İmralı notlarını Demirören’e sorsaydım o da eminim ki telefon açıp, ‘Beyefendi’ye soracaktı."
Köşe yazarlığının gazeteciliğe indirgendiği, köşe yazarları üzerinden basının özgür olup olmadığının test edildiği, haber merkezlerinin muhabirlerden/muhabirlikten vazgeçtiği uzun sürecin büyük kırılması Gezi eylemleri sırasında yaşanır. Gezi eylemleri sırasında mesleğine sahip çıkmak isteyen muhabirler, haber merkezlerinin "steril" durumuna isyan eder. Mecburi istifalar yaşanır. Bu kırılma "Batsın senin gazeteciliğin"den aylar sonra olur.
Gazeteci Mustafa Dağıstanlı o günler için şöyle yazar "5NE1KİM" kitabında…
"Dışarıdan göstericilerin, haber merkezinde ise yönetimin baskısı vardı. Haber koordinatörü Nermin Yurteri yazılan her haberle bizzat ilgileniyordu. Birçok yeri çıkarıyor, eklemeler yapıyordu. Hassas bir dönemdi, bu işler editörlere bırakılmıyordu. Editörler ufak tefek redaksiyon yapıyordu sadece. Ekrana yansıyacak herşey çok önemliydi, çünkü hükümetten haber merkezine, doğrudan Nermin Yurteri’ye durmadan telefonlar geliyordu."
Enerji ve inşaat sektörlerinin yeni zenginleriyle el değiştiren medya sahipliği, gazeteciliğin niteliksel dönüşümüne ilişkin özel bir dönemi de anlatır.
Ama asıl kırılmanın Doğan Medya Grubu’nun satılması ile yaşandığını söylemek abartılı olmaz. Zira ajans haberciliğinin güçlü kalelerinden biriydi Doğan Haber Ajansı… Türkiye’nin Ankara ve İstanbul’dan ibaret olmadığının kanıtı gibiydi. Karadeniz’de Yeşil Yol projesine hayır diyen, "Devlet kimdir, devlet benim" cümleleriyle bütün gündemi belirleyen Havva Bekar’ı yaygın olarak haber merkezlerine servis eden bir ajanstan söz ediyorum. Bu tür haberlerin artık haber merkezlerine ulaşamayacağını ön görmek zor olmasa gerek.
Hürriyet’in, satış haberini ertesi gün haber yapmamasını tarihe bir not olarak düşerken, "Demirörenli" günlerin "İmralı Tutanakları" haberi ile verdiği sınavın referansıyla da "ana akım" ya da "yaygın medya"nın yok olacağını söyleyebiliriz.
Milliyet’ten gelen Fikret Bila’nın, eski patronuna selam çakması da Hürriyet’in amiralliğinin tenzil-i rütbeye uğrayacağının işareti zaten.
Ne demişti Fikret Bila; "Demirören Ailesi ve grubu da medya sektörüne yabancı değil. Daha önce de Doğan Grubu bünyesinde bulunan, Türkiye’nin iki büyük ve etkili gazetesi Milliyet ve Vatan, Demirören Grubu’na satılmıştı. Milliyet ve Vatan gazetelerini grubuna katmadan önce de Erdoğan Demirören, gazeteler ve basın dağıtım şirketlerinde ortaklıkları bulunan, sektörü iyi tanıyan, deneyimli bir isim. Türk medya ve iş dünyasının iki köklü ailesinin aldığı bu kararın, her iki gruba da hayırlı olmasını diliyorum."
Tekmili birden aynı manşetlere uyanacağımız "habersiz" günlere hoşgeldik!